Kasetli Siyaset

2020 yılının nisan ayında başlayan Sedat Peker açıklamalarını hepimiz dikkatle takip ediyoruz. Peker’in anlatımlarında, Türkiye’nin yakın tarihinde ve son yirmi yıllık süreçte siyaset, mafya, iş dünyası, derin devlet çemberinde gömülü olan pandoranın kutusu saklı. Sedat Peker, konuşmalarında ve açıklamalarında bazı zamanlar pandoranın kutusunu açıyor ama asıl olarak pandoranın kutusunun gömülü olduğu dehlizleri işaret ediyor.

Bazen can havliyle, bazen sinirle, öfkeyle pandoranın kutusunun içindekilerden birkaç parça dışarıya fırlatsa da kutuyu tamamen açmayı tercih etmiyor. Çünkü kendisi dahil bu ilişkiler ağındaki herkes o kutunun içindekilerden biri sadece. Asıl mesele, pandoranın kutusunun gömülü olduğu yerde, kopmaz bağlarla kök saldığı toprağın derinlikleri… Sedat Peker’in konuşmalarında temiz toplum tartışması yapması bu yüzden. Tabi Peker, temiz bir toplumun olabileceğine inanmıyor, o noktada ise insana dair tartışma yapıyor.

Sokaklardan yetişen biri, insan denen varlığın korkunç tabiatına şahit olduğundan olsa gerek konuşmalarında insana dair bu tartışmaya giriyor. Neticede devletleri kuran, insan topluluklarıdır. İlkel komünal toplumdan köleci sisteme, feodal sistemden kapitalist sisteme kadar insan toplulukları üretim ilişkilerinin değişimiyle birlikte çeşitli devlet yapıları kurmuşlardır. Bu sistemlerde yönetim biçimleri değişirken, insan emeğinin sömürüsü ve sömürgecilik farklı biçimler alarak devam etmiştir. Çağdaş dünyamıza göre modernleşen sömürü zinciri…

Sedat Peker’in konuşmalarından birçok alt başlık çıkarılabilir, her biri içinde yaşadığımız ve bir parçası olduğumuz toplumun tahlilinde önemli tartışmalar olur. Sedat Peker’in iddiaları ve ifşa ettikleri ise hukukun, yargının müdahele etmesi gereken bir alan. HUKUK! Sahi demokrasilerde güçler ayrılığı ilkesi neden önemlidir? Bu konuda onlarca kitap ve makale okuyabiliriz ama güçler ayrılığının öneminin ne kadar yaşamsal olduğunu anlamamız için, Peker’in iddialarını araştıracak savcı ve yargıç bulunamamasınin nedenlerine bakmamız yeterli.

Gelelim siyasetin kasetle dizayn edilmesine… Türkiye’de kaset siyasetinin cılkı çıksa da bu kirli yöntem dünya siyasetinde de yaygın. Hepimiz hatırlarız, ABD eski başkanı Bill Clinton gibi üst düzey bir kişi bile bu kirli yöntemin kurbanı oldu. Bu yöntem, tuzağa düşen kişinin, ilişkisinin deşifre edilerek, ailesi, yakınları ve toplumdaki itibarının yok edilmesi esasına dayanır. Bunu itibar suikasti olarak tanımlayabiliriz. İstihbarat servislerinin özellikle devlet içi ilişkilerde kullandığı yaygın bir yöntem. Böyle bir kumpasa maruz kalan, devlet görevlileri, yöneticileri yahut bir şirketin yöneticileri, kumpası kuranların isteklerine boyun eğmek zorunda kalacaktır.

Bu yöntem, sadece üst düzey devlet yöneticileri, siyasetçiler ve bürokratlara karşı kullanılmıyor, bazen Filistin’de sıradan bir militana karşı da kullanılabiliyor. Bazen de bir şirket yöneticisi bir çalışanına böyle bir kumpas kurup şantaj yapabilir. Tabi hepsinde amaç farklı…

Tüm bu olanlarda tartışılmayan tek şey ise, bir insanın evine gizli kamera yerleştirip görüntü almanın, sonra şantaj yapmanın büyük bir suç olduğu. Kim tarafından olursa olsun, mafya, devlet, şirket veya bir şahıs tarafından vs.. Bunun topluma yansıması ise şantajcılık kültürü. Günümüzün teknoloji çağı olduğunu ve tuvalete bile akıllı telefonlarımızla girdiğimiz düşünülünce, kimse güvende değil aslında…

Hedef olmanız için illa üst düzey bir yönetici olmanız gerekmiyor yahut çılgın partilere gitmeniz gerekmiyor. Kötü niyetli birileri tarafından, evinizde sevgilinizle birlikte iken, özel görüntüleriniz alınabilir yahut ev hali işte, tuvalete gidersiniz, duş alırsınız vs.. Ya da gün içerisinde siyasal gündeme dair yaptığınız yorumlar veya bir arkadaşınıza yönelik yaptığınız eleştiriler üçüncü bir kişi tarafından kaydedilebilir. Bu şantaj kültürünün liseli gençler arasında yaygınlaşması ise tam bir facia! Teknoloji çağında insanlığın geldiği bu aşamada, insanı insanın kötülüğünden kim koruyacak? Tam bu noktada hukuka ve yasal düzenlemelere olan ihtiyacımız aşikar.

Gelişen bu şantajcılık kültürüne karşı mücadele yöntemleri geliştirmek elzem. MeeTo hareketi kadınların maruz kaldığı taciz ve cinsel saldırılara karşı verdiği önemli bir aşamaydı. Bu ifşa hareketiyle, toplumun önyargılarının kalın duvarları aşınmaya başladı. Özellikle Hollywood yıldızlarının da maruz kaldıkları cinsel şiddeti açıklamalarıyla, Hollywood’un renkli ve şaşaalı dünyasının ardındaki karanlık dehlizler açığa çıktı.

Siyasetin kasetle dizaynına karşı, özellikle tanınmış politikacıların buna karşı mücadele etmesi yahut açıklama yapması toplumdaki bir başka duvarın yıkılmasını sağlayabilir. Bu kirli yöntemin baskısı altında kalan siyasetçiler, kaset şantajına maruz kaldıklarında, olayı olduğu gibi kamuoyuyla paylaşıp, içine sıkıştıkları çemberi kırabilir ve daha büyük çemberi yani toplumda yaygınlaşan şantaj kültürünü etkisiz hale getirebilirler.

Yeni olan nasıl inşa edilecek? Yeni bir siyaset anlayışı, “kaset siyaseti” üzerinden inşa edilebilir mi? Üslubu, tarzı, yöntemleri farklı olan bir siyaset anlayışı için daha fazla kafa yormamız gereken günlerin içinde değil miyiz?