Kapitalist Bunalım

“Bu düzen hiç değişmez” şeklindeki diyalektiğe aykırı önyargımızdan beslenen kapitalizm, aslında kâğıttan bir canavardır. Üstelik bu sevimli (!) canavar, sık sık rahatsızlanır, bunalımlar geçirir.

Kapitalist bunalım, sadece zayıf halka olan üçüncü dünya ülkelerini değil, kimi zaman kapitalizmin kalesi sayılan Amerika’yı bile yatağa düşürmekten geri kalmaz, tıpkı 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’nda olduğu gibi.

Kapitalistlerin “ekonomik kriz”, “mali kriz” gibi isimlendirmelerle kaynağını gizlemeye çalıştıkları, ancak Marx’ın “kapitalist bunalım” diye isimlendirdiği “ekonomik kriz”; kapitalist üretim sürecindeki anarşiden kaynaklanır.

Bir kapitalist, doğal olarak kâr oranının en yüksek olduğu alana yatırım yapar. Herkes böyle yapınca da belli bir alanda meta ve sermaye fazlası oluşur. Hatırlanacağı üzere kâr, işçilerin karşılığı ödenmemiş emeğine (artı değere) deniyordu. Sermayenin, kâr oranı düşük olan alanlardan kaçarak yüksek olan alanlara yatırım yapması sermaye hareketlerini de beraberinde getirir. Kapitalist üretim planlı olmadığından bu meta artışı satılabilir bir oranın üzerine kadar yükselir. Bu süreçte; işçilerin ürettiği artı değer patronlar tarafından sömürülmeye devam edilir. Üretilen mallar da depolarda stoklanır. Daha sonra bu mallar alışveriş merkezlerindeki mağazaların vitrinlerini süslemeye başlar. Peşinden reklamlarla tüketim kültürü pompalanır; insanlar pazarlardan, marketlerden, mağazalardan çılgınca alışveriş yaparlar. Bu süreçte nakit sıkıntısı çekenlerin imdadına ise kredi kartları ve tüketici kredileri yetişir. Zamanla tüketicilerin cebindeki para da suyunu çekmeye başlar, insanların alım gücü düşer ve kapitalist çark yavaşlamaya başlar. Bu aşama “durgunluk” aşamasıdır. Tam da bu nokta ekonomik kriz patlar: Bankalar kredi vermez, fabrikalar kapanır, üretim durur, işçiler işten atılır, iflaslar başlar, zararına satışlar yapılır, elde kalan mallar fiyatlar daha fazla düşmesin diye imha edilir. İşte bu aşamada üretim durur ve sermaye, zararına satışlar yaparak bulunduğu pozisyondan panik halinde kaçmaya başlar. Sermayenin terk ettiği alanlarda tam bir yıkım yaşanır. İşte bu dehşet senaryosunun adı, kapitalist bunalımdır.

Sermayenin aşırı meta üretimi sonucu arz-talep dengesinin arzdan yana bozulmasıyla ortaya çıkan “ekonomik kriz”, kapitalist üretim sürecinin “çöküş” adı verilen dönemsel aşamasının da bir diğer adıdır.

Marx’a göre kapitalist üretim süreci; “durgunluk”, “çöküş”, “canlanma” ve “refah” aşamalarında geçerek ortalama her on yılda bir yinelenen kısırdöngüdür.

Ekonomik krizler; işsizlik ve yoksulluk, kitle ayaklanmaları gibi sosyal patlamalara yol açarak proletarya devriminin nesnel koşullarını da olgunlaştırır.

Eskiden komünistler, ekonomik krize giren zayıf halkalarda fırsatı değerlendirir ve devrim yaparlardı… Hey gidi günler hey!

Bundan sonrası Türkiye’nin pek de yabancısı olmadığı acı reçeteler evresidir. Bu evrede kemer sıkma politikaları uygulanır. Bu aşamanın en tipik örneğini Türkiye, 24 Ocak 1980’de dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in “ekonomik istikrar programı” diye yutturmaya çalıştığı meşhur “24 Ocak Kararları” nda yaşadı. Bu kararların sonrasında Türkiye’de liberalizme giden yolun önü açıldı, serbest piyasa ekonomisine geçildi, insanlar bir gecede yüzde elli yoksullaştı ve sonrasında “12 Eylül” faşizmiyle tanıştı.

Elbette sömürü, ekonomik krizde de hız kesmeden devam eder. Yalnız bir farkla, devreye daha büyük balıklar girer. Devlet; IMF ve Dünya bankası gibi uluslararası düzenin sömürü araçlarından yüksek faizle krediler alır, IMF ile stand-by anlaşmaları imzalar, dış borç yeniden yapılandırılır, milli gelirin çoğu dış borç ödemesine gider. Elbette halka da, acı reçeteler ve kemer sıkma politikaları kalır.

Bu aşamada; borsada şok düşüşler yaşanır, ekonomide “daralma”ya gidilir, peş peşe iflaslar ve intiharlar yaşanır. Ekonomideki daralmanın bir sonucu olarak işçiler işten çıkarılır.  Devlet kamu harcamalarına yeterli kaynak ayıramadığından kamusal hizmetlerin kalitesi düşer, kamuda çalışan işçi ve memurların maaşları dondurulur. En trajik olanı da kriz aşamasında, satılamayan meyve ve sebzelerin fiyatının daha fazla düşmemesi için yoksul halka bedava dağıtılmayıp denize dökülmesidir.

“Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser.” (Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, 1847)

Günümüz toplumunda görülen kokuşmuşluk ve ahlaki yozlaşma, bu bozuk kapitalist sistemin doğal bir sonucudur.

Bu kğıttan canavarı öldürmenin yolu da; sandıkta bir işçi gibi oy kullanmak ve sınıfsal olmayan ayrışmalara prim vermemekten geçiyor.

“Bütün dünyanın işçileri (ve ezilen halklar) birleşin!” (Karl Marx, Komünist Parti Manifestosu, 1848)

Osman AKYOL
Latest posts by Osman AKYOL (see all)