İstanbul’u seçimle bırakmamak

31 Mart yerel seçimlerinden bu yana neredeyse bir ay geçti. İtirazlarla, yeniden sayımlarla seçim sonucunu değiştiremeyen AKP- MHP ittifakı, bu kez seçimin yenilenmesi istemiyle YSK’ya başvurdu.

AKP’nin seçim sonrası telaşı, İstanbul’u CHP’li bir başkana bırakmamak için her yolu denemesi, İstanbul’un AKP iktidarı için ne denli önemli olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda AKP’nin böyle bir seçim sonucunu beklemediği, hazırlıksız yakalandığı da anlaşılıyor.

Haksız da değil. Seçim öncesinde her türlü önlem alınmıştı. Seçim yasası değiştirilmiş, sandık başkanlarının devlet görevlileri olması sağlanmıştı. YSK başkanının görev süresi uzatılmıştı. Devletin tüm olanakları AKP’li adaylar için kullanılmıştı. AKP kontrolü altındaki medya aracılığı ile tek sesli bir propaganda kampanyası yürütülmüştü. Bütün bunlara karşın İstanbul’un CHP’li bir başkana bırakılması kabul edilemezdi. Ne pahasına olursa olsun bu sonuç tersine çevrilmeliydi.

Sorun, gerçekte AKP’nin demokrasi anlayışından kaynaklanıyor.

ABD’nin eski dışişleri bakanı Madeleine Albright, “Faşizm” başlığını taşıyan kitabında Maduro, Erdoğan, Putin, Orbán, Duterte gibi liderlerin ortak yanlarının, kendi tabanlarını demokratik normlar üzerindeki konsensustan uzaklaştırmaları ve seçimler sonucu elde edilen iktidarı geçici bir süre için tanınan bir ayrıcalık değil, olanak elverdiğince sürecek, kendi arzularını ideolojilerini kabul ettirmek için başvurdukları bir araç olarak gördüklerini söyler.

AKP’nin demokrasiye yaklaşımı araçsal. AKP Başkanı olan Cumhurbaşkanı’nın üstüne basarak belirttiği gibi, ortada bir “dava” var. Bu davanın somut olarak ne olduğu hiçbir zaman açıklanmadı. Ama davanın niteliğini uygulamalardan anlama olanağı var. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’e taban tabana zıt başka bir Cumhuriyet kurulmak isteniyor. Dinle yoğrulmuş, muhafazakâr, otoriter, insan hakları, demokrasi, hukuk devleti gibi değerleri reddeden, topluma tek bir ideolojinin egemen olmasını öngören ve bunu kabul etmeyen toplumun yarısını dışlayan, düşman olarak gören “milli ve yerli” bir cumhuriyet. Bu büyük proje Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini kuran anayasa değişikliklerinin referandumda kabul edilmesiyle yaşama geçirildi. Şimdi bu sistemin yerleşmesi gerek.

Ancak bu projenin uygulanması iktidarda kalmaya bağlı. Seçimin iktidarın kaybına yol açmaması gerekiyor. Bu nedenle yerel ya da genel seçimler AKP yönünden farklı bir anlam taşıyor. Demokrasiyle yönetilen ülkelerde seçim kaybeden tarafın kazanan tarafa iktidarı devretmesine yol açar. Kaybeden taraf seçim sonucunu, mızıkçılık yapmadan kabul eder. Çünkü bilir ki, bir dahaki seçimlerde iktidara gelme olasılığı açıktır. İktidarın, değişik ideolojilere sahip partiler arasında el değiştirmesinin sağlıklı, dengeli bir yanı vardır. Bir parti örneğin, sosyal politikalara öncelik verirken, bir başka parti serbest piyasa mekanizmasının daha etkili çalışmasına öncelik verir.

Türkiye gibi demokrasiyle yönetilmeyen ülkelerde ise seçimin amacı iktidara ve lidere olan desteği göstermektir.  Otoriter rejim bu yoldan meşruiyet kazanır. Ama kaybetmek ya da kaybedince iktidarı devretmek hesapta yoktur.

Soruna böyle bakınca, AKP’nin İstanbul Belediye Başkanlığını, seçimi kazanan  İmamoğlu’na devretmekte neden böylesine direndiğini anlamak kolaylaşıyor. Kaldı ki, İstanbul büyük bir rant kaynağı. AKP politikalarının finansmanında önemli bir rolü var. Aynı zamanda mega projelerin yeri.

Yerel seçimlerin bir iktidar değişikliğine yol açmayacak olmasına karşın, iktidarın İstanbul’u vermemek için gösterdiği olağanüstü çaba, aynı zamanda  seçim sonucunun lidere olan desteğin göstergesi olmasından ileri geliyor.  Sn. Cumhurbaşkanı, kendisini doğrudan etkilemeyecek olan yerel seçimlerde tarafsız bir Cumhurbaşkanı gibi hareket edebilir, seçim sürecinin dışında kalabilirdi. Ama böyle yapmadı. Doğrudan taraf olarak seçim sürecine dâhil oldu, kendi partisinin adaylarını gölgede bırakarak seçimin en önemli aktörü niteliğine büründü. Böyle olunca da, AKP’nin seçimlerde başta İstanbul olmak üzere  hemen bütün büyük kentlerin başkanlıklarını yitirmesi Sn. Cumhurbaşkanı’na olan desteğin azaldığı şeklinde yorumlanmasına yol açtı.

Yerel seçimler bir şeyi daha gösterdi. Muhalefet partilerinin görüş farklılıklarını bir yana bırakarak bir blok olarak hareket etmesi durumunda Türkiye’de bazı şeylerin değişebileceği, hatta Türkiye’de bazı şeylerin değişmesinin tek yolunun bu olduğu gerçeği ortaya çıktı. Buna paralel bir gelişmeyi sivil toplumun da yakalaması gerekiyor.

Genel seçime dört buçuk yıl bulunmakta. Ama ortada yerel seçimlerin yarattığı büyük bir heyecan var. Havada bir değişim kokusu var. Şimdi sorun bu heyecanı iyi yönetmek, yakalanan bu momentumu yitirmemek. Bunun için siyasal partilerle ve özellikle yerel yönetimlerle sivil toplum platformları arasında yakın bir işbirliğine her zamankinden daha fazla gereksinim bulunmakta. Sivil toplum platformlarının seçim sonuçlarının verdiği sinerjiyle yeni bir dinamizme kavuşmaları, toplumdaki heyecanı yansıtan eylemler planlamaları gerekli.

Türkiye büyük bir değişimin eşiğinde. Değişimin gerçekleşmesi demokrasiden, eşitlikten, özgürlükten yana olanların elinde . Değişimin bütün aktörleri kendilerine düşeni yaparsa tünelin ucunda görünen aydınlığa kavuşmamak için bir neden kalmaz.

Kaynak: T24