Türkiye’nin en köklü hukuk kuruluşlarından biri olan İstanbul Barosu, yargı eliyle siyasetin hedefi haline mi getirildi? İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin, Baro Başkanı İbrahim Kaboğlu ve yönetim kurulu üyelerinin görevden alınmasına karar vermesi, yalnızca bir meslek örgütüne yönelik idari bir tasarruf değil, aynı zamanda Türkiye’de hukukun bağımsızlığı ve savunma mesleğinin geleceği açısından da kritik bir gelişme olarak değerlendiriliyor.
Yargının Arka Kapısından Müdahale
İstanbul Barosu’nun yönetimi, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebiyle açılan davada “amaç dışı faaliyet” iddiasıyla hedef alındı. Gerekçe olarak, Suriye’de öldürülen gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin için yapılan açıklama ve bu ölümleri protesto ederken gözaltına alınan gazetecilere destek verilmesi gösterildi. Baro yönetimi hakkında “terör örgütü propagandası yapmak” ve “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak” suçlamaları yöneltildi.
Savunma mesleğini temsil eden bir kuruluşun, basın özgürlüğü ve insan haklarına yönelik ihlaller konusunda açıklama yapması, hukukun üstünlüğü ilkesinin doğal bir gereğiyken, bu eylemin suç sayılması ve baro yönetiminin görevden alınması, iktidarın yargı üzerindeki etkisini ve hukuk sistemindeki derinleşen krizi bir kez daha gözler önüne serdi.
Mahkemeden Beklenen Karar mı Çıktı?
Duruşma, geniş bir katılımla ve gergin bir atmosferde gerçekleşti. Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Erinç Sağkan, çok sayıda baro başkanı, milletvekilleri ve uluslararası gözlemciler mahkemede hazır bulundu. Avukatların reddihakim talebi reddedildi, savunma hakkına yönelik kısıtlamalar uygulandı ve duruşma salonuna polis çağrıldı.
Sonuçta mahkeme, İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu ve yönetiminin görevden alınmasına ve en geç bir ay içinde yeni seçim yapılmasına karar verdi. Ancak tedbir kararı verilmediği için mevcut yönetim, istinaf süreci tamamlanana kadar görevine devam edecek.
Kaboğlu: “Bu, 200 Bin Avukata Gözdağıdır”
Kararın ardından açıklama yapan İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu, yaşananları “adaletin çöküşü” olarak nitelendirerek şunları söyledi:
“Zannediyorlar ki Türkiye’deki 200 bin avukatı susturacaklar. Ama savunma susmaz. Bugün Çağlayan Adliyesi’nde adaletin çöküşüne tanık oluyoruz. Ancak adalet sarayları Çağlayan’la sınırlı değildir. Bugün bu büyük haksızlık, bizlere yeni bir güç vermiştir.”
Kaboğlu, sürecin hukuka aykırı olduğunu vurgulayarak, savunma hakkını hedef alan her girişimin demokratik toplum düzenine zarar verdiğini ifade etti.
Barolar Susturulmak mı İsteniyor?
Bu karar, yalnızca İstanbul Barosu’nu değil, tüm baroları ve avukatları ilgilendiriyor. Türkiye’de son yıllarda barolara yönelik baskılar artarken, baroların parçalanarak zayıflatılması girişimleri, avukatların gözaltına alınması ve yargının siyasallaşması, hukuk devletinin çöküşüne dair önemli işaretler veriyor.
Şimdi gözler, istinaf sürecinde. Eğer karar onanırsa, bu Türkiye’de yargının tamamen yürütmenin güdümüne girdiği yönündeki eleştirileri daha da güçlendirecek. İstanbul Barosu, bağımsız yargıyı savunan en güçlü kurumlardan biri olarak bu süreçten nasıl çıkacak? Ve daha da önemlisi, savunma hakkını savunan avukatlar, yargının bağımsızlığı için mücadele etmeye devam edebilecek mi?