İşçi sınıfının giderek artan bir şekilde siyasetten tecrit edilmesi, işçi sınıfını edilgenleştiren bir yapıya dönüştürmektedir. Bununla birlikte işçi sınıfının varolan örgütlenme biçimleri, gerçekler karşısında birçok yerde çelişmektedir.
Kitle gücünü devrimci mücadele içerisinde çoğaltamayan işçi sınıfı bu nedenle hem pasif bir işçi sınıfı, hem de pasif bir kitle olmakla kalmaktadır.
İşçi sınıfı içinde birçok demokratik devrimci örgütlerin dogmatik tutumlarında ısrarcı olmaları, devrimci bilincin sürekli kendini yenileyen özelliğini engellemektedir. Ha keza, geçmişe duyulan özlem ve bugünü geliştiremeyen devrimci örgütlerde, irtifa kaybının olması kaçınılmaz olmaktadır.
Ekonomik, toplumsal, siyasal ve sınıfsal açıdan birçok değişimi zamanında tahlil edemeyen işçi sınıfı ve bazı devrimci örgütlerin duruşlarındaki aynılığı ısrarla savunmaları, değişime uzak yaklaşımları, sekterliği ve liberalizmi besleyen nedenlerden birkaçı olmaktadır. Bu tür durumların asıl nedeni, nitelemiş olduğumuz devrimci örgütlerin program ve strateji konusunda yeni bir örgütlenmeyi kabullenmemeleri ve işçi sınıfına bu konuda yardımcı olmamalarıdır.
Ekonomik toplumsal değişimle birlikte neoliberal sistemin faşizmi büyütmesi, aynı zamanda devrimci örgütler arasında ayrılmaları ve bununla birlikte hizipleşmeleri beraberinde getirmektedir.
Ulusal konuda devrimci örgütlerin hizipleşmeleri, ulusal kimlik bakımından devrimci gruplar arasında etnik bilinci baskın kılıp, devrimci örgütlerinde faşizme yönelmelerine sebep olmaktadır. Özellikle, işçi sınıfına yansıyan bu durum, işçi sınıfının emek sorunundan önce, etnik vb. sorunlarla uğraşmalarına neden olmaktadır. Devrimci hizipler arasında sezgisel olarak da başlayan bu olumsuz gelişim, devrimci örgütler içinde duygusal boyutlara ulaşan burjuva karakterinin olgunlaşması yol açmaktadır. Oysa ki, temel varoluş koşulunu faşizme karşı mücadele olarak belirleyen devrimci örgütlerin, sadece faşizme odaklanmış ve faşizmi yendikten sonra dâhi, faşizmi aşamayan bilinçleri, devrimci örgütleri burjuvazi karşısında lümpen durumuna düşüren tipik bir özellik taşımaktadır. Örneğin; Türk solunun yıllardır içinde bulunduğu bu durum konumuzu güncelleyici örneklerden bir tanesidir. Türk solunun yalnızca, Türk işçi sınıfını sahiplenmesi ve Kürt işçi sınıfına karşı sadece görünürde bir yaklaşım içinde bulunması, Türk solunun lümpen- şovenist bir akım içinde ilerlemesine neden olan bir hakikattir. Nitekim, Türk solunun Türk işçi sınıfının etnik kökenini önceleyerek sahiplenmesi hem Türk solunu hem de Türk işçi sınıfını milliyetçiliğe yönlendiren gerçekliktir. Bununla birlikte, dikkat edersek, burjuvazi demokrasisinin gelişimine orantılı olarak bölünme ve parçalanmalar yaşayan devrimci örgütlerin, etkiye dayalı tavırları, tepkisel olarak zayıf kalmaktadır. Kapitalizmin çözücü etkisinin gelişimlerinden biri olan bu durum, devrimci ilişkilerin sosyal yaşam içersinde çelişkilerini çoğaltan bir sorundur.
Kapitalist sistemin her şeyi metalaştırmasıyla devrimci öznelerin devrimci kişilik kazanmadan, devrimciliği sahiplenmeleri, günümüz dünyasında devrimciler ve devrim arasındaki tezatlıkları büyüten çelişkiler olmaktadır. Devrimci hareketin, devrimci örgütler içinde yok olmasını sağlayan ana sorun bundan kaynaklanmaktadır.
Devrimci örgütlerde yozlaşmanın bir sorun olmaktan çıkarak, devrimci bir hegemonyaya dönüşmesi; devrimci örgütler içinde şiddeti bir eylem olarak etkinleştiren ciddi bir problemdir. Devrimci örgütler arasında yaşanılan şiddet kültürü, halk(işçi sınıfı) ve devrimci örgütler arasında mesafeleri uzatan temel nedenlerden biridir.
Örgütsel krizlerin iç içe geliştiği, devrimci hizipler arasındaki egemenlik yarışı, devrimin stratejisini yanlış yönlendiren önemli sorunların başında gelmektedir. İdeoloji, parti ve sınıf bütünlüğünün sağlanamadığı, özellikle Türkiye’deki devrimci örgütler arasında yaşanılan bu handikap, devrim ve reformizm paradigmalarını iç içe geçiren gericileşmeye neden olmaktadır.
Devrimci bölünmelerin ve kopuşların eleştirilmesinden ziyade, bir güç mekanizması oluşmasını sağlayan devrimci örgütler arasındaki egemenlik mantığı, devrimin ve halkın(işçi sınıfının) örgütlenme ihtiyaçlarının karşılanması bakımından yetersiz kalmaktadır. Bu yüzden devrim ve devrimi gerçekleştirecek halk arasındaki yabancılaşma büyümeye devam etmektedir. Stratejik ve taktiksel bir gelişim yerine, günlük hedefler belirleyen birçok devrimci örgütün, gün geçtikçe kitle kaybetmesi, varolan gerçekleri doğrulayan bir niteliktir.
Devrimci örgütlerin sınıf savaşımında somut adımlar atması ve maddi toplumsal temelini halkın içinde geliştirmesi, hem devrimci örgütlenme açısından hem de legal siyasetin sınıfsal şekillenişi bakımından çok isabetli olacaktır. Devrimci mücadelede, devrimci grupların, hizipleşmeyi devrim adına bir doğruluk ve haklılık payı olarak algılamaları, her zaman burjuvazinin örgütlenişini ve siyasetini ilerleten neticeleri doğurmaktadır.
Sermayenin gün geçtikçe daha üst bir birikim seviyesine ulaşmasıyla, işçi sınıfının yaşadığı haksızlıklar, işçi sınıfına her gün biraz daha fazla içten kırılmalar yaşatmaktadır. İşçi sınıfının kendi içinde çözülüşünü ifade eden bu durum, işçi sınıfı ve devrimci örgütler arasında değişim ve dönüşümü ilkesel olarak zedeleyen yaralar açmaktadır.
Meta üretimiyle birlikte egemenlik ilişkisinin işçi sınıfını ezdiği çağımızda, işçi sınıfının devrimci örgütler arasında önderlik arayışına girmesi, işçi sınıfı ve devrimci örgütlerin kapitalist- emperyalist sistem içinde pasif kalmasının somut bir gerçeğidir. Bu duruma bir örnek verecek olursak; Fransa’da yaşanılan ” Sarı Yelekliler” eylemi işçi sınıfı ve devrimci önderlik arasındaki boşluğu çarpıcı bir şekilde gözler önüne seren canlı bir örnektir. Buna ilave olarak, yakın bir tarihte, Türkiye’de yaşanılan “Gezi Eylemi” yine konumuzu irdelememizi sağlayan başka bir örnektir.
Yeni emek türlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte, emek bileşimlerinin gelişimi, işçi sınıfının toplumsal ve kültürel yaşamında her gün yeni çelişkilerin ortaya çıkmasına neden olmakta ve devrimci örgütlerinin işçi sınıfına karşı devamlı yenilenmesini şart koşmaktadır. İşçi sınıfı ve sözde işçi sınıfını temsil eden devrimci örgütlerin içe kapanışının, küresel sermayenin ağlarını genişletmesine paralel olması, önceki, yani tekrarlanan devrimci söylemleri bir ütopyaya çeviren, ütopik anlayışın kalıcılaşmasıdır.
Maddenin hareketi, zaman, mekân, parça ve bütünün işçi sınıfı ve devrimci örgütlerin varoluş koşulu olması, işçi sınıfı ve devrimci örgütlerin içinde henüz içselleşmemiş bir olumsuzluk ifade etmektedir. ” Tümden gelim ve tüm varım” mantığının işçi sınıfı ve devrimci örgütler açısından çelişkileri çözecek bir şekilde formüle edilmemesi, yine işçi sınıfı ve devrimci örgütler nezdinde ütopik amaçların gelişmesine kaynaklık etmektedir.
Kapitalizmin kendisine en kapalı, muhafazakar ve en geleneksel düşünce ve kurumları içinden çözmesi, adım adım yenilenmesi gereken program ve stratejileri mecburi kılmaktadır. Komünist örgütlerin önceki duruş ve durumlarını sürdürememesi özellikle buradan kaynaklanmaktır. Bu yüzden işçi sınıfını proletarya saflarında örgütleyemeyen devrimci örgütler ya daha fazla muhafazakârlaşmakta ya da daha fazla marjinalleşmektedirler. Bununla birlikte işçi sınıfı ve devrimci örgütlerin tasfiyeci ve sekter tutum ve davranışlarda bulunmaları sakınılmaz olmaktadır. Hâliyle devrimci ideoloji yerine reformizm bir devamlılık arz etmesi engellenemez olmaktadır.
İşçi sınıfına karşı eksensel yanıtlar veremeyen birçok devrimci örgütler, iç tutarlılığa sahip olmadıkları için, “sosyalist soslu” yapılarını değiştirememektedirler. “Hiçbir şey değişmedi” iddialarıyla, bazı devrimci örgütlerin işçi sınıfını sol sekter bir tutuma yönlendirmeleri, işçi sınıfının kendini yenilemesini ve gelişimini engelleyen diyalektik bir sorundur. Her şeyin değişim içinde olmasından dolayı; işçi sınıfının da her yeni koşula göre strateji ve taktik bakımından kendisini yenilemesi devrimci amacın en önemli hedefidir. Aksi takdirde, tarihsel ve toplumsal dönüşümlerin sol kılıklı inkârcılıkla gericileşmesi, işçi sınıfının geleceği açısından büyük problemlerin oluşmasına neden olacaktır.
Sanayi devrimiyle birlikte işçi sınıfı ve burjuvazi çelişkisinin merkeze yerleştiği dünyamızda, işçi sınıfının, burjuvazi toplum modelinde: Hizmet toplumu, enformasyon toplumu ve sanayi toplumu olarak sınıflandırılması işçi sınıfını, burjuvazi toplumu için sömürü kaynağı hâline getirmeye devam etmektedir. Egemenlik- bağımlılık ilişkilerinin devam ettiği sınıflı dünya sisteminde işçi sınıfı ve devrimci örgütlerin, burjuvazi sınıfı karşısında yaşamın her alanında proletarya kültürünü kolektif bir bilinç hâline getirememeleri, proletaryanın tarihsel rolünü eylemsizleştirmektedir.
Kaotik bir sürecin içinde yaşamaya devam eden işçi sınıfının, devrimci örgütlerle birlikte her geçen gün biraz daha yozlaşması ve bölünmesi, aynı zamanda neoliberal sistemin bir yaşam modeli olan postmodernizm içinde, işçi sınıfı ve devrimci örgütlerin demokratik ve sosyalist mücadelesinin mevzileşmesini kısıtlamaktadır.
- Devletin politika anlayışı - 1 Ağustos 2022
- Popülist siyaset - 25 Temmuz 2022
- Atatürkçülük - 18 Temmuz 2022