10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nü bu yıl da hak ihlallerinin gölgesinde karşılayan Türkiye, cezaevlerinden yargıya, mültecilerden eğitim ve sağlığa kadar derinleşen bir insan hakları kriziyle yüz yüze. Bu tablo, adalet sistemindeki siyasi etki, ekonomik eşitsizlikler ve toplumsal ayrımcılık gibi sorunlarla birleşerek daha da karmaşık bir hale geliyor.
Cezaevleri: Hak İhlallerinin Merkez Üssü
Sivil toplum kuruluşlarına göre, Türkiye’de hak ihlali başvurularının büyük çoğunluğu cezaevlerinden geliyor. İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, cezaevlerinde yaşam hakkının bile tehlikede olduğunu ifade ediyor. Hasta mahpusların tedaviye erişimlerinin engellenmesi nedeniyle son bir yılda binlerce mahpus hayatını kaybetti. Yeni yapılan yüksek güvenlikli hapishaneler ise mahkumların tecrit koşullarını daha da ağırlaştırıyor.
Cezaevlerindeki ekonomik sorunlar da dikkat çekici boyutlarda. Mahpuslar, temel ihtiyaçlarını dahi kendi bütçelerinden karşılamak zorunda kalıyor. Aileler, maddi imkansızlıklar nedeniyle ziyaretlere gidemezken, iletişim masraflarındaki artış mahkumların dış dünya ile bağlarını koparıyor.
Mülteciler, özellikle Suriyeliler, ayrımcı politikalar ve nefret söyleminin hedefinde. Kayseri’de Suriyelilere yönelik gerçekleşen şiddet olayları, mültecilerin ne denli korunmasız olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Mültecilerin eğitim, sağlık ve çalışma gibi temel haklara erişimlerinde ciddi engeller bulunuyor.
Kadınlar ve Çocuklar: Korumasız Bırakılan Kesimler
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme, kadınların ve çocukların maruz kaldığı şiddeti artırırken, sığınma evlerine erişimi zorlaştırdı. Yoksullukla birleşen bu sorunlar, kadın cinayetleri, çocuk işçiliği ve emek sömürüsünün yaygınlaşmasına zemin hazırlıyor.
Adalet sistemindeki bağımsızlık sorunları, temel hakların ihlaline zemin hazırlıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Osman Kavala gibi davalarda verdiği kararlara uyulmaması, yargının siyasi baskılar altında olduğu eleştirilerini artırıyor. Ayrıca, Kürt siyasetçiler tarafından yönetilen belediyelere kayyum atanması, halk iradesinin yok sayılması olarak değerlendiriliyor.
Çözüm Bekleyen Bir Toplumsal Yaraya Dönüşen Yoksulluk
Türkiye’de artan yoksulluk, tüm bu hak ihlallerini daha da derinleştiriyor. Eğitime, sağlığa ve adalete erişim gibi temel haklar, ekonomik krizle birlikte erişilmesi güç bir hale geldi. Çocuk işçiliği, ağır emek sömürüsü ve şiddet, yoksulluğun yan etkileri olarak toplumu sarmış durumda.
Türkiye’de insan hakları ihlalleri, ekonomik eşitsizlik ve siyasi baskılarla daha karmaşık ve çözülmesi güç bir hal alıyor. Bu tablonun değişmesi, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına dayalı bir yönetim anlayışının benimsenmesiyle mümkün. Ancak mevcut koşullarda, bu dönüşümün nasıl ve ne zaman gerçekleşeceği belirsizliğini koruyor.