İktidarın rehin alma politikası

İnsan hakları savunucularının, terör örgütü üyeliği, kalkışma hazırlığında bulunmak, yabancı ajanlarla temas gibi suçlamalarla tutuklanmalarının ardından, tetikçiliğin, dezenformasyonun en pespaye örneklerini yandaş basının bir kısmı birinci sayfadan sergiliyor. İnsan, ancak bir halüsinasyon tezahürü olabilecek bu hikâyeleri yazanların akıl sağlıkları yerinde mi, sorusunu ister istemez kendine soruyor. 

Karşımızda iki şık var. Ya birbiriyle yarış halinde bu tür faaliyetleri yürütenler, kulaklarına fısıldanan, ellerine tutuşturulanlara inanarak, bunu yapıyor ya da asparagas olduğunu bilerek, kasıtlı biçimde, bu iftira, tetikçilik gibi aşağılık işlerle göze girmeye çalışıyorlar. Birinci şık eğer doğruysa, karşımızda klinik anlamda budala olan (idyo) bir güruh var demektir. İktidar tarafından kullanılan, tetikçilik yaptırılan, planlanan yeni polisiye operasyonlara kamuoyunu hazırlama işlevi gören bu budala güruhu elbette tehlikelidir. Ama yaptıkları işlerden esas onları kullananlar sorumludur. Akli melekeleri yetersiz olan kişileri kendi menfaati için kullanmak, onlara suç işletmek ağır bir suçtur. 

İkinci şık, bu güruhun hiçbir etik ve ahlaki değeri olmayan, geçmişte en parlak örneğini Nazi propaganda şefi Joseph Goebbels’ten bildiğimiz, müfteri kelimesinin yetersiz kaldığı, daha fazlasını söylemenin ise haldeki durumda mümkün olmadığı insanlardan oluştuğunu gösterir. Goebbels, zeki ama insanlığın yüz karası korkunç bir yaratıktı. Elinde devlet gücü ve imkânları olunca, iktidarın hedef aldığı kesimleri kriminalize etme gerekçeleri yaratmada eşi benzeri yoktu. “Yalan ne kadar büyük olursa, o kadar kolay geçer; ne kadar tekrar edilirse, halk o kadar inanır” ilkesini dile getirmişti. Bunu Nazilerin iktidarı ele geçirme, tüm muhalefeti yok ederek iktidarda kalma stratejisinin temel unsurlarından biri olarak tasarlamış ve uygulamıştı. 

Bugün sanırım iktidar yandaşlığında birbiriyle yarış halinde olan medyada bu iki şıktan oluşan insan tipi de var. Daha önce aynı işi, biraz daha zekice ve bir parmak daha usturuplu biçimde yapan Gülen medyasından öğrendiklerini, aynı pespayelikle icra ediyorlar. Diğer yandan Gülen cemaati çevresi, 15 Temmuz darbe gişimiyle ilgili dezenformasyon çabasını yurtdışında var gücüyle yürütüyor. Bir gün bu iki düşman kardeş gene anlaşıp bütün suçu ortak nefret nesneleri olan solculara, demokratlara, Kemalistlere yüklerlerse, şaşırmayacağız. 
Bu tetikçilerin iplerini elinde tutanlar, aslında rehin alma politikası yürütüyorlar. Alman basını, Alman dışişleri kaynaklı olduğunu söylediği bir iddia ortaya attı. Türkiye hükümetinin tutuklu iki Alman vatandaşı gazeteciyi Almanya’ya iltica başvurusu yapan iki Türk generaliyle takas etmeyi önerdiğini yazdı. Bu haber doğru mu, bilmiyoruz. Ama bugün Türkiye’de iktidarın bunu da yapmayacağını kim iddia edebilir? 

24 Temmuz’da Cumhuriyet gazetesinin çalışanı on bir arkadaşımız nihayet mahkemeye çıkacak. Haklarında elle tutulur bir suç delili olmadan, 265 günden beri özgürlüklerinden yoksunlar. Muhasebede çalışan bir arkadaşımız da 106 gündür tutuklu. Hepsi iktidarın ceza hukukunu rehin alma mantığı içinde uygulamasının mağdurları. Aynı şey, insan hakkı savunucuları için, iktidar medyasının şimdi yeniden hedef gösterdiği insan hakları örgütleri için geçerli. Aynı şey, aylardır tutuklu olan, kâh gözaltına alınıp kâh serbest bırakılan HDP’li milletvekilleri, belediye başkanları, il ve ilçe yöneticileri için geçerli. CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanması da sonuçta bir rehin alma operasyonu değil mi? 

İktidar toplumun yarısından elde edemediği rızayı giderek daha fazla baskıyla, devlet terörüyle ve rehin alma politikasıyla telafi etmeye çalışıyor. Bu yolla eleştirileri susturmak, insan hakları örgütlerini gözlemcilik ve tanıklıktan caydırmak, Erdoğan yandaşı olmayan Türkiye’nin dış dünyayla ilişkisini ve ülke içinde sesini kesmek istiyor. 
İktidarın giderek çığrından çıkan ve kendi iç mekanizmalarıyla artık durdurmaya muktedir olmadığı bir gidişat bu. Buna karşı, siniklik ve mızmızlık reflekslerini aşarak, şiddet yöntemlerini bütünüyle reddeden, en geniş dayanışma ağının kurulması, pekiştirilmesi olmazsa olmaz bir gereklilik. 

24 Temmuz, II. Meşrutiyet’in ilanını takiben sansürün kaldırılmasının kutlandığı Gazeteciler ve Basın Bayramıdır. 109 yıl öncesinden de daha kötüye döndüğümüz bugünlerde, bu yıl 24 Temmuz, Cumhuriyet çalışanı arkadaşlarımızla ’64ayanışma günüdür.