Çok sevdik bu cümleyi… O gencecik delikanlının geleceğe kaygılarla bakan o güzelim çocuğun otobüsün içine haykırdığı bu cümle hem bir temenni, hem yüreklendirme cümlesiydi… Ama en önemlisi dildeki sıkıntıya bambaşka bir kapı açılmasına vesile oldu…
Herşey dilde başlıyor… Konuştuklarımızın, kelimelerin, yazıların ve söylemlerin tutsağı oluyoruz belki de. Zaman zaman gençlere sosyal medya ile nasıl başa çıkacaklarını anlatıyorum. Ve orada da en çok bunun üzerinde duruyorum. Medya başına sosyal gelmeden öncede toplumları idare etme ve yönlendirmenin en etkin yoluydu… Ve tarih bunun üstatları tarafından yönlendirilmiştir demek yanlış olmaz…
Dr. Paul Joseph Goebbels, felsefe eğitimi almış bir kişidir. 1933 ve 1945 yılları arasında Hitler döneminde “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı” olarak görev yapmıştır. Bazılarına göre Hitler’in sağ kolu olarak çalışmıştır. Tanıtım ve propaganda işlerini yürütürken, dönemin medya unsurlarını kontrol etmiştir. Bana göre ise Hitler onun programının bir parçası olarak çalışmıştır. Her iki durumda da Dünya ve kötülük kelimelerinin buluşma noktasıdır Goebbels’ in propaganda ilkeleri…
Derki; “BASIN, İKTİDARIN KULLANDIĞI DEV BİR KLAVYEDİR!”
Ve yine derki;
“Prestij ve karizma sahibi lider, propaganda işini çok kolaylaştırır. İlk sözü kim ne kadar güçlü ve bağırarak söylerse, o kazanır. Önemli olan aydınlar değil kitlelerdir. Çünkü onları kandırmak çok kolaydır.”
Aydınlar için sakin bir lider önemliyken kitleler için sesini yükselten bir lider daha etkili bir silahtır. Ama Goebbels bile liderlik özelliğine “prestij’i” eklemiştir. Kitleler üzerinde inandırıcılık ve prestijini kaybeden lider geri sayıma geçmiş olandır. Güçlü ve bağırarak çıkan o ses ne vakit kontrolü kaybederek ağzından tükürükler saçmaya başlarsa o tarihten itibaren etkisi önce korku, sonra panik ile yer değiştirir.
Alman halkının ”Tanrının Elçisi, Büyük Lider, Büyük Başkan, Büyük Kurtarıcı” gibi sloganlarla yere göğe sığdıramadığı ADOLF HİTLER sadece çevresindeki silahlı koruma ordusuna güvenen, söylediği her şey yalan olan, korkak basit bir ruh hastasından başka bir şey değildi. Ama Goebbels’ in propaganda paketi bu insanı Dünya’ya üstün vasıflı bir lider olarak tanıtmıştı…
Neydi o propagandanın prensipleri bir bakalım mı?
– Yalan söyleyin mutlaka inanan çıkacaktır. Olmazsa yalana devam edin. Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanırlar.
– Bir insana yalan olsa bile bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser ve savunur.
– Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması da o kadar kolaylaşır.
– Halkı her zaman ateşleyin, asla soğumasına ve düşünmesine izin vermeyin.
– Halk büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanır.
– Hatalı olduğunuzu ya da yanlış yaptığınızı asla kabul etmeyin.
– Asla rakibinizin üstün bir yanı olduğunu kabul etmeyin.
– Asla kendinizden başka birine hareket alanı bırakmayın.
– Asla kabahat ve suç üstlenmeyin.
– Sadece bir rakibinize odaklanın ve kötü giden her şeyin suçunu onun üzerine yıkın.
– Yargı devlet hayatının efendisi değil, devlet politikasının hizmetkârı olmalıdır.
– Bana vicdansız bir medya verin, size bilinçsiz bir halk sunayım.
– Her zaman etrafınızda bir yalaka ordusu bulundurun.
Ve derki Goebbels;
“Bana sadece vicdansız bir medya ve karizmatik bir lider verin, size bilinçsiz bir halk ve girdiği her seçimi kazanan bir parti sunayım.”
İletişim eğitimi almış ve üstüne de felsefe eğitimi alan biri olarak sadece şunu söyleyebilirim. Bu çok başarılı propagandanın tek hatalı yanı “KİBİR” dir. Kitleleri tümden etki altına alınabilir, kolayca kandırılabilir olarak gören bu zihniyetin açık verdiği nokta bir gün birilerinin uyanmaya başlamasıdır. Baskının arttığı ortamlarda uyanışı hızlandırırsınız… Ve kırılma noktası da işte tam burasıdır. Gerilim artıkça karşı direnç artar… Ve hak, hukuk, adalet, insani duygular hepsi bu dikta düzenine ayakbağı olmaya başlar… Yetki ve etkiyi elde tutmak için acımasızlaşıldıkça, hala düşünebilen ve vicdanı olan yandaşlar yavaş yavaş gemiyi terk ederler ve yerlerine daha iyi ve yetkin insanlar varken kendini gösteremeyen, yer bulamayan aciz, etkisiz ve o mevkilerde olmak için herşeyi yapabilecek kalitede ya da kalitesizlikte insanlar gelir… Bu da hataların hızla büyümesine, baskının giderek artmasına neden olur… İnandırıcılık ve güven bir kez kaybedilir çünkü… Gerisi teferruattır…
Ve tüm olumsuz düşünce, kelime ve tavırlardan usanan ve sizin elinizde sandığınız o kitle yavaş yavaş yüzünü güneşe döner…
Çünkü insanın en önemli ihtiyacı “MUTLU OLMAK” tır…
Sonu başından belli bir yolda yürürken asıl olan, yolu yürürken mutlu, umutlu, tok ve sağlıklı olmaktır.
Bugün o cümleyi bu derece değerli yapan yıllardır gerginlikten, mutsuzluktan, bağırtılardan, kavgalardan, maddi ve manevi güvensizlik duygusundan yorulan halktır. Alttan alta “bir söz sanki yeterli mi?”, “her şey zor olacak” gibi insanların içindeki umudu yok etmeye çalışan cümlelerle kötülük istediğini elde etmeye çalışıyor olsa da… O kelimeler çok önemlidir…
#herşeyçokgüzelolacak
Aynı gençliğine, kadınına, köylüsüne güvenen Atam’ın o günün koşullarında şartları bildiği halde söylediği cümleler gibi… Kabul edelim o gün bu güven duygusu bu ülkeyi işgalden kurtarmıştır. Ve elbette sinsi kötülüğü yok edememiştir. Çünkü kötülük kötülükle teşvik edilir, iyiliğin teşvik primi ise yüreklendirmektir.
Son olarak bu ülkenin ihtiyacı olan “demokrasi”dir. Adaletin olmadığı, hukukun işlemediği yerde demokrasi yanlızca hayaldir. Ve demokrasi son 20-25 yıldan çok önce kaybedilmeye başlanmıştır. Bugün içinde bulunulan durum maalesef bu durumun sonucudur… Aslında belki de bugünün demokrasilerinde “oyu verme, sonra koyuverme (iktidarı kendi haline bırakma)” dönemi kapanmalıdır. Sivil toplum örgütlenmeli, örgütler hem denetim yapmalı hem de belli bir düzen ve sınırlar içinde yönetime katılmalıdırlar… Geniş kapsamlı demokrasi tanımında beş bileşen önemlidir: temsili hükümet; temel haklar; denge ve denetleme; kamu idaresinin tarafsızlığı; katılım… Otoriterleşme ya da diktatörlük ise bir ülkede demokrasiyi ayakta tutan kurumların bulunmaması ya da siyasi iktidar tarafından tahrip edilmesi anlamına gelir…
Burada yazıyı açığa bırakmak lazım belki de…
Kibir ve kötülüğün kazanmadığı bir Dünya, bir Türkiye diliyorum…
- “Aidiyet” Ait Olmanın Tadının Kaçtığı Şeyler - 23 Aralık 2019
- Dedikodu - 17 Ekim 2019
- Anne var, anne var… - 19 Eylül 2019