Her derde deva öpücük…

Dudaklarımızı bir kişi ya da nesneye dokundurmak, belki de sesli olarak biraz da “vakumlamak” olarak tarif edebileceğimiz “öpücük” türlü türlü kültürde, sayısız anlama sahip bir insan eylemi. Akıllara ilk olarak aşk ve tutku gelse de, samimiyet, saygı, boyun eğme gibi daha pek çok anlamı bulunuyor. Önce öpücüğün bu yanlarından bahsedeyim:

Bizim kültürümüzde öpmek neredeyse her gün yaptığımız bir şey… Hemen hepimiz arkadaşlarımızla karşılaştığımızda, doğrudan öpmesek de, yanakları birbirine değdirip şöyle bir havayı öperiz. Bu selamlaşma karşılaşan iki insanın aralarında samimiyet olup olmadığını hemen anlamamıza yardımcı olur. Çoğumuz bayramlarda ya da kavuşmalarda aile büyüklerimizin ellerini öper alnımıza koyarız. Çok saygı duyduğumuz büyüklerin de… Bu davranışlar geleneklerden kaynaklanmakla birlikte temelde saygıya dayalı bir ast-üst ilişkisi gösterir. Sıradan insanlar için bu hiyerarşi yaşa göre belirlenirken, Türk ya da İtalyan mafyalarında ya da otokrasilerde yaşın değil, iktidarın göstergesidir. Centilmenler de el öperler. Bir İngiliz aristokratı ya da gentile bir çapkın, dikkatini cezbetmek ya da saygısını göstermek istediği bir kadının elini zarifçe öpebilir. Ne var ki öptükten sonra alnına götürmez.

Bu saygı gösterisi kişiden kişiye olmak zorunda değildir. İslam, hristiyanlık ve musevilikte kutsal olduğu düşünülen nesneler de öpülür. Bu kutsiyet dini olmak zorunda da değildir; bazen aşıklar, aziz sevgilinin hatırası olan hediyeleri hatta fotoğrafları, mektupları öpebilirler.

Öpme benzeri davranışın tarihteki ilk örneğine 3500 yıl önce yazılmış sanskrit metinlerinde rastlanır. Antropologlar öpme davranışının nasıl ortaya çıktığı konusunda iki kampa ayrılırlar. Birinci gruptakiler öpmenin içgüdüsel bir davranış olduğunu öne sürer. Yani “öpmeye” yönelik programlanmış olarak doğarız. İkinci gruptakilerse öpmenin anne-çocuk arasındaki beslenme ilişkisinden evrildiğini iddia eder. Hani şu pek çok hayvanda görebileceğiniz, annenin besini önce kendi çiğneyip sonra da ağız yoluyla bebeğine vermesinden… Özellikle de “Fransız öpücüğü”, “öperek besleme” eylemine çok benzer, zira anneler de çiğnedikleri yiyeceği diliyle bebeğin boğazına doğru iter…

Eh… Fransız öpücüğünü telaffuz ettiğime göre, artık öpücüğün kanımız kaynarken akıllara gelen ilk işlevine dönebiliriz: Öpücük, özellikle de iki kişinin aynı anda birbirini öpmesi -hadi buna “öpüşme” diyelim artık- pek çok kültürde karşılıklı cinsel rızanın işaretidir. Dışarıdan baktığımızda aşkın (ya da birlikteliğin) kesin göstergesi olarak algılarız: Zira birbirlerine sarılan, yanak yanağa öpüşen kişilerin “sevgili oldukları” kesin değildir… Ama öpüşürlerse, kuşku götürmez. Bazen bir ilişkiyi resmen başlatan şey de öpüşmektir. Süperkahramanların filmin sonunda “kızı öperek” ilan-ı aşk etmeleri gibi… Öpüşmek evlilik törenlerinde de vazgeçilmez bir ritüeldir ve eşler nikâh memuru onay verdikten sonra öpüşürler. Kültürlere göre öpülen yer dudak, yanak veya alın olmak üzere değişiklik gösterir.

Şu ana dek saydığım örneklerle, öpücüğün kültürün bir öğesi olduğu kadar aynı zamanda bir iletişim aracı olduğunu anlattım… Elbette öpüşmenin beden üzerinde de etkileri var. En meşhur olanı ağrının “öpünce geçmesi”… Bu tedavinin etkileri abartılsa da, dokunma sinirlerinin ağrı sinirlerinden daha kalın olması, gerçekten de öpücüğü ağrıdan daha yoğun algılamamıza neden oluyor. Sehpaya çarptığımız bacağımızı ovalamanın bize iyi gelmesi gibi… Belki bir kurşun yarası acısını değil ama bir iğne batığını öpücükle bastırmak mümkün olabilir. Ayrıca öpülen yerde damarların genişlemesi ve öpülmenin ağrı azaltan endorfin salgısını artırması, “öpünce geçmesindeki” başka etkenlerden. Öpüşmek sağlığa da faydalı çünkü tansiyonu düşürüyor ve stresi azaltıyor… Salya salgısını artırdığı için diş çürümelerine karşı da etkili olduğu öne sürülüyor.

Ancak burada “önümüze geleni öpsek iyi olur” mesajı verdiğimi düşünmeyin. Öpücükle bulaşan hastalıklar da mevcut. Uçuk virüsleri gibi… Ayrıca enfeksiyöz mononükleoza (hatta diğer adıyla “öpücük hastalığı”na neden olan) EBV de tükrük aracılığıyla bulaşıyor. 1997’de HIV virüsünün öpüşme yoluyla bulaştığı da kayıtlara geçmiş çünkü öpüşen çiftin her biri diş eti hastalığından muzdaripmiş.

Öpüşmenin faydası, zararı, kültürel anlamı, kökeni filan bir yana… Şu fani dünyada bir kez aşık olmuş herkesin itiraz etmeyeceği bir geçrek var: Sevgiliyi öpmek gibisi yok… Hem ne demiş Cemal Süreya?

Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük…

Kaynaklar: