Abonesi olduğum, daha ziyade dış politika ve bilimsel gelişmelerle ilgili yabancı makalelerin derlendiği, aylık bir gazete var. Bu ay o gazetede, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, halen faal olmasının Türkiye için bir utanç olduğunu düşündüğüm Ensar Vakfı’nın Genel Kurulu’nda yaptığı bir konuşmayı da vermişler. Söz konusu konuşma yerel basında da verilmiş fakat kıyıda köşede kalmış. En azından ben okumamıştım. O konuşmayı yazmak istedim bu kez; çünkü iktidarın ne yapmak istediğini bence çok net şekilde ortaya koyan bir konuşma. Paragraf paragraf değerlendirelim. Diyor ki:
“Biliyorsunuz siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültüre iktidar olmak ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz siyasi iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var. Elbette çok sevindirici, umut verici gelişmeler yaşandı. İmam Hatiplere olan ilginin artması; tüm okullarda Kuran-ı Kerim, Siyer-i Nebi, Osmanlıca gibi derslerin seçmeli olarak okutulması başlı başına çok güzel şeyler. Bununla birlikte ülkemizin ihtiyacı, milletimizin talebi, bizim hayalimiz olan nesillerin yetiştirilmesi konusunda hâlâ pek çok eksiğimiz bulunuyor.”
Erdoğan’ın gelecek nesillerin almasını istediği eğitimden nasıl bir ülke hayal ettiğini bu sözlerinden çok açık bir şekilde anlayabiliyoruz. Öncelikle şunu söyleyeyim; İmam Hatiplere ilgi artmadı, iktidar her yere İmam Hatip açtı. Erdoğan’ın “umut vericici” diye nitelendirdiği gelişmelere baktığımda, evrensel demokratik, modern ve insan haklarına saygılı bir ülke olmak adına en ihtiyaç duyulmayan şeyleri öğretmeyi hedeflediklerini söyleyebilirim kendi adıma. Bu çocuklar, dünya ile iletişim kurarken Osmanlıcayı mı, Siyer-i Nebi’yi mi (peygamberin hayatını anlatan bir esermiş, ben de yeni öğrendim) yoksa Kuran’daki ayetleri mi kullanacaklar çok merak ediyorum doğrusu. Bu sayılanlar çoğunlukla dini eğitimler olmakla birlikte isteyen özel hayatında istediği kadar okur öğrenir. Fakat hiçbir çocuğumuza İslami değerler dikte edilemez. Anayasa halen laik, hatırlatalım. Bugün, seçmeli denilen tüm bu dersler kimi okullarda çocuklara dayatılıyor. Halen din dersi zorunlu ve din dersi programları en ağır şekilde, Anayasaya ve AİHS’e aykırı olarak İslami eğitim içeriyor. Ateist yahut başkaca dinden/mezhepten olan çocuklarımızın muaf tutulması için dava açıyoruz, tüm emsallere rağmen gözümüzün içine baka baka yasaya aykırı olarak karar veriyor hakimler (Bu konu ile ilgili de bilahare yazacağım). Tüm dünya Finlandiya’nın eğitim sistemini örnek alıyor, biz burada Arabistan’a benzemeye çalışıyoruz. Dünyada su bitiyor, gıda tükeniyor, mülteci problemi had safhada, insanlar açlıkla savaşıyor; bu “gerçek” sorunların çözümüne yönelik “gerçek” bir eğitim sistemi benimsemek gerekirken, bizimkiler okullarda Osmanlıca öğretmenin peşinde. Hedef Osmanlı’yı diriltmek mi acaba? diye sormadan edemiyor insan. Sonra, yok canım, diyorum; bu laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ne kastetmek olur ve Anayasayı en ağır şekilde ihlalidir, olmaz öyle şey… Finlandiya örneğine dönersek; çocuklar günlük 3-4 saatlik derslerle, cep telefonu kullanmak serbest olarak (çünkü ders esnasında bir yandan telefondan araştırma da yapıyorlar), pilates toplarının üzerinde, dünyadaki sorunları çözmeye yönelik, başka ülkelerdeki okullarla interaktif projeler üretmek üzerinden eğitiliyorlar! Bizimkiler de 15 Temmuz kompozisyon yarışması düzenleyip birinciye 6 cumhuriyet altını veriyor. Yahut müsamerelerde el kadar çocuklara savaş talimi yaptırıyorlar. Hedeflenen kültürel ve sosyal iktidar… Vay Ata’m vay…
Sonra devam etmiş Sayın Cumhurbaşkanı: “Dilimizden, tarihimize kadar birçok alanda ecdadımıza ve kültürümüze duyulan husumetin ürünü bir yaklaşımla hazırlanmış olan müfredatlar daha yeni yeni değişiyor. Medyadan sinemaya, bilim, teknolojiden hukuka kadar pek çok alanda hâlâ en etkin yerlerde ülkesine ve millete yabancı zihniyetteki kişilerin, ekiplerin, hiziplerin bulunduğunu biliyorum. Açıkça söylemek gerekirse bu durumdan da büyük bir üzüntü duyuyorum.”
Burada Erdoğan’ın meşhur “ecdad”tan kastının Osmanlı olduğunu biliyoruz (Daha eskiye gidiyor da olabilir). Ben Erdoğan öncesi sistemde okumuş biri olarak şunu söyleyebilirim; hiç de Osmanlı düşmanı bir müfredat yoktu. Espriyle ifade edecek olursak; Osmanlı savaşları kazandığında mutlu oluyorduk tarih dersinde. “Yanlış ve eksik tarih bilgisi vardı” dese bir nebze anlaşılabilir belki. Fakat şunu biliyorum; Atatürk’ün kurduğu modern, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak asıl ecdadımız Mustafa Kemal Atatürk ile başlar. Öyle de olması gerekir. Adı üstünde “Ata”türk. Okullarımız ve müfredat bize Atatürk sevgisini aşıladı. Zira, bu ülkeyi kuran ve muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak için çabalayan o’dur. Çok basit bir mantık öyle değil mi? Kimseye de düşman olmadık. Bilakis görüyoruz ki; bu müfredat bizleri değil, müfredattan farklı düşünenleri düşman etmiş.
Bildiğimiz kadarıyla dilimiz de Türkçe. Türkçe dersleri de normal Türkçe edebiyat ve dil bilgisi öğrendiğimiz derslerdi. Yani Türkçe dersine düşmanca müfredat nasıl olur, doğrusu hayal de edemiyorum. Burada dilimiz derken Osmanlıcayı kastediyor olabilir mi Erdoğan? Ama sanmıyorum ki Osmanlıcayı kastetsin. Aksi halde konuşmasında bahsettiği ülkesine ve milletine yabancı kişilerden biri kendisi olmuş olurdu.
Bu ülkesine ve milletine yabancı zihniyetteki kişilerin hiziplerin, yabancı olmasının sebebi nedir, orası açık değil. Fakat belirtmek gerekir; Erdoğan bu derece samimi bir konuşmayı Ensar’da yaptığına göre, Ensar’daki bu kişilerin ülke ve millet bilincine sahip kişiler olduklarını varsayıyorum. Oysa Ensar’da ülke ve millet bilincine sahip olması gereken bu hocalardan biri onlarca çocuğa tecavüz etti. Bununla birlikte; (Sosyal Haklar Derneği’nin aylık çocuk hak ihlalleri raporlarını tutuyoruz) her ay mutlaka bir Kuran kursunda istismar vakası olduğunu görüyoruz. AKP’nin iktidar olduğu son 10 yılda çocuk istismarı yüzde 700 artmış durumda. O çocuklara şimdi ne kadar ülke bilinci aşılasan boş. Kayıp o çocuklar. Diyorum ki; çocuklara ülke bilincinin yanı sıra insan hakları eğitimi vermek de gerekiyordur belki. Osmanlıcayı değil de en basitinden uluslararası insan hakları sözleşmelerini inceleyen ve çocuklara haklarını öğreten bir seçmeli ders daha hayatidir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir kez olsun ülkede yaşanan insan hakları ihlallerine ilişkin ne kadar üzüldüğüyle ilgili Ensar’daki gibi samimi bir konuşma yaptığını duymadım. Mesela bu Pazar tüm dünyada bir karnaval gibi kutlanan Pride/Onur Yürüyüşü’ne izin verilmedi. Yine tek amacı barışçıl bir şekilde Pride’ı kutlamak olan onlarca insan gözaltına alındı ve dövüldüler. Yetmedi avukatları da gözaltına alındı. Hedeflenen kültürel ve sosyal iktidar, bu ihlalleri ve kendilerinden olmayan herkesin kültürünü görmezden gelmeyi mi gerektiriyor yoksa?
Ensar’daki konuşmasında; “Bizden önceki nesiller tek parti CHP’sinin zulmüne göğüslerini germişlerdi. Ardından 1960 darbesi üzerinden bir silindir gibi geçti. 1970’li yılların alaca karanlık kuşağından pek çok arkadaşımızı kaybettik. Biz 1980 darbesine maruz kalan neslin içindeydik. 28 Şubat döneminin zulmünü, o günleri bizzat yaşayanlardan dinlemişsinizdir. En son 15 Temmuz darbe girişimini hep birlikte yaşadık.” diyen AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, uygun gördüğü “bazı” zulümlerden bahsetmeyi tercih ediyor daha ziyade.
Son olarak Gezi ile 15 Temmuz’u kıyas ediyor ve “15 Temmuz’un en büyük kahramanlarından biri de gençlerimizdir. Geçmişteki o acı hatıraları bizzat yaşamadıkları halde darbe teşebbüsü anlaşılır anlaşılmaz takdire şayan bir sezgiyle gençlerimiz hemen harekete geçtiler. Tankların altından girip üstünden çıkmaktan, darbeci hainlerin üzerlerine gidip işgal ettikleri yerleri kurtarmaya kadar gençlerimiz hep ön saftaydılar. Birilerinin ‘Artık yeni nesillerden millete ve ülkeye hayır gelmez’ dediği gençler, o gece böyle söyleyenleri mahcup ettiler. O gece oraya gelenler Gezi Parkı’nın gençleri değildi. Bunu iyi görmemiz lazım. O gece oraya gelenler vatanını, milletini seven; bayrağı, ezanı için yola koyulan gençlerdi” diyor. Yani, apaçık Gezi’deki çocuklarla 15 Temmuz’daki çocukları karşı karşıya getiriyor. Bu söylem, çok sakıncalı bir söylem. Zira, gençleri birbirine düşürür. Gezi’nin, Cumhurbaşkanı’nda oldum olası bir travma olduğunu biliyoruz. Her fırsatta Gezi’ye ateş püskürüyor. Hani, bazı kesimlere yapılan zulümden bahsediyor ya Erdoğan, yahut CHP’nin yıllardır halkı anlamadığından; işte aynı zulmü şu an Gezi’deki çocuklar yaşıyor. Bu insanlar halk değil mi? O çocuklar çok daha büyük ve ilerici bir sezgiyle “ağaç” için canlarını ortaya koydu. Ağaç da vatandır, gelecektir. Buna rağmen Erdoğan Gezi’deki çocuklara “Çapulcu” dedi, amaçlarını “3-5 ağaç”a indirgeyip küçümsedi. Sonra bu insanlar “Hayır” deyince ve “Adalet” talebiyle yollara düşünce bu kez “terörist” oldular. Fakat bu ötekileştirme, yalnızca kitleyi daha çok büyütür, belirtmiş olalım.
Dipnot: Adalet Yürüyüşü tüm ihtişamıyla büyüyerek devam ediyor. Her ne kadar Cumhurbaşkanı, yürüyüşü yapabilmemizin kendilerinin bir lütfu olduğunu açıkça ifade ettiyse de, bu yürüyüş haksızlığa karşı çıkanların öz iradesiyle her türlü baskıya rağmen yaptıkları bir yürüyüştür. Bizler de cübbelerimizle katıldık, haksızlığa karşı hep birlikte yürümenin muhteşem havasını soluduk. Vakti ve imkanı olanların da mutlaka o havayı solumalarını ve destek vermelerini dileriz.
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024