“Yazarların görmediği şey
olmamış demektir.”[1]
Yazın akımları, bu akımların yaygın olduğu dönemler ve ele aldıkları konular konusunda yapılacak değerlendirmeler belli bir bütünsellik içinde yapılmalıdır. Bu tür bütünsel bir değerlendirmede, bir yandan ele alınan yazınsal metinler, diğer yandan da ekonomik ve toplumsal yapı ile ideolojinin metne eklemleniş biçiminin bulunması gerekmektedir.[2] Bu bağlamda özellikle tarihsel unsurlar içeren yazınsal metinler, aynı zamanda resmi tarih dışında tarihle yüzleşebilmenin de önemli birer aracı niteliğindedirler. Çünkü sanatsal bilgi nitelik itibariyle teorik bilgiden farklı içeriğe sahip olmakla birlikte onunla çelişmez; özellikle de tarih ve sosyoloji söz konusu olduğunda teorik bilgiyi tamamlar ve kimi zaman daha zengin veriler sağlayabilir.[3] Çünkü sanat, önemli olanı tutup önemsiz olanı çıkarmak işleviyle toplumsal olayları anlayabilmek bakımından önem taşır.
Gerçekçiliğin anlamı bakımından 12 Mart romanları değerlendirilirken nasıl bir gerçekçilikten bahsettiğimiz de değerlendirmenin bütünselliği ve anlamı bakımından önemlidir. Gerçekçilik, Stendhal’ın ayna benzetmesindeki gibi yaşamın tüm ayrıntılarını edilgen bir biçimde yansıtmaktan öte, gerçekliğin özünü doğru bir açıdan verme, görünenin ardındaki bütünsel özü somutlaştırarak yansıtma olarak tanımlandığında[4] Türkiye’nin siyasi tarihinde önemli bir dönüm noktasına işaret eden ve Türkiye’de politik romanın öncüsü olarak nitelendirilen 12 Mart romanlarına da bu gözle bakmak gerekecektir.
12 Mart romanlarını “politik roman” kategorisinin içine yerleştirmeden önce, bir kategori olarak yaygın biçimde kullanılan “politik roman”ın ne anlama geldiğine ve anlamlı bir kategori olup olmadığına da değinmek gerekir. Bir politik bilinçlilikle yazılmamış olsalar dahi, aslında tüm romanlar konu edilen yaşantının içerisindeki politik unsurları mutlaka içermektedir ve bu nedenle bu kavram aslında anlamlı bir kategori değildir. Çünkü roman, bir yandan yazarının insana, dünyaya ve yaşadığı topluma ilişkin görüşlerini kendi bakış açısı ve deneyimleri doğrultusunda yansıtırken, diğer yandan da belli bir döneme ilişkin gözlemlerini bize edebi araçlarla sunması aracılığıyla aslında tarihsel, sosyolojik ve hatta hukuksal öğeleri de içerir. 12 Mart romanları da bu öğeleri fazlaca içeren ve içerme iddiasında olan bir kategori olması nedeniyle çalışmada, 12 Mart romanlarının estetik ve edebi değerlendirilmesinden çok o dönemi yaşayan yazarların bu romanları neden ve nasıl yazdığı, bu tarihle nasıl yüzleştiği, 12 Mart’ın hangi özelliklerine odaklandığı, olayları nasıl yansıtmayı tercih ettiği ve bunun nedenlerine odaklanılmaya çalışılacaktır.
Gerçekten de 12 Mart romanları, bir kuşağın anılarından oluşan ve kategorik olarak iletişimsel hafızaya dahil olabilecek nitelikteki bilgileri kültürel hafızaya çevirmek gibi bir işleve sahip olmuştur. Bir kuşağa damgasını vuran nitelikte yaşantılarını gündelik olan hatırlama eyleminin ötesine taşıyarak kurumlaştırmıştır.[5] 12 Mart romanı incelenirken de bu bağlamda yaratılan kültürel hafızanın geçmişin hangi noktalarına yöneldiği, hangi figürlerde yoğunlaştığı dikkate alınmalıdır. Çünkü toplumsal hafıza, geçmişin simgeler aracılığıyla yeniden inşasını ve sorgulamasını sağlamak işlevine sahiptir ve dönemin yazarı bu hafızanın taşıyıcısı konumundadır. Bu bağlamda dönemin seçilen yazarlarının 12 Mart’ı yansıtışı aynı zamanda bu tarihle nasıl hesaplaşıldığını, insan hakları ihlalleri, baskı ve işkencelerle geçen bu dönemde özellikle sol tarafından yaşanan travmayla yüzleşilip atlatılmasının başarılıp başarılmadığının da göstergesi olacaktır.
Öncelikle “12 Mart Romanları” olarak isimlendirilen bu kategorinin kapsamını belirlemek gerekiyor. Edebiyat eleştirmenleri tarafından sık kullanılan bir kavram olmakla birlikte, bu kategorinin kapsamı konusunda farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. 12 Mart romanı denince kronolojik bir tasnif yapıldığı sanılmamalıdır. Bu eserler, sadece belli bir dönemde yazılmış eserleri ifade etmez; gerek muhtıra öncesi, gerekse günümüze kadar uzanan sonraki dönemde 12 Mart’ı konu edinen, o dönemde yaşanan gerçek olaylardan esinlenen ve genellikle yaşananları gerçekçi biçimde aktaran edebiyat eserlerini kapsar. 12 Mart’ın hemen ardından Büyük Gözaltı ile başlayarak ardı ardına romanlar kaleme alınmışsa da yakın tarihlerde de 12 Mart döneminde geçen veya muhtıranın etkilerini sorgulayan romanlar kaleme alınmıştır ve bunları da 12 Mart romanı olarak nitelendirmek gerekmektedir. Bunların içinde doğrudan politik bir perspektife sahip olan ve siyasal olaylara odaklanan eserlerin yanısıra 12 Mart’ın kişiler üzerinde yarattığı psikolojik etkiler ve toplumsal ilişkilerdeki yıpranmayı ele alan kalemler de mevcuttur.
12 Mart’ın bir roman türünü ifade eder hale gelmesinin nedeni, 12 Mart’ın sadece siyasi tarih açısından değil, aynı zamanda Türkiye edebiyatı tarihi bakımından da bir dönüm noktası oluşturmasıdır. 12 mart’a gelinene dek baskın olan köy edebiyatı bu tarihten itibaren etkisini yitirmiş, bu tarihten itibaren artık gerçekçi ve siyasi romanlar kaleme alınmaya başlanmıştır. Köy edebiyatında baskın olan ezen / ezilen ilişkisi ve bu ilişkiye başkaldıranlar 12 Mart romanlarında devrimci ve faşist güçler şeklinde kendini göstermekte, ancak biçimsel ve içerik anlamında ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Konu bakımından farka bakıldığında, 12 Mart edebiyatı romanları daha çok devlet ile birey arasındaki ilişki, siyasi nedenlerle suçlanan kişilere yapılan baskı / işkence / yargılama ve cezalandırma süreçleri ile toplumsal huzursuzluklara ve bütün bu karmaşa içerisinde bireyin yaşadığı çelişki ve yüzleşmelere odaklanmıştır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, bu romanlarda ‘60 sonrası başkaldırı hareketlerinin kendilerinin değil, yenilgi sonrası aşama olarak cezalandırılmaların konu edilişidir.[6] Bu bağlamda konu olarak 12 Mart romanları yukarıda değindiğimiz çerçevede “politik roman” türünde kabul edilmektedir.
12 Mart romanları biçim olarak da diğerlerinden ayrılır; bu romanlar öncelikle –farklı biçimlerde de olsa- gerçeği yansıtmak ve yaşananları doğrudan yaşamayanlara aktarmak amacıyla yazılmış gerçekçi romanlardır ve köy edebiyatında olduğu gibi masal, halk edebiyatı destan gibi türlerden yararlanmaya çalışmaz; kurduğu dünya öncekilerde olduğu gibi ideale ve kurmacaya yönelik değil, doğrudan gerçeklere yöneliktir.[7]
12 Mart hakkında yazılmış tüm romanları ele almak bu çalışmanın sınırlarını aştığından çalışmanın amacı doğrultusunda bazı sınırlandırmalara gidilmiştir. 12 Mart, özellikle sol üzerinde bir baskı yarattığından 12 Mart romanları genellikle sol aydınlar tarafından yazılmıştır ve 12 Mart’ı nasıl karşılayacağından emin olamayan ve büyük bir darbe alan solun kendi kendisini değerlendirmesini de içerir. Bu bakımdan Türkiye’de o tarihlerde solun politik bilincini nasıl değerlendirdiği ele alınmaya çalışılacağından 12 Mart dönemini sağdan bir bakışla ele alan sınırlı sayıda eser kapsam dışında tutulmuştur. Bunun dışında kalanlardan da 12 Mart romanı deyince akla ilk gelen önemli romanlarla özel önemi olduğu düşünülen romanlar olmak üzere on bir roman seçilmiştir. Bu romanların değerlendirilmesine geçmeden önce romanlardan kısaca bahsetmekte fayda var.
Seçilen romanlardan üçü, 12 Mart yazarı olarak anımsanan Sevgi Soysal’ın Şafak, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu ve hapishanedeyken kaleme aldığı Yenişehir’de bir Öğle Vakti isimli romanlarıdır. Şafak, kısmen rastlantısal olarak bir akşam yemeğinde buluşan, farklı sınıf ve deneyimlerden gelen kişilerin polisin baskını sonucunda gözaltında geçirdiği bir geceyi anlatır; baş karakterleri Oya ve Mustafa burjuva kökenli devrimcilerdir ve onların iç çatışmaları ve gözaltındayken hatırladıkları anıları romanda önemli yer tutar. İkinci Soysal romanı olan Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu Soysal’ın hapishane anılarını anlattığı anı-roman türünde yazılmış romanıdır. Yenişehir’de bir Öğle Vakti ise doğrudan doğruya dönemin siyasi olaylarından öte, özellikle burjuva devrimciliği ve devrimciler arasındaki ilişkilere odaklanmıştır.
12 Mart denince akla gelen bir başka kitap da Füruzan’ın 47’liler isimli romanıdır. Bu romanda 12 Mart’ta öğrenci olan burjuva kökenli Emine’nin yaşantıları, bellek yolculukları, aile çatışmaları, hapishane yaşantıları ve çevresindeki arkadaşlarının öyküleri anlatılır.
Adalet Ağaoğlu’nun Bir Düğün Gecesi ise adından da anlaşıldığı üzere bir düğüne katılan farklı kişilerin iç konuşmalarından oluşan diğerlerinden farklı nitelikte bir romandır. Bu roman, diğerlerinde olduğu gibi işkence ve gözaltıları da içerse de temel odağı bu değildir. Psikolojik öğelerin ve kişisel ilişkilerin daha yoğun olarak bulunduğu romanda 12 Mart döneminin yarattığı psikoloji tahribat ile solun iç eleştirisi de yer alır.
Erdal Öz’ün Yaralısın isimli romanı da akla gelen ilk 12 Mart romanlarından biridir. Kitabın önemli bir bölümü gerçekçi ve ayrıntılı işkence sahnelerinden oluşmakla birlikte farklı unsurlar da içerir. Romanın kahramanının işkenceden sonra gönderildiği ve adi suçluların kaldığı koğuştakilerin tamamının adı Nuri’dir ve Nurileşmek soyut bir kavram halinde ön plandadır; roman diğerlerinde olduğu gibi aydın- işçi sınıfı kopukluğuna da odaklanır.
Pınar Kür’ün Yarın Yarın isimli romanı 12 Mart öncesi ve sonrasını yansıtır ve burjuva kökenli Selim ve zengin bir adamla evli sevgilisi Seyda başta olmak üzere ailesi ve devrimcilerle ilişkileri, iç ve dış çatışmaları ile Selim’in hemen 12 Mart sonrasında öldürülmesi ile devam eden süreci anlatır. Bu roman da özellikle burjuva devrimciliği, bireyselcilik, yaşanan çatışmalar ile provokasyona odaklanmıştır.
12 Mart sonrasında basılan ilk 12 Mart romanı olma özelliği taşıyan Büyük Gözaltı ile Bir Avuç Gökyüzü de yine işkence, gözaltı ve hapishane süreçlerine odaklanan Çetin Altan romanlarıdır. Her ikisinde de özellikle provokasyon ve hukuk dışılık önemli yer tutar.
Oya Baydar’ın diğerlerine göre yakın zamanda yayınlanan ve daha geniş bir dönemi ele aldığı Sıcak Külleri Kaldı romanı aslında 1960’lardan 2000’lere Türkiye siyasal yaşamının önemli olaylarına panoramik bir bakışı içerir. Kitapta ana karakter Ülkü, gençliğinde aşık olduğu ve daha sonra Dışişlerinde çalışan zengin bir ailenin burjuva oğlu Arın ile Ülkü’nün evlendiği öğretim üyesi Ömer Hoca üçlüsünün yaşantıları odak alınarak tarihle yüzleşilmeye çalışılmıştır. Romanda yüzleşme önemli bir yer tutar, çünkü Arın karakteri yıllar sonra 12 Mart ve 12 Eylül başta olmak üzere devletin eylemleri konusunda bir basın açıklamasında resmi tarih dışı söylemleri nedeniyle öldürülmüştür.
Melih Cevdet Anday’ın Gizli Emir’i ise diğerlerinden farklı bir anlatım ve kurguya sahiptir. 12 Mart’ın hemen öncesinde basılan ve ne zaman nerede geçtiği belirsiz olan romanda olağanüstü rejim yönetimi vardır, etrafta sürekli çatışmalar ve baskınlar olmakta, neyin suç olduğunun bile belli olmadığı belirsiz olan bu ortamda herkes bir “gizli emir” beklemektedir ve artık bekleyişin kendisi beklenen şeyin kendisinden öte bir anlam ve varoluş biçimi haline gelmiştir.
[1] Elias Canetti, Edebiyatçılar Üzerine, Payel Yayınları, Ankara, 2007, s. 11.
[2] Nedim Gürsel, Başkaldıran Edebiyat, Doğan Kitap, İstanbul, 2007, s. 11.
[3] Murat Belge, Edebiyat Üstüne Yazılar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006’da “12 Mart Romanları”, s. 114.
[4] Gürsel, Başkaldıran…, s. 20.
[5] İletişimsel ve kültürel hafıza için bkz. Mithat Sancar, Geçmişle Hesaplaşma: Unutma Kültüründen Hatırlama Kültürüne, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s. 44-46.
[6] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005, s. 11.
[7] Moran, Türk Romanına…, s. 16.
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024