İran’daki İslam Cumhuriyeti rejimi, bugün yalnızca kendi halkı için değil, bölge ülkeleri ve küresel siyaset için de bir kaygı kaynağı olmaya devam ediyor. Kadınların bisiklete binmesinden sokakta nargile içmesine kadar birçok alanda uygulanan katı yasaklar, muhaliflerin infazları ve devletin ideolojik misyonunu sınırlarının ötesine taşıma çabaları, bu rejimi dünyadaki benzerlerinden ayırıyor. Benzer rejimlerin çoktan tarih sahnesinden çekilmesine rağmen, İran İslam Cumhuriyeti 45 yılı aşkın süredir ayakta.
Peki, bu nasıl oldu?
Bu sorunun cevabını yalnızca ideolojik kalıplarla aramak yeterli değil. Çünkü 1979 Devrimi’nin taşıyıcıları yalnızca İslamcılar değildi. Marksistler, seküler milliyetçiler ve liberal reformcular da monarşiye karşı halk hareketinin parçalarıydı. Şah’ın baskıcı yönetimine karşı oluşan geniş muhalefet cephesi, ortak bir otoriterlik karşıtlığı üzerinden birleşmişti. Ne var ki, bu çok sesli devrim, kısa sürede İslamcı tek sesliliğe evrildi.
Bugün elimizde, bu dönüşümün bir zorunluluk olmadığını gösteren güçlü tarihsel ve sosyolojik kanıtlar var. İran toplumunun ortalama dini duyarlılığı, birçok Müslüman ülkeden daha düşük. Üstelik İran halkının güçlü bir kültürel özsaygısı ve bireyci eğilimleri var. Tüm bu gerçekliklere rağmen, İslam Cumhuriyeti’nin bugüne ulaşması, büyük ölçüde tarihsel rastlantıların, örgütsel fırsatçılığın ve siyasal başarısızlıkların sonucuydu.
Son yıllarda yapılan İslam Devrimi üzerine yeni okumalar, İran İslam Cumhuriyeti’nin aslında ne kadar kırılgan temeller üzerinde yükseldiğini gözler önüne seriyor. Devrim sonrası kurulan geçici hükümetin kararsızlığı, sol muhalefetin örgütsel dağınıklığı, halkın Şah sonrası düzen arayışı ve Ayetullah Humeyni’nin karizmatik etkisi bir araya gelerek İslamcıların güç kazanmasını sağladı.
Ancak bu süreçte yaşanan en temel zaaf, seküler muhalefetin stratejik körlüğüydü. Marksist ve solcu gruplar, İslamcıların nihai hedeflerini küçümseyerek onlarla geçici ittifaklara yöneldi. Oysa bu kısa vadeli hesaplar, sonunda en ağır bedeli yine bu gruplara ödetti. Devrimin hemen ardından başlayan tasfiyelerle birlikte, İslamcı olmayan bütün siyasi aktörler sistemin dışına itildi, susturuldu ya da yok edildi.
Bugün İran halkı, özellikle genç kuşak, bu teokratik düzenle her geçen gün daha fazla çelişiyor. Mahsa Amini’nin ölümüyle patlak veren “Kadın, Yaşam, Özgürlük” hareketi, yalnızca bir başkaldırı değil; aynı zamanda tarihsel bir sorgulamanın ifadesidir. Çünkü İran toplumu, kendisine dayatılan bu rejimi hiçbir zaman bütünüyle içselleştirmedi. Devrimi mümkün kılan toplumsal enerji, bugünkü düzeni meşrulaştırmak için değil, onun dışına çıkmak için yeniden harekete geçmiş durumda.
İran İslam Cumhuriyeti’nin doğuşu, belirli tarihsel koşulların ve örgütsel hamlelerin bir sonucuydu; kaçınılmaz değildi. Bugün yaşanan protestolar ve toplumsal dönüşüm, bu düzenin de aynı şekilde çözülebileceğini gösteriyor. Çünkü hiçbir siyasal yapı, halkın iradesine karşı sonsuza dek ayakta kalamaz. İran tarihi, bir kez daha değişimin eşiğinde olabilir.
- İran İslam Cumhuriyeti Kaçınılmaz mıydı? - 5 Ağustos 2025
- Kayalıpınar’da Tanrıların Dili Kuşlar mıydı? - 30 Temmuz 2025
- Musa’nın Tarihselliği: İnançla Tarih Arasında Bir Gölgeler Yürüyüşü - 24 Temmuz 2025