Filmdi, Gerçek Oldu – Özgün Çınar

Zaman zaman, filmlerde parmak ısırtan teknolojilere ya da kan donduran olaylara şahit oluyoruz. Gerçekte var olsa hayatımıza getirebileceği kolaylıkları düşünüp hayıflanıyor ya da yaratabileceği dehşeti duyumsayarak ürperiyoruz.

Ancak görüyoruz ki, izlediğimiz an çok uzak gözüken teknolojiler ya da filme konu olaylar, başka bir on yıllık zaman dilimine geçtiğimizde hayatımızın bir bölümü haline gelmiş, gündelik yaşamımızı etkilemeye başlanmış. Tabii, bu son derece doğal. Zira, bilim ve teknoloji, kurgu yazarlarının beslendiği önemli kaynaklardan birisi. Henüz erken aşamalarında olan çalışmalar yavaş yavaş duyulmaya başlandığında, onun üzerine kurgu bir gelecek inşa etmek ve distopik gelecek tahayyülleriyle insanların merakını cezbedip hikâyenin içerisine çekmek verimli bir yöntem ve başarı şansını da oldukça artırıyor.

Son günlerde, bu kapsamdaki birkaç teknolojinin ve olayın gerçeğe dönüştüğünü görünce, bu yazıyı kaleme almaya karar verdim. Gelin hep birlikte ülkemizin yakıcı gündeminden kısacık bir an uzaklaşalım ve filmken gerçek olan teknoloji ve olaylara şöyle bir göz atalım.
İlk filmimiz, 2007 yılı yapımı olan Ben Efsaneyim (I Am Legend). Başrol oyuncusu Will Smith’in müthiş performansıyla unutulmazlar arasına giren film. Filmin konusu şöyle: Kızamık virüsü genetik seviyede mühendisliğe tabi tutularak kanserin tedavisinde kullanılmaya başlanır. İlk önce, her şey yolunda ve hayat toz pembedir. Kanser vakaları tamamen iyileşir. Kansere mutlak bir tedavi bulunduğu düşünülür ancak, virüsün mutasyon geçirmesiyle işler arapsaçına döner ve yeryüzünde yaratıklar cirit atmaya başlar.

Bilim İnsanları, bir süredir kanserin tedavisinde virüslerden faydalanıyor. Bu virüsler arasında çiçek virüsü de var, uçuk virüsü de. TVEC (talimogene laherparepvec) adı verilen ve “onkolitik virüs” olarak anılan bir virüs de kanser hücrelerini öldürme ve bağışıklık sistemini aktive etme yeteneği sayesinde, ileri seviye melanom tedavisi için halihazırda onaylanmış durumda. Neyse ki mutasyon ve insanların dönüşümü halen film senaryolarında kalmış durumda.

Şimdi biraz daha eskilere gidelim. Arnold Schwarzenegger’in başrolünde oynadığı, 1991 yılı yapımı Terminatör 2: Kıyamet günü (Terminator 2: Judgment Day) filmini seyretmemiş olan, muhtemelen yoktur aramızda. Bu filmde en fazla akılda kalan figür ise T-1000 idi, yani şekil değiştiren, sıvı metal robot.

Yok artık, bunu da mı yaptılar demeyin, çünkü yaptılar. Bu başarı, Sun Yat-sen Üniversitesi ve Zhejiang Üniversitesi’nden bilim insanlarından geldi. Yarattıkları robot eriyip sıvı hale gelebiliyor ve daha sonra yeniden şekillenebiliyor. Robot, erime noktası 30 santigrat derecenin biraz altında bir metal olan galyumdan yapılmış. Manyetik neodim, bor ve demir mikro partikülleri içine gömülü. İçindeki manyetik parçacıkların iki rolü var. Birincisi, manyetik indüksiyon yoluyla botu sıvılaştıracak kadar ısıtan bir elektrik akımı üretiyorlar. İkinci olarak da ekibin, metali sıvı veya katı halde mıknatıslarla yeniden şekillendirmesini ve hareket ettirmesini sağlıyorlar.

Üçüncü filmimiz, 2009 yılı yapımı olan Parazit (The Thaw). Korku ve bilim kurgu türünde bir yapım. Kuzey Kutbu’na yapılan bir araştırma gezisini, bu esnada eriyen bir kutup buzulu nedeniyle ölümcül bir tarih öncesi parazitin serbest kalışını ve araştırma ekibine yaşattığı cehennem azabını konu alan bir film.

Niyetim kimseyi endişelendirmek değil ancak birkaç gün önce yayımlanan bir haber, bunun da gerçek olduğunu müjdeliyordu (!) bizlere.
İklim değişikliği ve ısınan hava Kuzey Kutbu’nda binlerce yıldır donmuş şekilde bekleyen toprağın çözülmesine sebep oluyor. Permafrosttaki (yerin altındaki donmuş toprak tabakası) çözülme de potansiyel bazı riskleri ortaya çıkarmaya başladı. Bunların arasında virüsler de var. Bilim insanları, 48.500 yıldır donmuş olarak bekleyen bir virüsü permafrosttan çıkartmışlar ve virüs yeniden canlanmış. Virüs sadece canlanmakla kalmamış, aynı zamanda tek hücreli amiplere de bulaşabilmiş. Araştırmacılar, bu virüslerin hayvanlara ya da insanlara bulaşma ihtimalinin belirsiz olduğunu ifade etse de insan sağlığı açısından tehdit olarak görülmeleri gerektiğini vurguluyorlar.

Son olarak ele almak istediğim film, başrolünde Mel Gibson’ın oynadığı, 2002 yılı yapımı İşaretler (The Signs). Film, Pennsylvania’daki bir çiftlikte çocukları ve erkek kardeşiyle birlikte yaşayan, eşini kaybetmiş eski bir din adamının etrafında gelişiyor. Aile, bir gün tarlalarında gizemli işaretler buluyor. Ne olduğunu çözmeye çalışırken, bunların uzaylıların bıraktığı işaretler olduğu anlaşılıyor ve dünyayı istila eden uzaylılar, insanları avlamaya başlıyorlar.

Ürperdiniz değil mi? Neyse ki bu halen bir filmden ibaret ve sonsuza kadar da öyle kalmasını umuyorum.

Bir sonraki yazıda görüşene kadar, sağlıcakla kalın.

Özgün ÇINAR
Latest posts by Özgün ÇINAR (see all)