Faşist hareketler, kitle siyaseti ve kadınlar

Farklı siyasi hareketlerin hem popülist programları içinde hem de bu hareketlerin kitleselleşip yükselişinde kadınlar önemli paylara sahip oldu. Bu durum, faşist rejimler için de böyleydi. Kabaca 1920’lerde ortaya çıkan faşist hareketlerin kadınlarla ilişkisi hepten ‘negatif’ değildi. Faşist hareketlerin iktidara gelişi kadınlara yönelik propaganda da içerirken, bu hareketlerin toplumsallaşması kadınların kazanılmaya çalışılmasıyla gerçekleşti.

Taban desteği ve kadın örgütlenmeleri

1920 ve 30’larda İtalya ve Almanya gibi ülkelerdeki faşist hareketler, çok hızlı biçimde kitleselleştiler. Bu hareketler siyasi programlarında, kitle propagandalarında kadınlara hitap eden ve kadınları içeren söylemler geliştirdi. İtalya’da Mussolini’nin öncülük edeceği hareketin programındaki, seçme yaşının on sekize indirilmesi, işgününün sekiz saate çekilmesi ya da servetlerin kısmi kamulaştırılmasının yanı sıra kadınlara oy hakkı verilmesi gibi talepler hareketin popülist karakterini gösteriyordu.i Kemalist modernleşme projesinin 1930-1933 yıllarında kadınlara seçme ve seçilme hakkı veren reformları “çağdaş” ve “ilerici” kabul ediledursun, bu tarihten 14 yıl önce, 1919 yılında, İtalya’da, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesini talep eden faşist siyasi programlar dolaşıma girmişti bile.

İngiltere’deki ilk faşist hareket olan British Fascisti’nin kurucusu Rotha Lintorn-Orman adlı bir kadındı, ve bu, faşist hareketlerin kadınlarla ilişkisine dair en çarpıcı örneklerden biriydi.ii

Açıktı ki, faşist hareketler ve otoriter rejimler de dönemin siyasal dalgalanmasından etkilenmişti. Özellikle 1910’lardan itibaren suffrage (kadınlara oy hakkı) hareketi, kitleselleşmeye ve yankılar uyandırmaya başlamıştı. Savaş dönemi, kadınlar üzerindeki tüm olumsuz sonuçlarına rağmen, onların kamusal alanda daha fazla söz aldıkları bir süreç olmuştu. Bu dönem için 1917 Ekim Devrimi’nin kadınların özgürleşmesi yönündeki taleplerin öne çıkmasındaki etkisinden de bahsedilebilir.iii

Kadınlar faşist hareketlerin katılımcıları olarak politik mücadelenin “özneleri” olmuşlardı.iv İtalya’da Kızkardeşlerin Ulusal Birliği faşist hareket içindeki ilk kadın grubunun kuruluşuna öncülük etmişti. Almanya’da 1923’te Nazi yanlısı Alman Kadın Birliği kurulmuştu.

İngiltere’de British Fascisti’den sonra, 1932’de kadınların %25 oranında katılımcısı olduğu British Union of Fascists (Britanya Faşist Birliği) siyaset sahnesinde yerini aldı. Kadınlar buralarda geniş ailelere yardım toplamaktan, genç kadınlara faşist ideoloji eğitimleri vermeye; sağlık ve sosyal hizmetler konusunda eğitimler vermekten ev ev dolaşıp para yardımı toplamaya kadar farklı faaliyetler yürütüyordu.

Elbette ki faşist hareketlerin söylem ve pratikleri farklılık gösteriyordu. Faşist hareketler iktidara gelene kadar, hareketle kadınlar arasındaki ilişki değişken ve tartışmalı oldu.

Erkek liderler ve üyeler tarafından, kadınların doğrudan-görünür politik aktiviteler yerine hayır işlerine angaje olmaları gerektiğine dair söylemler yükseltildi. Kadınların hareket içinde bağımsız organlarının olup olmayacağı tartışıldı. Örneğin Naziler arasında kadınların erkeklerle eşit olduğu, partinin adayları arasında kadınların da gösterilmesi gerektiğine dair farklı görüşler vardı.

Hareket içindeki kimi kadınlar ‘feminizm’in korkulacak “yabancı” bir şey olmadığını da dile getirmişti. Fakat genel olarak feminizm, ayrılıkçılık yaratan, düşman karşısında kavgayı engelleyen, yabancı bir unsur olarak görüldü. Nitekim Hitler’e göre kadınların kurtuluşu sloganı, Yahudi entelektüellerinin ürünüydü.

Kadınlara yönelik politikalar bir taraftan onları -arzu edilen sınırlar içinde- özneleştirmeye yönelikken diğer taraftan açılan özgürleşme alanını kısıtlamaya ve sınırlamaya yönelikti. Faşist hareketler için kadınlar sadece kitlesel destek anlamında değil, kurulmak istenen ‘ideal’ toplum ve devlet için de simgesel öneme sahipti. Kendilerine biçilen aile, ahlak, sağlık, eğitim alanlardaki rolleriyle kadınlar, faşist hareketlerin politik programlarının önemli bir ‘nesne’siydi.

Beden ve cinsiyet politikaları: Kürtaj yasakları, çocuk sayısı, aile teşvikleri

Faşist hareketler iktidara geldikten sonra daha “muhafazakar” söylem ve pratiklere çekildiler. İtalya’da doğum oranları, yani çocuk sayısı, ulusal programın önemli bir parçası oldu. 1926’larda doğum kontrol yöntemleri, 1931’de de kürtaj yasaklandı. Annelik ve doğumla ilgili ulusal çapta hizmet veren kuruluşlar oluşturuldu. Dikkat çekici olarak, istihdam ve kadınların işgücüne katılımıyla ilgili söylem ve uygulamalar gündem edildi. Mussolini 1934’te yayımlanan Makine ve Kadınkitabında işsizliğin kadın istihdamından kaynaklandığını yazdı.

Almanya’daki faşist hareketin söylem ve uygulamalarının merkezinde de aile, evlilik, annelik ve cinsellik yer aldı. Naziler evlilik kurumu dışındaki cinselliği, ulusu ve aileyi tehdit eden bir bozulmayozlaşma alameti olarak damgaladı. 1933’te faşist rejim, kürtaj karşıtı yasaları sertleştirdi. Doğum kontrolü ürünlerine erişim zorlaştırıldı; imalat ve satışları savaş sırasında yasaklandı. Nazi iktidarı boyunca, nüfus ve ırk politikalarıyla ilgili sıkça demeç verildi. Alman kan ve onurunu korumak için yüzbinlerce kadın zorla sterilize edildi. Yani kadınların bedenleri kendilerine ait olarak görülmüyor, Alman ari ırkının taşıyıcısı ve sembolü olarak addediliyordu. Yozlaşmaya ve bozulmaya karşı çıkacak olanlar da kadınlar, ‘anne’lerdi: Dört ya da daha fazla çocuk sahibi olan Aryan (saf temiz Alman ırkının sembolü) kadınlara, Alman Annesi Onur Nişanı verildi, bunun için özel günler kutlandı.

Faşist hareketteki öjenizm, kadınların bedenlerine ve yaşamlarına dair müdahaleler içeriyordu. Ulusun geleceği için, “sağlıklı” temiz nesiller için, kadınların “yabancı”, kirli, ‘ahlakdışı’ unsurlardan kaçınması gerekiyordu. Bir Yahudi’den çocuk sahibi olmak neredeyse bir ihanetti. Evlilik dışında çocuk sahibi olmak ise ahlaksızlık olarak damgalandı. Evlilik dışı çocuk sahibi olan bekâr annelere toplumsal alandaki hitap biçimleri değiştirildi. Toplumda engelli, hastalıklı, ‘sağlam olmayan’ (unfit) nesillere de yer yoktu. Kürtaj sadece ‘sağlam olmayan’ bir bireyin doğumunu engellemek üzere yapıldığında hukuka aykırı bir suç olmaktan çıkıyordu.

Faşist hareketler için ‘aile’ ideal toplumsal modelin çok önemli bir bileşeni oldu. Örneğin İtalya’da evlenenlere gelir vergisi muafiyetleri ve krediler sağlandı. Çocuk doğumu teşvikleri ve çocuk sayısına göre ailelere yapılan yardım ve ödemeler sosyal politikalar alanındaki önemli uygulamalar oldu.

Aile planlaması kapsamında doğum ve evlilik kredileri verildi, doğum ve aile sağlığı için özel kuruşlar açıldı. Nüfus ile ilgili kaygı konusu edilecek herhangi somut bir durum olmamasına rağmen Mussolini ‘doğum’, en çok sayıda çocuk doğumu için demeçler verdi; rejimin verdiği ‘demografik savaş’ gündelik hayata da yansıyordu.

1937’den sonra devlet görevlileri için, evlilik ve sahip oldukları çocuk sayısı terfilerde bir ön kriter haline geldi.v Kadınların sosyal varoluşlarının her veçhesi annelikle ve doğurganlıkla ilişkilendirildi. Faşist rejimler bir taraftan çok açık biçimde erkeklik üzerine bina edilirken, kadınlar ve annelikle özdeş bir kadınlık vurgusu popülist politikaları içinde temel bir öneme sahip oldu.

Günümüzde, yaşadığımız otoriter rejim altında benzer hatlar sürmeye devam ediyor. Beden ve cinsiyet politikalarıyla kadınlar üzerindeki hapsedici roller yeniden üretilmeye ve kurumsallaştırılmaya çalışılıyor. Diğer taraftan kitle siyaseti içinde kadınlara yönelik pozitif -ve fakat cinsiyet ayrımını pekiştiren- uygulamalar gündem ediliyor. Daha doğrusu toplumsal alandaki desteğini ne olursa olsun kaybetmek istemeyen iktidar, kadınları birer toplumsal özne olarak tanımak durumunda kalıyor.

Referandum sonuçlarıyla birlikte iktidar, toplumsal alanda kaybolan meşruiyetini ve gücünü yeniden kazanmaya çalışıyor. Toplumsal onay ve destek kazanılması gereken kesimlerin başında ise kadınlar yer alıyor. İktidar taban çalışmalarında ve parti faaliyetleri içinde kadın politikalarında değişiklikler yapacağının emarelerini gösteriyor. Parti içinde; kadınlara siyaset sahnesinde görünür olmaları için daha fazla alan açılacağı, örneğin ana kademelerde öncelik verileceği, çünkü belediye başkanlığı ya da meclis üyeliği gibi konumlarda partili erkeklerin kadınları engellediği yönünde söylemler öne çıkıyor. İstihdam alanı ve sosyal politikalar başta olmak üzere toplumsal alanda dezavantajlı olan kesimlere hitap edecek programları -söylem düzeyinde- gündem ediyor.

‘Dışarıda’ ve ‘içeride’ kadınlara yönelik farklı söylemlerde bulunan iktidar, içeride daha pragmatik bir tutum alırken dışarıda ise kadınlara karşı meydan okuyucu bir tutum sergiliyor. Yani bir taraftan müftülük yasasıyla kadın muhalefetine cephe alırken diğer taraftan parti faaliyetleri içinde kadın erkek arasında ‘fırsat eşitliği’nden bahsediyor. İktidar cinsiyet ve sosyal politikalarıyla kadınları aileye hapseden rolleri pekiştiriyor fakat diğer taraftan atacağı adımları toplumsal muhalefetin / kadın hareketinin gücü oranında dengelemeye çalışıyor.

İktidar, dışarıdaki ‘erkekliği’ne rağmen içeride daha uzlaşmacı ve ılımlı olmak zorunda kalıyor. Çünkü kadın muhalefetinin gücü, ve toplumsal alanda ihtiyaç duyduğu kadın desteği buna mecbur bırakıyor.

Kaynak: kaynak şuydu: http://baslangicdergi.org/fasizm-kadinlar/ 13 Aralık tarihli… 


Notlar

  • Robert O. Paxton, Faşizmin Anatomisi, çev. Hakan Aktay, Hivren Demir Atay, İletişim Yayınları, 2014.
  • Julie V. Gottlieb, Feminine Fascism: Women in Britain’s Fascist Movement, 1923-1945, I.B. Tauris Londra ve New York, 2000.
  • Sovyetler Birliği üzerine çalışan araştırmacı Wendy Z. Goldman ile Kadınlar, Devlet ve Devrim (Women, State and Revolution) kitabı üzerine yapılmış bir söyleşi için bkz. http://baslangicdergi.org/kadinlar-bolsevik-devrimi/
  • Martin Durham, Women and Fascism, Routledge Londra ve New York, 1998.
  • Victoria De Grazia, How Fascism Ruled Women- Italy, 1922-1945, University of California Press, 1992.