Yaşlanmak, yaş almak, olgunlaşmak… Yaşın ilerlemesine nasıl isim verirsek verelim, rakamların yaşı algılamak üzerinde oldukça büyük etkisi var. Her yıl ocak ayının 27’sinde yaş alırım ben. Bilenler bilir, her 27 Ocak’ta 28 yaşıma basarım. Niye 28 diye sormayın onu da bilenler bilir. Aslında hayata dair uzun, anlamlı cümleler kurup, Ataol Behramoğlu’nun “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” şiirinden alıntılar paylaşacak yaşlarımdayım.
İnsan öğrenmeye ve büyümeye devam ettiği sürece rakamların bir önemi olmadığını düşünüyorum. Geçen yıllara ve onunla birlikte arkamda bıraktığım her şeye ve herkese, yani tüm öğretmenlerime minnettarım.
Bu artık kısa sayılmayacak hayat yolculuğunda illa ki bir şeyler öğrendim. Ama en geç ve yakın zamanda öğrendiğim yeni bir şey var, o da bazı öğrendiklerimizi de unutmamız ve baştan temiz bir zihinle başlamamız gerektiği. Acısıyla tatlısıyla bir yaşı daha geride bırakırken arkada bıraktıklarım oluyor. Bırakalım orada kalsınlar, biz önümüze bakalım.
Einstein’dan sonra günümüzün en önemli bilim otoriteleri de evrende tesadüfi bir şeyin olamayacağına kanaat getirmeye başladıklarına göre, şimdi şu an ve bu dönemde burada olmam bir tesadüf olmasa gerek!
Galaksilerin milyarlarca yıl sürecek hareketine, yıldızların milyonlarca yıldır sönmekte olduğu gerçeğine bakıp, benim ortalama insan ömrümün zamanın böyle genişçe yayılabildiği bir evrende bir göz kırpma süresi kadar olduğunu fark ettiğimden beri içimden kıs kıs gülüyorum. Dünya toz zerresinden daha küçük olmalı diye düşünüyor, evrenin ve zamanın korkutucu boyutlarına kafamın basmadığını işte o anda fark ediyorum. Benim küçük hayatımın bu büyüklük karşısında hiçbir ağırlığı yok.
Durup bakalım bence etkisiz ama büyük planda kritik önemi olan göreceli hayatımızda bugün hangi bölümdeyiz?
Döngüye dikkat edin, bakalım o mu dönüyor, siz mi? Bu farkındalığa ulaşınca her şeyin geçici olduğunu daha iyi idrak edebiliyoruz. Her şey belirsiz, her şey geçici ve bir süreliğine. Tıpkı hayat gibi ama dururken bunu fark edemiyoruz. İşte bu yüzden evren hareketi seviyor. Çünkü sana kendini çok daha iyi anlatabiliyor.
Daha önceki yazılarımda da defalarca hareket etmek ve değişmek üzerine şeyler yazdım. Biliyorum bazen duymaktan pek hoşlanmadığınız şeyleri yazıyorum. İnsanız normal. Konfor alanımızdan çıkmak, öğrenilmiş çaresizliklerimizden kurtulmak adına adım atmak gerekliliğini duymak, bildiğiniz şeyleri uygulama gücü bulamadığınız için zor geliyor.
Durup duruyoruz. Nerede duruyoruz? Hep geçmekle geçmemek arasında kararsız kaldığımız bir eşiğin kenarında. Çizginin diğer tarafına bir adım attığımızda kim olduğumuzla ilgili tüm inancımız, anlayışımız değişecek çünkü. Neyi yapıp yapamayacağımıza dair olan fikirlerimiz, güvende olduğumuza dair sahte algımız, dünyanın nasıl işlemesi gerektiğine dair anlayışımız…
Bu yüzden o eşiğin kenarında durup diğer tarafa bakmaya çalışıyoruz. Eğer bir adım atarsak neler olabileceğini durduğumuz yerden kestirmeye çalışıyoruz. Her şeyi kısa yoldan halletmeye çalışıyoruz şu hayatta.
Bir karar verip, ayağımızı çizginin diğer tarafına uzatsak.
Mesela bin yıldır çalıştığımız şirketten ayrılsak? (Burada yazması kolay ben de 30 yıl boyunca çalıştım aynı şirkette). Mesela artık bizi mutsuz eden bir birlikteliği sonlandırsak? Veya bir şeylere yeniden başlasak.
Nasıl olurdu? Bilmiyoruz… bilmediğimiz için korkuyoruz… korktuğumuz için duruyoruz…
Jung, “ben başıma gelenler değil, başıma gelenlerden sonra olmayı seçtiğim kişiyim” diyor.
Kayıpların hayatımızda açtığı boşluğun yerini neyle doldurmayı seçtiğimiz, bizim kendimize, kendimizle ilgili anlattığımız hikayedeki rolümüzü belirliyor.
Bir kurban ya da bir kahraman olmak, işte bütün mesele bu. Kimiz biz? Başına türlü talihsizlik, türlü felaket gelen bir kurban mı? Yoksa türlü zorlukların içinden yılmadan geçen bir kahraman mı?” Buyurun seçim sizin.
Bana sen kimsin diye soracak olursanız, cevabım yaşam hikayemin kahramanıyım olur. Çünkü bir şeye inandığınız takdirde onu gerçek kılıyorsunuz zaten.
İnsan olma deneyimi içinde her türlü duyguyu barındıran bir deneyim. Acı, neşe, öfke, sevinç, korku, huzur. Hepsi bizim, hepsi bizden… önemli olan neyi, ne zaman, hangi durumlarda yaşadığımızı fark etmek ve bu duygunun girdabında boğulmadan gemiyi sakin limanlara getirebilmeyi öğrenmek. Ve tüm duyguların sonunda mutluluk kavramına ulaşmak.
Yeni yaşımdan ne bekliyorum diye soruyorum kendime? Eşiklerden eşiklere zıplamak, gezmek, görmek farklı kültürlerle temas etmek, yazmak ve anlatmak, insanlara dokunabilmeyi istiyorum derken buluyorum kendimi.
Bir eşikten atlamak isteyip cesaretinizi toplayamıyorsanız ve bu yazıya denk gelip sonuna kadar okuduysanız, belki de beklediğiniz işaret kabul edebilirsiniz.
“Kırk yıllık kani olur mu yani? Otur oturduğun yerde canım” demekten vazgeçtiyseniz eğer, haydi atlayalım birlikte şu eşiklerden. Her şey aksın, her şey değişsin…
- Düşünceyi Düşünmek - 2 Kasım 2024
- Benim, Çünkü Biziz; Biziz, Çünkü Benim - 25 Ekim 2024
- Suçlama(k) - 16 Ekim 2024