Eğitimle Yaratıcılığı Desteklemek – Özgün Çınar

Hafta sonu okuduğum bir haber beni derinden sarstı. Aslında, içeriğinde sarsıcı birşey olduğu söylenemez. Elektrik üretimi ile ilgili, okurken ilginç bulup saniyeler sonra da unutup geçeceğiniz cinsten bir haberdi. Ama ülkemizin öyle bir eksiğine parmak basıyordu ki, ben geçemedim. Takılıp kaldım.

Önce, habere detaylı olarak bakalım. Alternatif enerji kaynakları olarak bildiğiniz gibi rüzgâr ve güneş ön plana çıkıyor. Dünya genelinde ilgi ve yatırımlar bu kaynaklara odaklanmış durumda. Ama, ya elektrik üretmek istediğiniz yerde yeterli rüzgar ve güneş yoksa? Bu durumda, kaderinize mi küseceksiniz? Kuzey Japonya’da bir şehir olan Aomori küsmemiş ve elektrik üretimi açısından elinde yüklü miktarda bulunan bambaşka bir kaynağa göz dikmiş: Kar.

Şehir, daha önce belirttiğimiz gibi Japonya’nın kuzeyinde yer alıyor ve kış boyunca yaklaşık olarak 8 metre kar yağışı alıyor. Hayatı sürdürebilmek için kış boyunca düşen karı küreyip okyanusa dökmek zorunda kalıyorlar ve bu da önemli bir maliyete katlanmalarına sebep oluyor.

Bizim için hikayenin önemi de işte bu noktada başlıyor.

Japon bilim insanları bu kaynağı denize döküp heba etmek, bunun için de milyonlarca dolarlık masrafa katlanmak yerine bundan nasıl fayda sağlayabileceklerini düşünmüşler ve akıllarına bir çare gelmiş: İhtiyaçları olan elektriği kardan üretmek. Peki ama bu mümkün mü? Mümkünse, nasıl?

Şehirdeki terk edilmiş bir okulun yüzme havuzuna borular döşenmiş. Borular tabanı boylu boyunca katediyor, sonra kenarlardan yükseliyor ve havuz seviyesinin bir miktar üzerinden, bir döngü sağlayacak şekilde birbirine bağlanıyor. Ardından kürenen karlar toplanmış ve havuza boşaltılmış. Böylelikle karların altında kalan borular soğutulmuş. Havuzun üzerinde, açıkta kalan borular ise, bir miktar daha sıcak kalmış (güneş ışıklarının ısıtıcı etkisinden de faydalanılmış). Böylelikle karın altındaki ve üstündeki borularda ısı farkı oluşturulmuş. Bu ısı farkı, boruların içinde yer alan likitin harekete geçmesine sebep olmuş ve sisteme entegre bir jeneratörün türbinini döndürerek elektrik üretmiş.

Japon bilim insanları, oluşturdukları bu sistemi bahar aylarına kadar deneyecek ve rasyonel bir kullanım alanı olup olmadığını test edeceklermiş.

Aslında, burada bir buluş yapıldığını söylemek mümkün değil. Termodinamik yasasından faydalanılmış. Termodinamik, ısı enerjisiyle kinetik enerji arasındaki ilişkileri konu alan fizik dalı.

Eee, ne var ki bunda, diye düşünebilirsiniz. Bakış açısı var. Japon bilim insanlarının bakış açısı… Ve muhtemelen kendilerine sordukları sorular… Bulunduğum yerde neye ihtiyaç var? Bunu hangi kaynaklardan temin edebilirim? O kaynaklar bende yoksa, elimdeki kaynakları bu ihtiyacı karşılamak için kullanabilir miyim? Nasıl?

Bu listede, biraz daha detaylı başka soruların olması da muhtemel.

Bu bakış açısı ancak yaratıcı bir eğitim sistemiyle sağlanabilir. Yaratıcılık yeteneği kazanmış bir zihin, elindeki sıradan kaynakları kullanarak bambaşka bir sonuç üretmek üzere kafa yorabilir. Tabii, bu bakış açısına bir miktar pozitif bilim de eklenmesi gereği kaçınılmaz.

Beni sarsan şey, ülkemizdeki gibi tamamıyla ezbere dayanan, yeteneğe ve ilgiye hiçbir şekilde değer vermeyen, tek tip öğrenci yaratmaya, onu da ağırlıklı olarak ezbere dayanan sınavlarla bir yere konumlandırmaya çalışan bir eğitim sistemiyle bunu başarma şansımız bulunmaması gerçeği oldu.

Her yazıda referans verilip durur ya, biz de geleneği bozmayalım. Türkiye, PISA testinde 72 ülke arasında; fende 39’uncu, matematikte ise 42’nci sırada. Okuduğunu anlamada ise 40’ıncı sırada bulunuyor. Kötüymüş demeyin, 2015 yılındaki sınavın sonuçları daha kötü. Yani bir miktar ilerleme var.

Ancak, ülkemizin “dünyada ilk on ekonomi arasına girmek” ve “katma değerli üretimi artırmak” gibi iddialı hedefleri var. Ortalama düzeyde sonuç üreten bir eğitim sistemi, ülkemizi bu hedeflere ulaştıramaz. İlk üçte, ilk beşte yer alacaksınız ki, bu yoğun rekabet ortamında aradan sıyrılıp ülkenizi farklı bir konuma yerleştirebileceksiniz. Bu durum da eğitime bakış açımızın radikal bir şekilde değiştirilmesi gereğini ortaya koyuyor.

Eğitim uzmanı değilim. Ancak, araştırdığınızda bazı gerçekler kristal berraklığında görülebiliyor. Japon eğitim sistemine ilişkin olarak kamuya açık kaynaklarda şu bilgiler var: Öğrencilere, nasıl düşüneceklerini ve nasıl problem çözeceklerini öğretmeye odaklanılıyor. Eleştirel düşünme becerileri eğitim sisteminin temelini oluşturuyor. Ayrıca, eğitimin de üstünde ahlaklı ve erdemli bireyler olmalarını sağlamak için bir eğitim dizayn edildiği görülüyor. Eğitimin esasları, 1947 yılında çıkarılan bir yasa ile belirlenmiş. Belli ki, sıklıkla değişikliğe uğratılması gibi bir durum da söz konusu değil.

Tüm bu tespitlerden sonra sormak istiyorum, Japonya’nın bilimsel ilerlemeyi sağlaması, farklı çözümler gündeme getirmesi ve dünyanın üçüncü büyük ekonomisi konumunda bulunması sizce tesadüf mü?

Bir sonraki yazıda görüşene kadar, sağlıcakla kalın.

Özgün ÇINAR