Enerji Krizinden Küresel Dönüşüme – Özgün Çınar

Sistemlerin bir dönüşüm geçirmesi, önemli bir değişim yaşaması için büyük bir enerjiye ihtiyaç duyuluyor. Bu enerjiye örnek olarak önemli bir toplumsal olay, insan eliyle ya da doğa tarafından yaratılan bir felaket gösterilebilir.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali de enerji piyasası açısından benzer bir etkiyi yaratmış olabilir.

Ne demek istiyoruz?

Hepimizin bildiği gibi; çevre kirliliğinin, iklim değişikliğinin en önemli sebebi insanoğlunun enerji ihtiyacını fosil yakıtları tüketerek karşılıyor oluşu. Bu gerçek, çok uzun zamandır biliniyor. Ayrıca, dünyanın fosil yakıt rezervlerinin kısıtlı olduğu; sonunun petrol açısından 50 yıl, doğalgaz açısından ise yaklaşık 200 yıl içinde geleceği de biliniyor.

Bununla birlikte, enerji tedarik kaynaklarının değiştirilmesi/çeşitlendirilmesi ve daha yeşil bir enerjiye geçiş için “radikal” addedilecek adımların atılması bir türlü sağlanamıyor. Zira, tüm altyapı (dünyadaki araç parkının büyük çoğunluğu, sınai tesislerin üretim yapısı vb.) fosil yakıtlara göre ayarlanmış durumda ve enerji piyasasında andığımız “büyük değişimi” yaratacak olan “enerji” henüz birikmiş değil. Daha doğrusu değildi… Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle bu dönüşümün sinyalleri daha net gelmeye başladı.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, geçenlerde Avrupa’nın Rus fosil yakıtlarına olan bağımlılığını sona erdirmekte kararlı olduklarını belirtti. Açıklama malumun ilamıydı. Avrupa bu amaçla enerji tedarik kaynaklarını çeşitlendirecek, tasarruf edecek ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını hızlandıracak.

Tedarik kaynaklarını çeşitlendirmenin belli bir süre gerektireceği açık. Dolayısıyla, tasarruf konusu öncelikli olarak gündeme geldi ve hızla uygulamaya alındı.

Neler yapıldı?

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, vatandaşlarına kış aylarında sıkıntıya düşmemek için enerji tüketimini yüzde on düşürmeleri çağrısında bulunması, İspanya’da yaz aylarında halka açık yerlerde klimaların 27 santigrat derecenin altına ayarlanmasının yasaklanması ve soğutulan binaların kapılarının kapalı tutulması zorunluluğu getirilmesi, Almanya’da kamu binalarının kışın maksimum 19 santigrat dereceye kadar ısıtılmasına izin verilmesi, Paris’te mesai bitiminde ofis ve dükkânların ışıklarının söndürülmesinin zorunlu kılınması, Slovenya’da otoyolların bazı kesimlerinde aydınlatmaya son verilmesi bu kapsamdaki yalnızca birkaç örnek. Bu tür önlemlerin Avrupa coğrafyasıyla sınırlı kalmayacağı da anlaşılıyor. Örneğin, Japonya da enerji tasarrufu konusunu gündeme taşıdı. Tokyo’nun, kamu hizmetlerinin ülke çapında istikrarlı şekilde devam etmesini sağlayacak yüzde üçlük bir yedek güç kaynağı elde etmek için tasarruf önlemlerini devreye alacağı ifade ediliyor.

Evet, tasarruf işin nispeten kolay olan tarafıydı. Ancak, belirtildiği gibi fosil yakıtlara olan bağımlılık sona erdirilecekse, tasarruf önlemlerini mutlaka yenilenebilir enerji hamlelerinin takip etmesi gerekiyor.

Bu konuda, şüphesiz dünya sathında birçok gelişme oluyor, devasa güneş ve rüzgâr santrali yatırımları gerçekleştiriliyor. Bu satırların yazarı, bunların yanı sıra iki diğer gelişmenin de dikkat çekici olduğu kanaatinde. Bunlar: Hidrojen ve Çin’in gündemde tutmaya çalıştığı metanol.

Hidrojen yükselen bir ilgi odağı. ABD Başkanı Biden yönetimi, konuyu “yüksek öncelikli bir teknoloji” olarak tanımlıyor. Bir süre önce ABD Enerji Bakanlığı, Ulusal Temiz Hidrojen Stratejisi ve Yol Haritası taslağını yayınladı. Taslağa göre, 2030 yılına kadar 10 milyon metrik ton “temiz” hidrojen üretimi hedefleniyor. Temiz üretim, doğal gazla değil, yenilenebilir enerji kaynaklarına ve nükleer enerjiye dayalı olarak hidrojen üretimini ifade ediyor. Kanada ve Almanya da Ağustos ayı içinde transatlantik hidrojen tedarik zincirini başlatacak yeni bir hidrojen anlaşması imzalayarak konuya atfettikleri önemi gösterdiler.

Bu arada belirtmeden geçmeyelim, hidrojen yakıtı üretiminin önündeki en büyük engellerden birisi üretim için de büyük miktarda enerjiye ihtiyaç duyulması. Ancak kısa bir süre önce bilim insanları, oda sıcaklığında sudan hidrojen üretmenin basit bir yolunu bulduklarını açıkladılar. Yeni üretim tarzı, suyun bir alüminyum-galyum kompoziti ile reaksiyonundan hidrojen gazı kabarcıkları üretilmesine dayanıyor. İşlemin büyük miktarda hidrojen açığa çıkarttığı ve tamamen oda sıcaklığında çalıştığı belirtiliyor. Yöntemin bir diğer avantajı, atık su ve okyanus suyu da dâhil olmak üzere her türlü su ile sonuç alınabiliyor olması. Aslında alüminyum-galyum-su reaksiyonu uzun zamandır biliniyor, ancak bilim insanları bu süreci birkaç özel yolla optimize etmiş ve geliştirmiş.

Tüm bu gelişmeler paralelinde, elektrikli araçlar kadar hidrojen ile çalışan araçların geliştirilmesi için de dünya genelinde yoğun bir çaba sarf ediliyor. İnternet örnekleriyle dolu. Biz burada, Quandron firmasının 1.500 kilometre menzile sahip, hidrojen yakıt hücreli ticari kamyonunu anarak geçelim.

Çin de, yeşil enerji konusunda farklı bir alternatifi gündemde tutuyor. Ülke, 2060 yılında karbon nötr olma hedefi doğrultusunda elektrikli araçların kullanımında dünya lideri haline gelmişken, bu iddialı hedefi yakalamak için “metanolle” çalışan araçların tercih edilirliğini de artırmak niyetinde olduğunu açıkladı. Bu hedefe paralel olarak, karbondioksit ve hidrojeni metanole dönüştürmek konusunda faaliyet gösteren dünyanın en büyük tesisini faaliyete almış durumda. Odun alkolü olarak da adlandırılan metanol, genellikle kömür veya doğal gazdan üretiliyor ancak atık karbondioksitten üretiliyor olması, sera gazı emisyonlarının azaltılması anlamında da ayrı bir önem taşıyor.

Önümüzdeki günler, hangi alternatiflerin “yeşil enerji” yarışında öne geçeceğini gösterecek.

Tespitlere katıldınız mı? Güzel. Katılmadınız mı? O da güzel. Katılmayan mutlaka olacaktır. Çünkü konu geleceği öngörmek olduğunda bakış açıları insanları çok farklı yerlere götürebiliyor. Konu hakkındaki düşüncelerinizi iletmek isterseniz, LinkedIn’den ya da Instagram’da “ozgun_cinar_official” hesabından bana ulaşabilirsiniz.

Bir sonraki yazıda görüşene kadar, sağlıcakla kalın.

Özgün ÇINAR