El Yapımı Güzellikler 

Dumanla haberleşmekten; mektup, telgraf, masaüstü, dizüstü, cep telefonu, avuç içi bilgisayar, internet çağına vardık. Bunlar var oldukları çağa anlam verebilmek için yaşamın gerekleriydi. Yaşam dediğimiz şey, bilinçli ya da bilinçsiz, istesek de istemesek de madem hayattayız ve nefes alıp veriyoruz, içine doğduğumuz bu biçimsiz ve şekilsiz cam parçasına bir biçim ya da şekil verebilmek değil mi? Olanlardan, olabileceklerden, ihtimallerden, olasılıklardan birini ya da birkaçını seçmek/onaylamak ya da reddetmek değil mi yaşam? Bana sorulursa tam da öyle…

Hâl böyle olmasına böyle ama bütün bu “ÅŸekil verme” iÅŸini nasıl yapmaya çalışıyor insan evladı. Bunu, yeryüzünün sahiplerinden biri olmaya aday biri olarak mı yapıyor, yoksa yeryüzünün bir parçasının/bir ülkenin sahibi olmaya aday biri gibi mi yapmak istiyor? Böylesi bir ikilemde tabii ki yeryüzünün sıradan bir sakini olmayı tercih etmiyor; o, sınırlı bir kara parçasının fatihi, koruyucusu olmak istiyor. Siyaset denen “el yapımı hata”, burada insanın eline “iÅŸe yarar” araçlar veriyor. Siyaset dediÄŸimiz organizasyon, her gün giderek daha çok bakir kana ihtiyaç duyan bir faaliyet; aksi durumda kendini yeniden üretemez… Onun, sahtekârları kahraman, kahramanları sahtekâr gösteren bir ”matematiÄŸi” ve aklı var. Siyasetin iÅŸaret ettiÄŸi tarafa baktığınızda kaybedersiniz, çünkü asıl “oyun” onun iÅŸaret etmediÄŸi tarafta oynanmaktadır. 

Memleketin aklı, vicdanı olması beklenen, siyasete bulaÅŸmış “aydın” denen kesimin durumu ise içler acısı; en kutsalla en bayağı olan arasında hızla gidip gelebilme kabiliyeti hayret verici doÄŸrusu! Tabii böyle olunca içinde bulunduÄŸumuz entelektüel vasat çöküyor…

Açık söylemek gerekirse, siyasilerin tümü dünyayı kurtarma kararındadır. Bütün politikaları son tahlilde dünyayı kurtarmak üstünedir. İşte, başımıza ne geldiyse bu dünyayı kurtarmak isteyenlerden geldi. Kurtarıcılardan kurtulmalı; her şeyden önce, uzak durmalı onlardan… Benim de dünyayı kurtarmaya aday olduğum dönemler olmuştur. Boş bir çabaymış… Oysa insanın kendine karşı dürüst, içinde yaşadığı çevreye karşı duyarlı ve sorumlu olması; yaşamına ilişkin kararlara başkalarını delege etmeye karşı çıkması, dünyanın gerçek kurtuluşu için en kestirme yolmuş meğer. 

Åžurası açık ki, içinde yaÅŸadığımız toplumun ürünleriyiz. Bilinçaltımız söz konusu toplumun kültürü, ahlâkı, hayatı kavrayışı tarafından biçimleniyor. Böyle olunca bilinçaltımızın kuklaları haline geliyoruz. Bilinçaltını toplumun kontrolünden alıp, kendi kontrolüne geçirebilen az sayıda insan var tabii. Böylesi bir “karar”ı hayata geçirmeye aday olabilmek, dünyayı kurtarmaktan daha “kutsal” bir görev bana göre. Bu görevi gerçeÄŸe dönüştürebilmek, “el yapımı kötülükleri” yine “el yapımı güzelliklere” dönüştürebilmekle mümkün.

Bunun için her birimiz açısından, yaÅŸam tarzı çok önemli bir faktör. Herkes iyi bir yaÅŸam; -tıpkı sanat eseri gibi olsun- istiyor; tamam ama iyi bir yaÅŸam bulunabilir; fast-food, hazır bir ÅŸey deÄŸil ki. Özen gösterilmesi, her gün yenilenmesi/tabulardan arındırılması, diri tutulması, tarafımızdan onaylanması, iktidar özlemlerinden uzak bir ÅŸey olması gerekir… Zira, hali hazırdaki egemen toplumsallığa baktığımızda -bırakalım bir “sanat eseri” olmasını- ortada duran ÅŸey bir ucube…

O halde ihtiyacımız olan ÅŸey, yeni bir yeryüzü insanı kimliÄŸi. Ä°nsan evladının bir tür kimliÄŸi olduÄŸunu düşünüyorum; o da daha doÄŸumdan önce, anne karnında elde ettiÄŸi cinsiyet kimliÄŸi. Yani erkek ya da diÅŸiyiz; o kadar… DiÄŸer bütün kimlikler kültürel, dolayısıyla yapaydır. DüşmanlaÅŸtırıcıdır; militarizmi besler. O halde kültürel kimliklerin yükünü bir sorun odağı olmaktan çıkarmanın, baÅŸka bir “zenginliÄŸe” dönüştürmenin, “el yapımı güzelliklere” varmanın ilk yolu olduÄŸunu söylemeliyim. Madem kültürel kimlikler ontolojik/doÄŸuÅŸtan getirdiÄŸimiz bir ÅŸey deÄŸil ve yapay…

Sözünü ettiÄŸim “el yapımı güzellikleri” ortaya getirecek kimliÄŸin siyaset tarafından kirlenmemiÅŸ, bütün temel parçalarının, hedefleri, amaçları, izlediÄŸi yollar, oluÅŸ biçimleri açısından bize ait olması gerekiyor. Yani “orijinal” olması. Böylesi bir kimlikle, yaÅŸamı, savaÅŸ alanı yerine sanata dönüştürmek çok mümkün. Bir ressamı düşünün, kullandığı renkler, konu, kompozisyon, hatta tuvalin durumu, onu diÄŸer resimlerden ayırır, bir ÅŸahesere dönüştürebilir ya da bir taklit yapar. Ä°nsan da böyle deÄŸil midir? Ya içine doÄŸduÄŸu kültürün/ kimliÄŸin bir kopyası ya da özgün “bütün parçaları” kendine ait bir birey olarak yaÅŸamı sanata dönüştüren biri… 

Kant, benim “el yapımı güzellikler” olarak tarif etmeye çalıştığım mutluluk hakkında şöyle bir belirlemede bulunuyor: “Mutluluk, aklın deÄŸil, hayal gücünün bir idealidir.” Ancak Kant’ın şöyle bir belirlemesi daha var: “Ä°nsan denen çarpık çurpuk ÅŸeyden dümdüz bir ÅŸey yapılamaz.” Burada Kant’ın kendi içinde çeliÅŸkiye düşmüş olabileceÄŸini kanıtlamaya çalışmayacağım. Sadece hayal gücü, hayal gücü, hayal gücü diyeceÄŸim. BoÅŸuna mı dedi Albert Einstein, “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir” diye.

Zira “el yapımı güzellikler” orada gizli… ÃœretilmiÅŸ, paketlenmiÅŸ kimliklerin, fikirlerin içinde deÄŸil.

Unutulmamalı; gerçek mutluluk “el yapımı” bir ÅŸeydir.