Hazine ve Maliye bakanı değişti, Merkez Bankası başkanı değişti. Faiz politikası değişti. Artık işimiz kolaymış. Cumhurbaşkanı yardımcısı ile hazine ve maliye bakanı Birleşik Arap Emirlikleri’ne gitti, oradan ciddi sermaye gelecekmiş, cumhurbaşkanı da bayramdan sonra oraya gidecekmiş, ondan sonra sermaye gelişi garanti imiş. Yandaş medya organlarında anlatılan masal bu. Yanlış anlaşılmasın, para gelmez demiyorum. Para olasılıkla gelecektir. Ancak anlatılanların sanki sorun çözülüyor gibi sunulması çok garip. Üstelik bugüne kadar uygulanan ve ağır sonuçlar yaratmış olan politikada kimin, kimlerin sorumluluğu olduğu noktalarının es geçilmesi, dikkatlerden kaçırılması da ayrı.
Olaylara, politikalara, gelişmelere bakışımız zihnimizde nasıl bir çerçeve ya da bütünsel yaklaşım olduğuna bağlı. Aynı zamanda iktidarla ilgili genel değerlendirmemize de. Yandaş medya politika faizinin %15’e yükseltilmesini çok güzel alladı, pulladı. Merkez bankası faizleri aşama aşama yukarı çekerken piyasa faizleri de aşağı inecekmiş. Merkez bankasının bu yaratıcı yaklaşımını kutlamak gerekiyormuş. Ayrıca körfez ülkelerinden gelecek sermaye de altyapı yatırımlarına gidecekmiş. Bütün bunlara canlı geçen turizm mevsiminin döviz getirisini de eklersek, sorunlar büyük ölçüde çözülecekmiş.
Madalyonun öbür tarafındaki gerçekler de hayli önemli. Politika faizinin yükseltilmesi konusunda % 15 seviyesinin piyasa tarafından “önceden satın alındığını” söylemek yanlış olmaz, hatta bu artıştan daha fazlasını bekleyenler de hiç az değildi. Faizin yükseltilmesinin piyasalarda çok sınırlı bir etki yaratmış olduğu çok açık: 26 Haziran pazartesi akşamı itibarıyla dolar 25 TL’yi, avro 27 TL’yi , sterlin 32 TL’yi geçmiş durumda. Kurların istikrar kazandığını söylemek henüz olanaksız. Daha önemlisi, politika faizinin adım adım yükseltilmesinin etkisinin sınırlı olması kaçınılmaz. Bir defada çok kuvvetli bir şekilde yükseltilmesinin ise maliyeti yüksek.
Sorun şurada ki, politika faizi ile enflasyon hızı arasındaki farkın büyüklüğü açısından Türkiye dünyada birinci sırada. Bu da bugüne kadar uygulanmış olan politikanın ne kadar yanlış olduğunun bir kanıtı. İlginç olan nokta şu ki, bugüne kadar uygulanan bu politikanın bir numaralı sorumlusu bu U dönüşü konusunda ciddi bir açıklama yapmadığı gibi, yandaş medyanın ve iktidar politikacılarının da sanki problem aşırı yağışlardan kaynaklanmış gibi hiçbir özeleştiri yapmaya cesaret edememiş olmalarıdır.
Mehmet Şimşek’in göreve başlarken “rasyonel politikalara dönmek zorundayız” demesi geçmiş dönemin özelliğini çok açık biçimde özetliyordu. Rasyonel olmayan politikaların “Türk modeli” diye sunulmuş olması da çok hazindi. Yanlış politikanın ülkedeki ve yurtdışındaki iktisatçılar tarafından sürekli olarak eleştirilmiş olmasına ragmen, yanlışta inat edilmiş ve sonuçta son derece yüksek bir enflasyon kitlelerin alım gücünü ciddi olarak düşürmüş, yaygın bir yoksullaşmaya yol açmış, kurdaki hızlı artışlar tasarrufunu dövizde tutanlara önemli bir kazanç sağlamış, tasarruf sahiplerinin mevduatlarını TL ile tutmalarını sağlamak için “kur korumalı mevduat” için bütçeden çok büyük tutarda kaynak aktarılmış ve sorun giderek içinden çıkılmaz bir hal almıştı.
Bugün gelinen noktada politika faizinin aşama aşama yükseltilmesi ve körfez ülkelerinden kaynak girişi yeterli olmayacaktır. Çünkü ekonomi açısından yeterli bir makro-ekonomik politika oluşturulmuş değildir. Ayrıca iktidarın Mart 2024’teki seçimlere giderken seçim ekonomisi uygulaması hemen hemen kesindir. “Faiz sebep, enflasyon sonuç” iddiası çökmüştür. Öte yandan “politika faizini yükselttikçe, enflasyon düşer” beklentisi de Türkiye’nin bugünkü koşullarında geçersizdir. Gelişmiş ülkelerde % 10 dolayında olan bir enflasyon karşısında politika faizinie yükseltmenin etkisi daha ciddidir. Nitekim ABD’de enflasyon % 5’in altına çekilebilmiştir. Türkiye’nin bugün % 40 dolayında olan enflasyonu yaz aylarında (her yıl olduğu gibi ) biraz düşebilirse de, Ekim’den itibaren tekrar yükselecektir.
Bugün önemli çözümler olarak sunulan adımlar, dış ticaret açığı , cari açığı, bütçe açığı çok yüksek olan bu ülkenin sorunlarını çözme gücüne sahip değildir.
Daha geniş bir açıdan bakarsak, yapısal reformlar olarak anılan, örneğin yargı reformu, eğitim reformu, vergi reformu gibi adımlar atılmadan kapsamlı bir düzelme beklemek olanaksızdır. Tam da bu bağiamda, iktidarın bir türlü anlamak, kabullenmek istemediği gerçek şudur: Batı dünyası ile daha sağlıklı bir ilişki kurulması için de bu yapısal reformların büyük önemi vardır. Bu yönde adım atılmadıkça, körfez ülkelerinden gelen sermaye altyapı yatırımlarına gidecek türden olsa da, kesinlikle yetersiz kalacaktır. İktidarın bu konudaki yanlışı ve inadı da, demokrasi yolundan uzaklaşırken Batı ülkelerinden de uzaklaşmak ve bunun yaratacağı sorunları Rusya ve belirli Arap ülkeleri ile ilişkileri sıklaştırarak çözmeyi ummak. Bu yol gerek ekonomik, gerek siyasal açılardan Türkiye’yi geri götürecek bir yoldur.
- Osman Kavala 2500 Gündür Hapis - 4 Eylül 2024
- Bir Televizyon Tartışması Amerika’yı Sarstı - 28 Haziran 2024
- Enflasyon Düşecek, Ama Fiyatlar Değil - 3 Haziran 2024