Devrimci demokratik sözlerin şekerli suyuna sirke ve safran dökme zorunluluğu

6 Şubat 2023, saat 14.17 Kahramanmaraş Pazarcık ilçesi başta olmak üzere Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya, Urfa, Gaziantep, Diyarbakır, Hatay, İskenderun, Antakya binlerce yıldır nice halklara yurt olmuşken, bu kez mezar oldu.  Deprem, yerkabuğu hareketleri, binlerce yıldır devam eden evren ve yerkürenin evrim/oluşum sürecinin kaçınılmazlarından. Evrim, kırılma ve sıçramalarla ilerleyen bir süreklilik, maddenin ortaya çıktığı her yer ve zamanda geçerli, diyalektik bir süreç. Yani, hareket. 

Hareketin kendisi bir çelişkidir; daha yalın mekanik bir yer değiştirmenin kendisi bile ancak bir cisim bir ve aynı anda hem bir yerde hem de başka bir yerde, hem bir ve aynı yerde  olduğu ve olmadığı için gerçekleşebilir. Ve hareket, işte bu çelişkinin sürekli olarak ortaya çıkma ve aynı zamanda çözülme biçimidir… Öyleyse yaşam da, şeylerin ve süreçlerin kendinde var olan, ara vermeden ortaya çıkan ve çözülen bir çelişkidir. Ve çelişki biter bitmez yaşam da biter.”(Engels, Antidühring)

Tarihsel gerçeğimiz 6 Şubat depreminin nedeni de yerkürenin ve yaşamın varoluşunun altında yatan çelişkiden kaynaklanan, zorunlu önkoşulu, yerkabuğu hareketlerinin bir sonucu.  Bir noktadaki hareket aynı anda hem bir yerde hem de başka yerde, hem bir ve aynı yerde olduğu ve olmadığı, matematiksel olarak hesaplanabilir ya da hesaplanamayacak sayısız başka hareketlere neden olur. Kırılma, çökme, yükselme, ayrılma, kopma vb.hangi şekilde gerçekleşirse gerçekleşsin aynı anda bir ve başka bir hareketi tetikler. 

Oluşumun görünümlerinden biri, deprem kaçınılmaz. Ancak, insanı insan yapan emeği ve sayesinde gelişen bilinci, 21.yüzyıla gelmeden önce yıkıcı sonuçlarını önleyici gerekleri üretti. Sorun, emperyalist kapitalist üretim ilişkilerinin hakimiyetinde, iktidardaki sınıfın emekçi milyonların yaşamını ve hatta ölümünü belirleyen kendi çıkarları yönündeki tercihleri. Yine 6 Şubat deprem sürecinde görünür olan yaklaşık 20 milyonun yurtsuz, mülksüz kaldığı, milyonlarca emekçi, üretici, işçi yaşam ve geçim araçlarını, Marks’ın deyişiyle “zincirlerinden başka her şeyini” kaybettiği felaket, egemen sınıfın Türkiye kapitalizminin uzun süredir sıkıştığı ekonomik ve siyasi krizden çıkmanın yanı sıra, yeni bir servet aracı olduğu gerçeğidir. 

6 Şubat Türkiye işçi sınıfı için yıkım olurken, sermaye sınıfı daha 8 Şubat’ta arama kurtarma yapmazken enkaz kaldırılması için ilk ihaleyi verdi. 11 Şubat’ta OHAL ilan ederek, gönüllü kurtarma çalışmalarını bitirdi, Türkiye işçi sınıfının elini kolunu bağladı, her türlü tepkiyi, en başından boğdu! 25 Şubat’ta “OHAL Bölgesinde Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin” Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile Türkiye işçi sınıfının çıkarlarının aleyhine sermaye sınıfının çıkarına olarak ilkinin boynuna yeni bir boyunduruk, ikiciye yeni bir ihale, inşa, el koyma, CK ile mevcut yasal düzenlemeleri uygulama dışı bırakmak suretiyle servet aktarma aracı yarattı. Birinci kaynak yurt içinde ve dışından yapılan ayni ve nakdi dayanışma araçları, ikincisi Dünya bankası ve diğer emperyalist merkezlerden tahsis edilen Hazine garantili borçlanma. 

Gece yarısı kararnameleri, sabah resmi gazetede yayınlanıp, gündüz AKP-MHP oylarıyla yürürlüğe girer, “düzen muhalefeti” uyurken, Türkiye işçi sınıfı sadece yıkıma odaklanmıştı. Ne de olsa Saray’da “tek adam” varsa da, Meclis’de yemeyip yedirdiği “altı yüz adam” vardı. Doğrusunu isterseniz o acının içinde onu bile düşünmediler. Yıkımdan başka şey görmüyor, düşünmüyor, tek vücut tek yumruk olmuştu. Oysa, burjuvazinin acelesi vardı. Üstelik, günler geçtikçe enkaz altında ve üstünde yaşam umudu azaldıkça sermaye iktidarı sorgulanır olmuş, birlik, dayanışma azalmak şöyle dursun büyüyordu, öfke büyüyordu.

6 Mart 2023 günü, sağda solda kurulan seçim ittifaklarından Millet İttifakı, yaklaşık iki yıldır tarihi kendinden menkul bir seçimde 34.Cumhurbaşkanı adayı olarak Kılıçdaroğlu’nu ortak aday olarak ilan ediverdi. Millet İttifakı, 5 Mayıs 2018’de, CHP, İYİP, Saadet, Demokrat partisi ve sonradan katılan Demokrasi ve Atılım (DEVA) ve Gelecek Partisinden oluşan bir seçim ittifakıdır. Yani, milyonlar açlığa sürüklenirken seçim umudunu ilk tohumunu atan, büyüten ve nihayet yerinde ve zamanında cumhurbaşkanını ilan eden Millet İttifakıdır. Görüldüğü gibi, hepsi demokrattırlar! Eh bunlar demokratsa, Emek ve Özgürlük İttifakı, Sosyalist Birlik İttifakı’nda bir araya gelenler ne oluyor? 

21 Ağustos 2022’de kurulan Sosyalist Güç Birliği. Sol Parti (Sol Parti), Türkiye Komünist Partisi(TKP), Türkiye Komünist Hareketi (TKH) ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi(TSİP)’nden oluşuyor. Görüldüğü gibi, bunlar Sosyalistler!

25 Ağustos 2022 tarihinde kurulan en genç seçim ittifakında Emek ve Özgürlük (seçim) İttifakı’nda kimler yok ki; Halkların Demokratik Partisi (HDP), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Emek Partisi (EMEP), Emekçi Hareket Partisi(EHP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) ve Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF)’dan oluşuyor. Bu ittifak ve üyelerinin, demokrat ve solcu olduğu anlaşılıyor.

10 Mart 2023 tarihinde, hiç bekletmeden, Türkiye kapitalizminin bütün suçlarını yüklenen, emperyalizmin ve Türkiye kapitalizminin has adamı Erdoğan, seçim tarihini 14 Mayıs 2023 olarak ilan ediverdi. Önce Millet İttifakının Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ilanı, ardından 2018’de Millet İttifakının kuruluşuyla gündeme yerleşen seçim tarihinin ilanı, Türkiye işçi sınıfının birliğini dağıtacak kadar güçlü iki hamle arka arkaya geldi. Emek ve Özgürlük İttifakı ve Sosyalist Güç Birliği’nin, Kılıçdaroğlu’nun adaylığında ortaklaşması emperyalizm ve işbirlikçi burjuvazinin en son darbesi, Türkiye işçi sınıfını düzen içinde tutan pranga oldu. 

“… başında bir kadetler, Menşevikler ve sosyalist devrimciler hükümeti bulunan demokratik  cumhuriyet haline gelişi ölçüsünde, burjuva devrimi tamamlanmıştır.”(Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi)

Millet İttifakı, 9 maddeden oluşan mutabakat metniyle, “Özgürlükçü, çoğulcu ve liyakate dayalı bir demokrasi” vaat ediyor. Sosyalist Güç Birliği, “Bir Oy Erdoğan Gitsin Diye-Bir Oy TKP’ye”; Emek ve Özgürlük İttifakı, “Halkın egemen olduğu bir toplumsal düzen kurabiliriz” diyordu. Hepsi, Sosyalist iktidar hedefinde değil, emperyalist kapitalist sermaye egemenliğinde, işçi sınıfı için değil “halklar” için,  “demokrasi” hedefinde birleşmişlerdi. Haklıydılar, demokrasinin öznesi halktır. İşçi sınıfı ise, sermayenin mezar kazıcısı olduğu “malum ve meşhur” olmalı! 

Yayıncısı Emile Bottigelli’nin, Haziran 1949’da Marks-Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi’ne  önsözde yazdığı gibi, 1963’de Lasselle tarafından kurulan Alman Emekçileri Derneği’nin 1869’da Eisenach’da, Marks ve Engels tarafından 1864’de kurulmuş olan Uluslararası Emekçiler Derneği Tüzüğü’nden esinlenen, teorik yaklaşımı ile işçi sınıfının güvenini kazanan, dolayısıyla gittikçe güçlenen Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi ile “birleşme”, “Lassalle’cılar için ölüm kalım meselesi haline gelmiş”ti.  “Birliği mutlaka sağlamak için olsun ya da açıkça söylenmesi zor olan sebeplerden ötürü olsun, Marks ve Engels’in eleştirileri, komisyonun tasarısı ile aynı fikirde olmayanlar tarafından bile gizli tutuldu ve Gotha Programı denen tasarı, esasta hiçbir tadile uğramadan kabul” edilmişti.   Ancak, Engels, 1891’de Marks’ın Kenar Notları’nı Gotha Programı Eleştirisi adıyla yayınlar. İş bu, parti içinde tartışmaları alevlendirecektir.  “Sosyal-Demokrat yöneticilerin oportünizmi”, “cezasız kalmayacak”, 1891’de Erfurt Kongresi’nde kabul edilecek Program “Lassalle’cı demogoji ile bağları” koparacak, partinin temellerini sağlamlaştıracaktır. 

Türkiye işçi sınıfını, Solu temsil iddiasında bulunan Emek ve Demokrasi İttifakı ile Sosyalist Güç Birliği Bileşenleri’nden de, Marksist teoriye uzak kaldıkları ölçüde uzaklaştıkları, öncülük yeteneğini kaybettikleri Türkiye işçi sınıfının, 6 Şubat yıkımı ile  kendiliğinden oluşan birliğini dağıtan, yükselen öfkesini soğurmaya yönelik, burjuva diktatörlüğün gereksindiği, demokrasi ve seçim hedefinde ortaklaşması, burjuva parlamentoya girme yarışı tarihi bir hatadır. Öngörüsüzlüktür. 

     “Devrimci demokratik sözlerin şekerli suyuna sirke ve safra dökme zorunluluğu… Propoganda çalışmasından başka bir şey değilmiş gibi görünür. Gerçeklikte, son derece pratik bir devrimci çalışmadır bu; çünkü cafcaflı sözlerle sarhoş olarak durmuş ve hiç de dış engeller nedeniyle değil, hiç de burjuvazinin uyguladığı zor yüzünden değil(G.. henüz… zora başvurma tehdidinden başka bir şey yapmıyor), ama “yığınların körü körüne kanıcılığı  nedeniyle” yerinde sayan bir devrim ileri götürülemez.

Dizginsiz devrimci söz ebeliğinden, kendimizi yalnızca … bu körü körüne kanıcılıkla savaşarak kurtarabilir ve her yerleşme yerinde, yığınların bilincini, onların gözüpek ve kararından dönmez girişkenliği gibi, proleter bilinci de uyarabiliriz; özgürlüklerin, demokrasinin, bütün toprakların tüm halkın mülkü olması ilkesinin kendiliğinden gerçekleşmesini, gelişmesini ve pekişmesini hızlandırabiliriz.” (Lenin, age) 

Emperyalist aklın, daha önce dünya işçi sınıfı tarafından uğratıldığı kayıplardan çıkardığı derslerle, Türkiye burjuvazisinin tehdit olarak görmediği öfkeyi gördü ve yine tam zamanında müdahale etti. “Sağ ve sol”, tüm siyasi özneler, üzerine düşeni eksiksiz yaptı. Türkiye kapitalizminin arkasında bir emperyalist akıl vardı. Ancak, Türkiye işçi sınıfının, Marksist öğretisini taşıyacak, bilince çıkaracak bir öncüsünün olmadığı anlaşıldı. 

Bütün Türkiye, Türkiye işçi sınıfı bütünüyle seçimlere odaklandı. Depremden bu yana susuzluk, açlık, işsizlik, evsizlik, barınma sorunlarına, sele dönüşen yağmura, beyaz ölüme direnenleri bu kez (içinde yaşayanlara mezar olan, olduğu gibi bırakılsaydı sermayeye yeni bir servet aktarma aracı, mülksüz depremzedeye ölüm sebebi olmayacak) enkaz kaldırma çalışmaları nedeniyle açığa çıkan toz, gürültü ve ağır metaller in yarattığı çevre ve insan sağlığına yönelik yakın ve ciddi tehdit eklendi. Ne var ki, Türkiye’nin diğer yarısında demokrasi heyecanı sarmıştı herkesi! Seçimler için gün sayılıyordu. 

  Oysa, 6 Şubat 2023 günü yıkılan şehirlerin gündemi, Türkiye işçi sınıfının gündemiydi. Açlıktı, ölümdü. 9 Mayıs günü , sosyal medyaya Babala TV’nin deprem özel programında konuşan bir çocuğun çığlığı düşecekti: 

Ben 6 gün boyunca annem ve babamın yanarak ölmelerini izlemek zorunda kaldım. Annem ve babamın bedeninin çıkmasını geçin, kemikleri dahi çıkmadı o enkazda. Ben sadece annemi babamı kaybetmedim.

Çocukluğumu kaybettim, huzur bulduğum yuvamı kaybettim, 18 yıldır tanıdığım bildiğim 370 komşumu kaybettim, ben doğup büyüdğüm memleketimi kaybettim. Eğer benim için bir şey yapılmasını istiyorsanız annem ve babamın ölüm belgesini verin. Mehmet Tüzat’ın yargılanmasını sağlayın. Canımdan çok sevdiğim annemle babamı kaybettim. Bir mezarı çok gördünüz, bari bunu çok görmeyin.”

14 Mayıs’da oy kullanacak olan 64 Milyon seçmenin, yaklaşık 20 milyonundan kaçının sağ, kaçının kayıp, kaçının ölü olduğu, nerde, nasıl yaşadığı bilinmiyor. Zira, bunu tespit yeteneği çözülmemiş olsaydı, kapitalist de örgütlü ve gerekli araçlara sahip olması halinde edineceği veriler yoktur. İaln edilen ölü sayısı, her bir il için ortalama olabilir ancak. Gerçek değildir. Türkiye işçi sınıfının kitlesel olarak yaşam ve geçim araçlarını yitirdiği, mülksüzleştiği, “zincirlerinden başka kaybedeceği hiçbir şeyinin kalmadığı”, üstelik kendiliğinden, sınıf rekleksi ile birleştiği, öfkesini kuşandığı tarihsel süreçte, demokrasi sadece ekonomik ve siyasi olarak sıkışan Burjuva diktatörlüğü için gereklidir. Burjuva demokrasi, egemen sınıfın adaylarını aldığı oy ve yetkiyle yeniden kurulan meşruiyet aracıdır. Türkiye solu, tarihi hatasını görmeli, seçimler boykot edilmelidir.   “Devrimci demokratik sözlerin şekerli suyuna sirke ve safran dökmek”, “dizginsiz devrimci söz ebeliğinden”,” esas olanı korumak için yapılan yalan, pohpohlama, tatlı sözler, sayısız vaatler, bir meteliklik sadakalar, işe yaramaz ödünler”den vazgeçilmelidir. 

Sermaye iktidarını aklamak, güçlendirmek, Türkiye solunun işi değildir. 14 Mayıs Seçimleri, derhal BOYKOT edilmelidir. “Bütün iktidar Sovyetlere” deyinceye kadar.