Dersim; Kızılbaş ve Ermeni Halkı…

Et-tırnak ilişkisi…
Kemo tek kelime etmeden içeriye giren kadının elindeki mıhlardan birini ve çakucu olarak odanın ortasındaki direğin yanına gitti. Cebinden çıkardığı tek altını direğe çakmak için mıhı altının tam ortasına tutu ve çakûcu mıhın başına başına vurmaya başladı. Mıh altına girmedi, giremedi boynunu büküp kaldı. Kemo kadınına;

−Bir mıh daha ver deyip boynu bükük mıhı ocağın içine fırlattı. Bir mıh, bir mıh, bir mıh daha defalarca denedi. Her mıhın açtığı delik gittikçe derinleşti ve son mıh altını delerek ağaca saplandı. Kemo büyük bir hırsla; altını ve mıhın başını ezercesine vurmaya devam etti. Şaşkın bakışlar altında kendine geldiğinde;

−Bu size vasiyetimdir, bu altın para bu direkten sökülmeyecek. Çocuklarım ve torunlarım hatta bana inanan herkes bu altına iyi baksın. Bu altının size anlatacağı şeyi hiçbir şey anlatamaz. Bakmayın dilsiz olduğuna bu altının, onun anlatacaklarını hiçbir kitap anlatamaz.

Serdar’ın uzattığı cıgarayı ağzına götürüp derin bir nefes çeken Kemo Ağa adamlarına dönerek;
−Hımayak’ı öldürdüm. Xıncori yolunda arkasından tek kurşunla onu vurdum. Sonra da bir koyun gibi başını bedeninden ayırdım. Elli altın karşılığında yaptım bunu ve Mutasarrıf bir altın vererek gönderdi beni, işte bu altın benim nefsime köleleşmemin, ihanetimin mühürüdür, iyi bakın. Bebexten olmanın şahididir, iyi bakın; ağanızın nasıl bir adam olduğunu görün!

Serdar, tek kelime etmeden odadan çıkarken, gözlerinden yaş aktı. Arkasından diğer insanlar odayı terk etti, loş odada kapıdan giren güneş ışığının dışında, aydınlık kalmadı. Kılıç ağzı parlaklığındaki güneş ışığında; binlerce toz zerresi kelebekler gibi uçuşuyor ama bir türlü yere düşmüyordu sanki. Her bir toz tanesi, Kemo’nun kafasındaki ihanetin tohumları gibiydi . Kemo’nun kadını vücuduyla parçaladı güneşin ışığını ve tüm tozları bir anda eteğine topladı. Belki Kemo’nun kafasındaki ihanet kurtcuklarını da yok edeceğini düşündü. Kadın, Kemo Ağa’nın yanına oturdu ama başını öbür tarafa çevirdi. Kadın ağladı, Kemo ağladı. Çatıyı tutan ardıç direk, altınının böğrüne mühürlenişinden utançla ağladı, ışıktan mahrum edilen karanlık oda zorunlu şahitlikten ağladı.

İnsan insana, rüzgâr ağaca, ağaç hayvana, hayvan toprağa, toprak tohuma anlattı Kemo Ağa’nın ihanetini. Bu coğrafyada affedilmeyecek suçlardan birini işlemişti Kemo Ağa. Kendine sığınan bir insanı koruyamamış, koruyamamanın ötesinde Xızır’ın misafirine, emanetine ihanet etmişti. Yüzlerce yıl yan yana, omuz omuza, ter tere, yüz yüze olduğu komşusunu dünya nimeti için satmıştı. Toprak, hayvan, güneş, ay, ağaç ne tür mahlûkat varsa Kemo ağaya sırtını döndü. Döndü ki Kemo Ağa onları da sırtından vursun, Hımayak’ın acısını böylece paylaşmış olsunlar.

İwrâm Ağa çok geçmeden olanları duymuş, içten içe Kemo’ya nefret beslemişti. Nasıl olur da bir Ağa kendine sığınan bir insanı öldürebilirdi, hem de nefsi uğruna. İçinde yanan ateşi kin ile besleyen İwrâm Ağa Kemo’nun ektiği ihanet tohumunun gelecek nesillere bulaşmasından da korktu.

Aradan çok zaman geçmeden, Korêk tarlasını sulayan Kemo Ağa’nın yanına gitti ve tarlanın başında bir süre onu izledi acıyarak, öfkelenerek ve hatta iğrenerek. Yaptığı her hareket onu daha da öfkelendirdi, otlara dokunuşu, ağacı okşayışı, toprağa gösterdiği saygı yapmacık geldi. Bebexten olan bir insan hiçbir şeyi sevemez, saygı duyamaz, öyleyse bunun yaptığı her davranış aslında içindeki nefis köpeğini saklamak için bir uğraştır. Hele Kemo Ağa’nın toprağı eline alıp koklaması, İwrâm Ağa’nın yüreğine bir bomba gibi düştü, nefreti perçinleşti, burnundan soludu. Kemo Ağa İwrâm’ın gözünde gittikçe küçülerek, topraktaki bir solucana dönüştü. Kendi kendine, “Solucanlar çamurda yaşar” dedi.

Kemo başını kaldırıp İwrâm Ağayı gördüğünde yüreğine bir korku düştü. İwrâm Ağa kendisini gören Kemo Ağa’ya seslenerek;
−Kemo Ağa hele gel bi konuşalım! dedi.

Kemo Ağa saygıda kusur etmeden elindeki küreği kenara bırakarak İwrâm Ağa’nın yanına gitti. İwrâm Ağa;
−Kemo, ne zamandan beri bir ağa, ocağına sığınan insanlara sırtını dönmüştür? Ne zamandan beri bu topraklarda bize sığınan insanlar mal gibi satılmıştır? Kaldı ki biz mallarımızı da satmayız bilirsin. Hele anlat, nasıl olur da Hımayak’ı sırtından vurabildin, nasıl hançeri boğazına geçirdin? Nasıl oldu da elli altına bebexten olmayı kabullendin?

Kemo tek kelime etmeden başını önüne eğdi. İwrâm Ağa belinden çıkardığı silahı Kemo’nun alnına dayarken,
−Hiç olmazsa onu alnından vuraydın, gözlerinin içine baka baka bunu yapaydın. Bu coğrafyanın şerefini, onurunu sattın sen. Halkının inançlarına ihanet ettin, Xızır’ın misafirine kötülük ettin. Ama en kötüsü ne biliyor musun?
“””Gelecek nesillere kötülük ettin, onlara karanlığın kapılarını açtın. Senin yaşaman bu halk katında ve tüm doğa katında anlamsız ve gereksizdir. “””

İwrâm ağa sözlerini bitirdiğinde Kemo, İwrâm Ağa’nın gözlerine ilk kez baktı ve memnuniyetini belirten bir ışık belirdi gözlerinde. Sonra gözlerini yumdu ve namludan kurtulan kurşunun sesi, dağlar arasında defalarca gidip geldi. Kemo Ağa toprağın üzerinde yüzükoyun yatıyordu artık. İwrâm Ağa silahını beline yerleştirirken hiç bir şey olmamış gibi yavaş adımlarla oradan uzaklaştı. Ama bir kere ihanet tohumu bu topraklara düşmüştü ve yeni yeşerecek başaklar bundan nasiplenecek, kendi halkına dahi ihanet edecekti. Hem de başkalarını ihanetle suçlayarak!!!

Ermeni soykırımını anlatan bir roman. Romandan alıntıdır….
Bu konuyla ilgili düşüncelerimi, bu romanda paylaşmıştım. Yüzlerce değil ama birkaç Ermeni Vatandaşı ile sohbet etmiştim. Ama asıl beslendiğim yer, Kızılbaş yaşlılarıydı, dedem, babam, yaşlı nesildi…. Yani bu işin bir de bu tarafı vardı….