Çocuklarından doğan anneler…

Dün, Cumartesi, Anneleri 700. defa Galatasaray Meydanı’nda bir araya geldiler. Hikmetinden sual olunamayan muktedirler de, yasal olmadığına karar vererek 700. buluşmaya müdahale ettiler. BirGün’ün (26.08.2018) haberine göre, emir bizzat Süleyman Soylu tarafından verilmiş;   çok şaşırdığınız değil mi?  İletişim derslerinin vazgeçilmez örneğidir; “köpeğin adamı değil, adamın köpeği ısırmasıdır haber”  E öyleyse, aslında, nasıl olup da Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Meydanı’nda 700 defa toplanmasına “tahammül” edildiğini soruşturmanın daha önemli bir gazetecilik becerisi olduğunu da not etmek gerekiyor.

Akademi,  Cumartesi Anneleri’ne nerdeyse kör, sağır; bu konuda o kadar az çalışma var ki. Bu konudaki ilk çalışma Funda Falakacılar’a ait; Ankara Üniversitesi’nde 2003 yılında tamamlanmış bir yüksek lisans tezi. Falakacılar, basının bu konuya ilgisizliğini konu edinmiş tezinde; çalışmasının başlığı Sivil İtaatsizlik Eylemleri İle İlgili Egemen Basındaki Haber Sunumları Üzerine Eleştirel Bir Değerlendirme Örnek Olay: “Cumartesi Anneleri” Aynı yıl ODTÜ mimarlık fakültesin de bu konuda bir yüksek lisans tezi tamamlanmış Locating Thirdspace in the Specifities of Urban: A case Study on Saturday Mothers, in İstiklal Street Istanbul başlıklı çalışma, bir fen bilimleri çalışması. Evren Kocabıçak tarafından  yapılan çalışma “İstiklal Caddesi’ni ‘Üçüncü-alan’ olarak örneklendir[mekte]… [ve] Devamında Cumartesi Anneleri’nin politik konumunu ‘politik tercih açısından üçüncü-alan’ olarak” incelemekte.

Bu konudaki bir diğer çalışma da Gendering Urban Space: “Saturday Mothers” başlığını taşıyor; Berfin İvegen tarafından 2004 yılında Bilkent’te yapılmış. Daha çok mekân ve toplumsal cinsiyet kavramları üzerine yoğunlaşan bir çalışma: Çalışmada, “Mekan ve
cinsiyetin karşılıklı birbirlerini oluşturdukları göz önünde bulundurularak bu
çalışmanın ev ve şehir mekanının, cinsiyet ayrımı kalıplarının gelişmesinde ne denli
etken olduğu üzerinde duruluyor.

Şehitnur Kürüm’ün Mourning for the disappeared: The Case of the Saturday Mothers başlıklı yüksek lisans çalışması İse İstanbul Şehir Üniversitesi’nde 2012 yılında tamamlanmış. Bu da diğerleri gibi bir yüksek lisans çalışması.

Bu konuda yapılmış –devam etmekte olan ya da henüz bitirilmiş olanlar hariç- tek doktora tezi ise Ayşem Sezer-Şanlı’ya ait. Çalışma “Gündelik Hayatın Dönüşümünde Bir İmkân Olarak Toplumsal Muhalefetin Değerlendirilmesi: Cumartesi Anneleri Üzerine Bir İncelemebaşlığını taşıyor. 2018 yılında Hacettepe Üniversitesinde tamamlandı.

Ayşem Sezer-Şanlı, çalışması kapsamında, 13’ü kayıp yakını ve 12’si aktivist olmak üzere 25 Cumartesi Anneleri protesto hareketi eylemcisi ile görüştü. Çalışmasında Henri Lefebvre, Agnes Heller ve Michel de Certeau’nun yaklaşımları çerçevesinde gündelik hayat kavramını inceleyen Sezer-Şanlı, görüşmelerinden elde ettiği somut verileri gündelik hayatın dönüşümü, protesto ve sivil itaatsizlik kavramları üzerinden okuyarak  Cumartesi Anneleri’nin politik dönüşümlerini analiz etmeye çalıştı. Ayşem Sezer, Şanlı  çalışmasını şöyle bitiriyor:

Görüldüğü üzere, yakınları zorla kaybetme pratiğine maruz bırakılan ve bu hak ihlali ile birlikte gündelik hayatlarında büyük bir yıkım yaşayan kayıp yakını kadınlar ve mücadeleye dâhil olan insan hakları aktivistleri, gündelik hayatlarına tekrar sahip çıkmak üzere son derece insani bir talepten yola çıkarak kentin gündelik hayatının merkezi sayılabilecek bir alana yerleşmektedirler. Bu eylemlilik sürecinde, kadınlar hem kendi gündelik hayatlarını dönüştürmekte hem Türkiye’nin en uzun süren politik sivil itaatsizlik eylemini örgütlemekte hem de Türkiye insan hakları hareketinin en önemli halkalarından birini inşa etmektedirler. Bu bağlamda, Cumartesi Anneleri hareketi politik ve gündelik veçhelerinin birbirinden ayrılamaz bir biçimde birlikte örüldüğü bir aktivizm olarak değerlendirilmelidir.

Todd May’in (2016, s. 40) yaklaşımına göre, başarılı bir şiddet içermeyen politik aktivizm için, bir protestocunun “olmasını istediğin değişimin kendisi olmalısın.” ilkesinden yola çıkması gerekmekte idi. Buradan hareketle, Cumartesi Anneleri hareketi eylemcilerini bu ilkeyi pratikte uygulayan bir örnek olarak değerlendirebiliriz. Kamusal alanda örgütlenen başarılı bir sivil itaatsizlik eylemi ile önce kendi gündelik hayatlarında kalıcı dönüşümler gerçekleştiren eylemciler, hareketin görünür kılınmasını sağlamış; buna bağlı olarak da gündelik, politik ve toplumsal kazanımlar elde etmişlerdir.

Bu bağlamda, barışçıl protestonun gündelik hayatı yeniden yaratmak için bir yol açtığı söylenebilir. Her tür şiddet pratiğini dışlamak ve barışçıl eylem biçimlerini uygulamaya koymak; bir toplumsal harekete verilen kamusal desteğin sağlanmasında en önemli unsurlar olarak ortaya konulmaktadır. Harekete angaje olan eylemcilerin birtakım etik ilkeler etrafında ortaklaşması hareketin meşruiyetini arttırmakta, ahlaki bir protesto inşa etmenin yolunu açmaktadır. Böyle bir protesto örgütlemek ise, gündelik hayatı yeniden üretmekte ve kadınlar için özgürleşmenin mekânı haline getirmektedir.

Cumartesi Anneleri protesto hareketi, eyleme katılan kadınların somut taleplerini barışçıl yollarla kamuoyuna duyurmaktadır. Eylemci kadınlardan elde edilen verilerden yola çıkarak, bu hareketin bu kadar uzun sürmesinin en önemli nedenlerinden birisinin taleplerin karşılanmayışı olduğu söylenebilir. Bir insan hakları hareketi olarak Cumartesi Anneleri aktivizminin hem politik hem hukuki nitelik taşıdığı düşünüldüğünde, özellikle hukuksal taleplerin karşılanmayışı ve hukuki kazanımların politik ve toplumsal kazanımlara göre oldukça zayıf olduğu katılımcıların tümü tarafından dile getirilmiştir. Kolektif belleğin inşası, Galatasaray Meydanı’nın sahiplenilmesi, kamuoyunun desteği gibi birçok konuda elde edilen kazanımlara rağmen; kayıpların akıbetlerinin açıklanmayışı, sorumluların adalet önüne çıkarılmayışı, dava açıldığı takdirde de zamanaşımı ve cezasızlık uygulamalarına başvurulması görüşmelerde can yakıcı sorunlar olarak dile getirilmiştir.

Bu bağlamda çalışma, Türkiye’nin insan haklarına dayalı, demokratik bir hukuk devleti olabilmesi için Cumartesi Anneleri hareketinden yola çıkarak birtakım öneriler geliştirmektedir. Buna göre, ilk olarak yaşanan mağduriyet ve travmanın tanınması gerekmektedir. Bunun için resmi olarak özür mekanizması devreye sokulabilir. İkinci olarak, mağduriyetin tanınması ve yaşananların kabulü ile kayıp yakınlarının mevcut mağduriyetlerinin giderilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, Cumartesi Anneleri hareketinin üç ana talebi değerlendirilmeye alınarak; kayıpların bulunması, akıbetlerin açıklanması, kaybedilmeye sebep olan faillerin ise yargılanması sağlanmalıdır. Bu kapsamda, mecliste kaybedilenlerin akıbetleri üzerine çalışma yapacak bir araştırma komisyonu kurulmalı ve faaliyete geçmelidir. Uluslararası alanda ise, “BM Zorla Kaybedilmeye Karşı Herkesin Korunmasına İlişkin Sözleşme”nin imzalanması sağlanmalı, devletin sözleşme kapsamında üzerine düşenleri gerçekleştirecek mekanizmaları işler kılması olanaklı hale getirilmelidir.

Son olarak, Cumartesi Anneleri hareketinin zorla kaybetme ile ilgili bir bellek çalışması niteliği taşıdığından hareket edecek olunduğunda, yaşananların maddi ve manevi onarımı sürecinde hafıza çalışmaları yapılmalıdır. Örneğin, kaybetme mekânları olarak kullanılan yerlerin hafıza mekânlarına dönüştürülmesi bir toplumsal onarım ve özür olarak uygulanabilir. Buradan hareketle, bir geçmişle yüzleşme siyaseti ortaya konularak yaşananlara karşı bir daha asla denilmesi sağlanmalıdır.

Ne yazık, Akademi 2000’lerin başına kadar, 12 Eylül sonrası kayıpları ile doğru düzgün ilgilenmediği gibi, kayıpları, kayıplarını gündeme getirmeye çalışan annelerle de ilgilenmeyi tercih etmeyecektir. Ayşem’in tezi bu açıdan değerlendirildiğinde hem bir utancı hem de başarıyı işaret ediyor. Cumartesi Anneleriyle ilgilenen bir doktora tezi 2018’de bitirilebildiyse topluca utanmamız; tüm üstü örtük engellemelere rağmen böyle bir tez hiç değilse 2018’de bitirilebildiği için de sevinmemiz gerekiyor.

Ayşem tezini “Çocuklarından Doğan Cumartesi Annelerine ve Onların Mücadelesini Omuzlayan Güzel Yürekli Cumartesi İnsanlarına…” ithaf etmişti. Ben de aynısını yapmak istiyorum.

Mete Kaan KAYNAR