En kötü yönetilen devlet bile kurulurken bütün toplumun mutluluğunu, refahını düşünerek kurulur. Yoksa bir sınıf diğerinden mutlu olsun, refah içinde yaşasın, tahakküm kursun, yok saysın diye kurulmaz. Ama görüyoruz ki ülkemizde toplumun bir kesimi refah içindeyken diğer kesimi yerlerde sürünüyor. Bu yok saydığınız, yerlerde sürüklediğiniz insanlara Kral olsanız ne olur olmasanız ne olur? Eğer insanlar size rağmen sokağa çıkıyorsa biliniz ki ölümden korkmadıkları içindir. O kadar çok korku aracınızı denediniz ki… Olmadı, olmuyor…
Mutlu değiliz.
İster müzikle uğraşalım, ister resimle, ister en iyi, güvenli bir işe sahip olalım mutlu değiliz. İster hayatımızda bir sevdiğimiz, çocuklarımız olsun mutlu değiliz. Aynı zaman da güvende değiliz. Dışarıdaki vahşeti anında evimizde, hayatımızda duyumsuyoruz.
Özellikle bu aralar canımız çok sıkılıyor. Şu can sıkıntısının da insana yaptırmayacağı şey yok gibi. Sosyal medya kullananlar biraz daha şanslı zira istedikleri gibi ilgi çekebiliyorlar, fotoğraflar paylaşılabiliyor, hastalıkları paylaşılabiliyor, her neyse ürünlerini sergileme fırsatlarını yakalıyorlar. Bunun adı mutluluk oluyor tabii. Mutluluk bu işte; istemlerimizin karşılanması, sürekli bir açlık duygusuyla cebelleşmek diğer adı da. Böyle baktığımızda da “Mutlu aşk” ve “Mutlu hayat” yok dersek abartmamış oluruz.
Aslında çoğumuzun istediği dengeli hayattır sanırım. İşte bu dengeyi tutturmak kolay değil. Bu kadar aksiyon ve reaksiyon arasında yaşarken dengeyi nasıl tutturacağız? Biliyorum aksiyon ve reaksiyon bize iyi geliyor, sönmek üzere olan duygularımızı kamçılıyor. Aylardır HDP’nin sesi çıkmıyor diye öfkelenenler vardı. Suçlamalar sınır tanımıyordu. “Tembel, Türk solu kuşatmıştı HDP’yi. Mecliste yatmaktan başka yaptıkları ne vardı ki?” HDP’nin içindeki duyarlı milletvekilleri bu sesi duydu, hemen eyleme geçtiler. Alana çıktılar. Halkın arasına karıştılar. Cumartesi analarını desteklemek, selamlamak boyun borcuydu zira milletvekilleri arasında da kayıp yakınları vardı.
HDP demek kaos demekti. Hemen reaksiyon başladı. Tomalı, su sıkmalı, joplu, postallı “Ezer geçeriz” naralarıyla “dokunulmazlık” “Milletvekili” dinlemediler. Analar yerlerde sürüklendi, milletvekillerinin “Ben milletvekiliyim!” çığlıklarına kulaklar tıkalıydı. Güvenlik güçleri her zamanki gibi güveni sağlamak yerine saldırıyı, kolayı seçti.
Sosyal medya bu vahşeti evlerimize taşıdı. Analar yerlerde sürükleniyor, insanlar yaka paça gözaltına alınıyordu. Bir şey yapamamanın ezikliğiyle kahrolduk.
Benim en çok merak ettiğim; Hrant Dink’in oğlunu orada gözaltına alsaydılar ne yapacaklardı acaba? Hrant Dink gibi öldürecekler miydi? Ya da gözaltında öldürdükleri binlerce insan gibi onu da mı öldüreceklerdi? Yaşı neredeyse seksene gelmiş, yüreği yangın yeri anaları gözaltına alınca bu devletin içi mi ferahlayacaktı?
Yüreği yangın yeri bir anaya söker mi sizin zindanlarınız?
Gözleri yıllardır yollarda, kulağı kapı sesinde olan evladını bekleyen bir ananın sabrını sınamak kolay mı sanıyorsunuz beyler?
Yeni doğum yapmış bir hayvanı görenleriniz olmuştur mutlaka. Yavrusunu nasıl koruduğuna tanık olmuşsunuzdur. Meydanlarda yerlerde sürükledikleriniz hayvan değil yavrusunu yitirmiş ana! Sizin tomalarınız, joplarınız anaları nasıl durdurabilir? Bu saldırılar ne ilk ne de son olacak gibi…Bu devlet eğer birazcık itibarını düşünüyorsa anaların sesine kulak vermeli.
O meclisteki kadınlar hangi partiden olursa olsun anaları dikkate almak zorunda!
Tanrıları bile kandıran insan; eğrinin eğri, doğrunun doğru olduğunu ne zaman göreceksin?
- Yazar Takdir bekler mi? - 14 Ağustos 2024
- Kör İnanç ve Terör - 4 Ekim 2023
- Z Kuşağı ve Deprem! - 9 Şubat 2023