CHP’yi beklerken…

İktidara alternatif olamadığı ve toplumsal muhalefeti derleyip toparlayamadığı için CHP’yi eleştiren, yerden yere vuran; tavsiyeler sıralayıp, yapması gerekenleri sıralayan yazıları derlemeye kalksak, geniş bir kütüphaneye ihtiyacımız olurdu.  CHP, Gezi’nin rüzgârını da arkasına alamadı; o hayli ses getiren Adalet Yürüyüşü’nün de. Bunca özelleştirme ve kadrosuzlaştırmaya rağmen işçi hareketinin dinamizmini de partiye taşıyamadı; Mann Adası Belgeleri diye ortaya attığı iddiaların da arkasında duramadı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerin de eline yüzüne bulaştırdı. Evet, parti Cumhurbaşkanlığı seçimlerini “kaybetmedi” tam anlamıyla “Eline yüzüne bulaştırdı” Son seçimlerde partiye yönelik en önemli eleştirinin, İnce’nin kaybetmesi değil, kaybettikten sonraki tutum ve tavırları olduğunu söylemeye, bilmem gerek var mı?

Bu listeye eklenecek ne de çok şey var, değil mi? Aslında bu hafta yazmaya çalışacaklarım bunlar değil. CHP’nin eksikliklerini, yanlışlarını tezgâha serme derdinde değilim.

Başlık size bir şeyler anımsatmış olmalı. Godot’dan bahsetmek istiyorum.  Samuel Beckett’in 50’lerin başlarında oynanmaya başlayan ve artık bir tiyatro eseri olma sınırlarını çoktan aşıp neredeyse bir küresel darbımesel haline gelen “Godot’yu Beklerken”den. Eserin kahramanları Viladimir ve Estragon’un ne olduğunu, kim olduğu bile bilmedikleri Godot’yu bekleyişlerini anlatan absürd eserini. Bir özdeyiş olarak Godot’yu Beklemek’i, “beklemeyi beklemek” diye ifade etsek; sanırım yanlış olmaz.

Beckett’in bu eseri absürd bir eser olarak kabul edilir. Aman ha, “absürd”ü zırva, saçma diye tercüme etmeyelim. Mantıkla açıklanması imkânsız, mantık dizgesine oturmayan diyelim, daha iyi.

CHP’den iktidara alternatif olmasını beklemenin, toplumsal muhalefeti arkasına almasını beklemenin bizi Viladimirleştirdiğini, Estragonlaştırdığını söylemek istiyorum.  Güzel bir anoloji olduğu için yazmadım; “CHP’den  bir şey olmaz” demenin süslü yolu olsun diye de. Gerçekten de CHP’den beklentilerimizin siyasal tavırlarımızı absürdleştirdiğini (saçmalama, zırvalama, komikleşme… değil, kelimenin tam anlamıyla bir absürdleşmeden bahsediyorum) ve kim olduğunu ve neye benzediği bilmediğimiz bir CHP’yi; bir mesihi, bir kurtarıcıyı bir godot’yu bekler gibi beklemeye başladığımızı düşünüyorum.

Sanırım bu süreçte hata CHP’de olduğu kadar, ondan sokağı harekete geçirmesini bekleyenlerde; bizde. Bir eleştiri, bir kinaye olarak değil, sadece bir tespit olarak altını çizmek gerekiyor. CHP yelkenlerini kitlelerle doldurup, teknesini iktidara ulaştırmaz: Eser, gürler; tozu toprağa katar (Gezi’de alanlardadır, Adalet Yürüyüşü yapar, Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi kitleleri hareketlendirir) ama o kitleden aldığı enerjiyi yelkenlerine doldurup, gemisini rotaya sokacak, ona yön verecek bir mimari yapıya da, kaptana da, dümene de (toplumsal muhalefete yön verecek bir parti örgütlenmesine ve mekanizmasına da) sahip değildir.   Gemide, gemiyi kullanan kaptanda sorun olduğu kadar, geminin kapasitesinden fazla şeyler bekleyen bizlerde de bir sorun olduğunu yüksek sesle söylemek gerekiyor.  Yazdıklarımın bir eleştiriden çok bir tespit olarak okunmasını rica ettiğimi yine hatırlatayım.

CHP’nin sorunu sadece toplumsal muhalefeti arkasına alabileceği bir mimariye sahip olmama sorunu da değil. CHP’nin,  kendisinden bir sol-toplumsal muhalefet bekleyenlerin isteklerini yerine getirmeye çalıştıkça iyiden iyiye bocaladığını, bir kimlik krizinin eşiğine geldiğini de görmemiz gerekiyor. Bu kriz, partinin HDP ile ilişkisi söz konusu olduğunda iyiden iyiye ayan beyan olmakta. Sanılmasın ki CHP, başta AKP olmak üzere diğer sağ partilerin üzerine gelmesinden korktuğu, çekindiği için HDP ile yan yana görünmeye çekinmekte. Aksine partinin, HDP ile yan yana geldiğinde kendi içindeki kimlik tartışmalarının da alevlendiğini görmemiz gerekiyor.

Sonuç olarak, CHP’nin toplumsal muhalefeti arkasına almaya çalıştıkça bocaladığını, her seferinde hüsrana uğradığını da görmek zor değil. “Görmek zor değil” yazdım ama belki de “görmek zor” Öyle ya,  partinin tüm yalpaları, beceriksizlikleri Kılıçdaroğlu’nun kişisel başarısızlığına, beceriksizliğine vb. tahvil edildiğine göre, belki de bu konuyu da yeniden düşünmek gerekiyor.

Partinin sorununun bir genel başkan sorunu olmadığını düşünüyorum. Kılıçdaroğlu gidip İnce geldiğinde partinin şaha kalkacağını söylemenin doğru olmadığını düşünüyorum. “Zira bu terazi bu sikleti çekmez” diyorum.

Mete Kaan KAYNAR