“Kabak nerede yetişi, artık bunu biliyoruz. Hıyar, nedir, nerede yetişir ve hangi mevsimde olur, artık bunu biliyoruz. Ama “caligula” ne zaman çıkar ve nerede veya nerelerde olur, işte bunu tam olarak bilmiyoruz.” diyor Yalçın Küçük. Oysa Yalçın Hoca yanılıyor, “caligula”lar her iktidarın DNA’sında vardır; bir toprakta/toplumda iyi bir “caligula” hasadı için biraz “incitatus” ve incitatusları alkışlayacak, ona ses etmeyecek, gelene ağam gidene paşam diyecek, el öpmekle dudağın aşınmayacağını savunacak, kimsenin tavuğuna kış demeyecek, üç maymunu oynayacak, “Belki bir gün ben de bir “incitatus” hatta niye olmasın bir “caligula” olurum!” umudu ve hasediyle yanıp tutuşacak Roma Senatörlerine ihtiyaç vardır. Sorun caligulalar, sorun caligulaların incitatusları mıdır yoksa susan Romalılar mı?
Selam Olsun Sana Augustus Germanıcus, Yüce Caligula!!
Adet olmuş, Caligula geyiklerinin döndüğü yerde John Dalberg-Acton’un “mutlak güç mutlaka yozlaşır” sözünü anmak. Ne saçma! Oysa Acton’un bashettiği “absolute power” incitatusların senatör olmasına imkân veren muazzam bir güçtür. Aslında bu gücü mutlak yapan da Caligula’nın şu bahsedilen delilikleri değil, senatörlerin o güce tapınmaları, o güçte kendileri için aradıkları fırsatlardır. Yozlaştığı için ağlaştığımız (büyük harfle) “Güç” Caligula’nın – daha bir entelektüel görünsün diye, Kant’tan ödünç lafla tekrarlarsak- “an sich”, sahip bir “Güç” değil, Roma senatörlerinin ona “bahşettiği”, “verdiği”, onayladığı bir güçtür.
Caligula’nın 37 yılında Roma tahtına oturduktan sonra ciddi bir hastalık geçirdiği ve seks, yıkanma ve alkol bağımlılığıyla mustarip olduğu söylenir. Ondan sonradır ki “tuhaf” ve sapkın olarak olarak addedilen davranışlar göstermeye başlar; hoş ilk iki bağımlılığı ne kadar kötü/tuhaf o da tartışılır! University College London Tarih Profesörü Dr Benet Salway diyesiymiş ki, ”Caligula bir keresinde Napoli Limanı’ndaki tüm teknelerin yan yana dizilmesini istemiş. Böylece onların üzerinden geçerek bir kasabadan diğerine yürüyebilecekmiş.” BBC haberin yalancısıyım. Hoş Üstün Erkmen Hoca’da Albert Camus’nün Caligula’sını okuduktan sonra aldığı notları paylaştığı yazısında bu ayrıntıya yer vermiş hatta kayıkların Baiae’den Putoli’ye kadar dizildiğini bile belirtmiş. Dizmeselermiş efendim gemileri? Caligula “istemiş” ama diğerleri de “yapmış” Bir caligula tek başına doğmuyor; bu Caligula da tek başına doğmamış. Caligula ile ilgili bilinenlerin çoğunun ünlü tarihçi Suetonius’un (gerçek adı Gaius Suetonius Tranquillus), De Vita Caesarum (Sezarların Hayatları ya da Oniki Sezar) kitabından derlendiği, bu kitabın da sansasyonel ve ön yargılı olduğu söylenir. Caligula’nın hayatını konu alan tek ciddi eser olduğu düşünülen Cornelius’un (gerçek adı Gaius Cornelius Tacitus) ilk imparator Augustus’un ölümünden (MS 14) Nero‘nun ölümüne (MS 68) kadar olan elli dört yıllık zaman dilimini kapsayan eseri Annales (Yıllıklar) kitabı ise kayıp. Tarihçiler bu kitabın özellikle İmparator Caligula’nın hüküm sürdüğü zamanı, İmparator Claudius’un hüküm sürdüğü ilk beş yılı ve İmparator Nero’nun hükümdarlığının son iki yılını kapsayan bölülerinin kayıp olduğunu söylüyorlar. Salway Caligula’nın çok sevdiği atı İncitatus’u senatör yapma hikâyesinin de bir galat-ı meşhur olduğu görüşünde. Caligula Senatörleri kızdırmak için böyle şeyleri söylermiş.
Caligula İncitatus’u gerçekten senatör olarak tayin etti mi etmedi mi; yoksa sadece şaka mı yaptı, tarihçiler tartışadursun. Beni, İncitatus senatör koltuğuna oturduğunda (ya da Caligula “bak oturturum bu atı bu koltuğa ha!” diye şaka yapıp bir kahkaha patlattığında diğer senatörlerin, yurttaşların ne yaptıkları, ne söyledikleri, söyleyemedikleri… ilgilendiriyor.
Belli ki Albert Camus’u ya benzer şeyler ilgilendirmiş tiyatro eserinde. Mayıs 1944’te Éditions Gallimard tarafından yayınlanan (ama el yazmaları 1939’da çıkmış ve oynanmaya başlamış) Caligula isimli tiyatro eserinde şöyle bir diyologa yer verir: Caligula saraydan çıkmıştır ve ne ne yaptığını ne de nerere olduğunu bilen vardır:
YAŞLI YURTTAŞ — Haberciler gidip geliyor. Başlarını sallayıp: «Hiçbir haber yok», diyorlar.
İKİNCİ YURTTAŞ — Her yer arandı, yapılacak bir şey kalmadı.
BİRİNCİ YURTTAŞ — Önceden kaygılanmanın ne gereği var? Bekleyelim, bakarsınız gittiği gibi geri gelir.
YAŞLI YURTTAŞ — Saraydan çıkarken gördüm onu. Bakışları garipti.
BİRİNCİ YURTTAŞ— Ben de oradaydım, neyiniz var diye sordum.
İKİNCİ YURTTAŞ — Karşılık verdi mi?
BİRİNCİ YURTTAŞ — Evet, yalnız «Bir şeyim yok», dedi. (Sessizlik. Helicon girer, soğan yemektedir.)
İKİNCİ YURTTAŞ, sinirli sinirli — Kaygı verici bir durum.
BİRİNCİ YURTTAŞ—Yok canım, böyledir işte gençler.
YAŞLI YURTTAŞ — Elbette, yaşlandıkça uslanır insan.
İKİNCİ YURTTAŞ —Sahi mi?
BİRİNCİ YURTTAŞ — Umarım unutur.
YAŞLI YURTTAŞ —Elbette canım! Biri gider, onu gelir.
…
CHEREA — Hâlâ bir haber yok.
HELICON—Dingin olalım, Beyler, dingin olalım. Hiç değilse dış görünüşü kurtaralım. Roma İmparatorluğu’nu simgeliyoruz. Biz de keçileri kaçırırsak, İmparatorluk çöker. Yoo, hayır, henüz sırası değil bunun! Gelin şimdi yemeğe gidelim, İmparatorluk çok daha sağlam olur o zaman.
YAŞLI YURTTAŞ — Doğru, pire uğruna yorgan yakmayalım. C
HEREA — Hiç hoşlanmıyorum bu işten. Ne güzel her şey yolundaydı. Bu İmparator en iyisiydi.
İKİNCİ YURTTAŞ — Evet, tam aradığımız adamdı: kuruntulu ve deneyimsiz.
BİRİNCİ YURTTAŞ —İyi ama neyiniz var, nedir bütün bu ağlayıp sızlamalar? Düzenin eskisi gibi sürmesine engel olan bir şey mi var? Anladık, Drusilla’ya vurgundu. Ama aslında kızkardeşiydi. Onunla sevişmesi bile aşırılıktı. Hele kız öldü diye Roma’nın altını üstüne getirmek, olacak iş değil.
CHEREA — Çok umurundaydı. Evet, azizim, hiç hoşlanmıyorum bu işten, ortalıkta gözükmeyişi miğdemi bulandırıyor.
YAŞLI YURTTAŞ — Evet, ateş olmayan yerden duman çıkmaz derler.
BİRİNCİ YURTTAŞ — Devlet’in yüce çıkarları, böyle [ahlak]dışı bir ilişkinin tragedyaya dönüşmesine izin veremez. Bu gibi şeyler en azından gizli kalmalı canım.
HELICON — Biliyor musunuz, [ahlak]dışı ilişki her zaman biraz gürültü koparır. Hani deyim yerindeyse, yatak gıcırdar. Yalnız, sorunun Drusilla olduğunu kim söyledi size?
İKİNCİ YURTTAŞ — Ne öyleyse?
HELICON — Düşünüp kendiniz bulun. Biliyorsunuz, yıkım evlilik gibidir. Seçimi kendinizin yaptığını sanırsınız, oysa seçilen sizsinizdir. Evet, hiçbir şey gelmez elden. Caligula’mız mutsuz, ama neden olduğunu belki kendisi de bilmiyordur? Bir çıkış yolu bulamadı, bunun üzerine kaçıp gitti. Biz de olsak aynı şeyi yapardık. Bakın, örneğin beni ele alın, babamı seçmek elimde olsaydı, dünyaya gelmezdim.
Ümran Türkyılmaz[1] Albert Camus’nün Calligula’yı tarihte yaşayan bir imparatordan çok bir kavram olarak ele aldığını belirtir. O ölüm-yaşam diyalektiğinde ölümsüzlüğü arayan bir figürdür. “Yaşama anlam ve ivme kazandıran ölümü varoluşsal bir olay olarak analiz eden Camus, varoluşölüm diyalektiğini yapıtlarında yoğun bir şekilde işlemiştir. Ona göre yaşam bir yok oluş yolculuğudur’. Bu yolculuğun son aşamasını oluşturan ölüm ise insanda uyumsuzluk duygusunu uyandıran, bununla birlikte yaşamı sorgulamaya yönelten ve bu sorgulamadan anlamsızlığın trajik bilincini ortaya çıkararak insanı yaşama karşı başkaldırmaya götüren önemli bir olgudur.”
Caligula, tarihsel kontekstinin dışında -mesela Camus’nün onu ölüm-yaşam metaforu bağlamında- ele alması gibi- ele alınabilir mi? Neden olmasın? Ben bu yazıda onu denemeye çalıştım; güncel siyasal tartışmalar bağlamında ne caligulaların, ne de onların Senato vb’ye atadıkları atların tek başlarına suçlu olmayacaklarını ifade etmeye çalıştım. At neden at olmaktan utansın? Caligula neden atını senatoya atayamasın? Engel olursunuz ya da olmazsınız, ses çıkarırsınız ya da çıkarmazsınız bütün mesele burada!