Bu krizi neden yaşadık?

Bir yılı aşkın süre 6’lı masa hummalı bir çalışma içinde oldu. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, Seçim Güvenliği, Kurumsal Reformlar, Anayasal ve Yasal Reformlar, Temel Politikalar gibi konularda komisyonlar kuruldu hummalı bir çalışma içinde oldular. Bu çalışmalar aylarca sürdü. Yüzlerce sayfa yazıldı çizildi, amaç yol haritalarını belirlemekti.

Her konuda anlaştıkları görüntüsü verildi.

Bu detaylı yer yer akademik bir çalışmaya dönüşen  çalışmalarla ilkelerin ve yol haritasının belirlenmesiyle cumhurbaşkanı adayının kim olduğu/olacağı anlamsız hale gelecekti.

Beklenen olmadı.

Yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiler, aday belirlemeye oturdular. Açıklandı açıklanacak derken, kızılca kıyamet koptu. Depremin Ankara’dan geçen politik hattı muhalefeti enkazın altına çekti. Bir kez daha gördük ki, Türkiye siyasetinde ilkelerin ve onca emek harcanan program ve yol haritalarının hiçbir anlamı yokmuş.

Bu coğrafya için söyleyecek olursak, halk açısından belirlenen ilkelerin ve yol haritasının önemli olmadığı anlaşılır bir şeydir. İçinden geçilen sürecin ne kadar önemli olduğundan bağımsız olarak, okuma alışkanlığı ve siyasi kültürle doğrudan ilgili bu.

Ancak, anlaşılan liderler ve parti kurmayları da yazılan çizilene pek inanmamışlar. Birçoğunun yazılan metinlerin kapağını açıp okuduğunu sanmıyorum.

En azından Akşener özelinde program, yol haritası gibi unsurların bir anlam ifade etmediğini, kurulan komisyonlardan çıkan yazılı metinlerin çok da bir anlam ifade etmediğini görmüş olduk.

Siyasi kültürün bu vasatı, lider kültüne bağlanmış bu siyaset yapma biçimi sorun çözen olma şansına sahip olmadığı gibi, demokratik siyaseti üretmekten uzak.

Türkiye siyasetini belirleyen sağ partilerin program ve ilkeler üzerinden siyaset yapmadığını biliyoruz. Siyaset daha çok milliyetçi hamasi nutuklar ve güçlü liderler üzerinden şekilleniyor. 12 Eylül faşist darbesi sonrası giderek artan oranlarda dini ögelerinde milliyetçi hamasete eklemlendiğini ve giderek öne çıktığını gördük. AKP ile bu siyaset yapma biçimi altın çağını yaşıyor.

Kuran elde meydan meydan nutuklar atıldığını gördük. Erdoğan bu siyaset yapma biçimin uç örneği olurken, Meral Akşener’de bu siyasi profile en iyi örneklerden biridir.

Akşener, siyaseti millet adına yaptığını ileri sürerken, o milleti en dar anlamıyla, Türklük kimliğine sıkıştırıyor. Bu kimliğe sıkıştıramadıklarını mukaddesatçı bir söylemle yakalayıp, Sünni dini ögelerle milleti genişletip ulvi bir anlam yüklüyor. Bu, Akşener’in buluşu değil. Türkiye sağının öteden beri ideolojik çizgisi oldu. Politika hep bu bileşenlerle yapıldı yapılmaya devam ediyor.

Millet İttifakı’nın yaşadığı kriz, Meral Akşener’in masadan kalkması/kaçması ilkeler üzerinden siyaset yapılmadığını bir kez daha gösterdi.

Onca yazılıp çizilenlerden sonra bu yaşananlar Akşener’in yazılanları okumadığını, okudu ise anlamadığını gösteriyor.

Siyasetin ilkeler ve program üzerinden yapılmaması dışarıdan müdahalelere, günü birlik siyasi hat belirlemeye olanak veriyor. Daha kötüsü, liderlere olması gerekenden fazla geniş bir hareket alan sağlıyor.

Liderin nerede durduğunu bilmek bu yüzden çoğu zaman mümkün olmuyor. Kendi ile çelişen, kendini yalanlayan açıklamaların birbirini izleyen günler içinde gelmesi ve “dün dündür” gibi veciz sözleri politik literatüre kazandırabiliyor.

Başka sebeplerin yanında, bu ilkesizlik Türkiye siyasetinin temel sorunu olmaya devam ediyor.  Kişiler/liderler üzerinden yapılan siyaset ve lidere tanınan geniş hareket alanı, partilerin kurumsallaşmasını ilkeler içinde kalarak siyaset yapılmasını engelliyor. Bu, dün olduğu gibi bugünde çıkan krizlerin ve Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki engellerden biri olarak duruyor…

Hasan KAYA