Türkiye’de cinsiyet eşitliğine inanmayan bir Cumhurbaşkanı ve iktidarın olmasının yanı sıra bu anlayışın toplumda derin kodları var. Bilinçaltındaki bu kodlar, dile yansıyor ve sözcüklere dökülüyor. Müge Anlı’nın, “Eskortluk yapan kızın tecavüze uğrayıp ağlamasının bir anlamı yok” sözleri tam da bu anlayışın dışavurumu. Müge Anlı, bu sözlerinden dolayı eleştiri ve tepki alınca, yanlış anlaşıldığı yönlü açıklama yapsa da aslında bir mantaliteyi yansıtıyor. Mesele sadece Müge Anlı’nın zihniyeti sorunu değil, mesele çok daha derinlerde…
Geçen hafta ise AKP’li Özlem Zengin, çıplak arama tartışmalarında, “onurlu bir kadın böyle bir uygulamaya maruz kaldığında hemen açıklar” demişti. Tartışmalar çıplak arama uygulaması üzerinden devam ederken, üzerinde durulması gereken noktalardan biri de “onurlu kadın” kavramının altında yatan anlayış. “Namuslu kadın ve namussuz kadın” tanımlaması ve bunun toplumun bilinçaltına işlenen kodları… İşte tam da bu anlayışın dışavurumudur, Müge Anlı’nın sözleri. Çünkü, yalnızca Müge Anlı’nın bakış açısında değil toplumun büyük çoğunluğunun bakış açısında eskortluk yapan bir kadın, “o yolun yolcusudur”, “zaten zengin işadamlarıyla para karşılığı birlikte oluyor”, “gönüllü olarak bu işi yapıyor” dolayısıyla namussuzdur… O halde soralım, cinselliği para ile satın alan, o eskortluk yapan kadınlarla birlikte olan erkekler namuslu mu? Peki ya erkeğin namusu? Biraz daha derinlere inelim namus nedir? Neden kadınla özdeşleştiriliyor bu kavram? Namus kavramının içi nasıl dolduruluyor? Bir kadının iki bacağının arasında namusu arayan toplum, namusun kavramsal anlamını yitirip kendini iki yüzlü ahlak anlayışında buluyor. Toplum iki yüzlü ahlak anlayışının limanına sığınırken, kendini aklamak için günah keçileri yaratıyor.
“Namusu” olmadığına dair varılan yargı ile bazı kadınlar rahatça taciz edilebilir, onlara tecavüz edilebilir sonucuna ulaşılıyor. Öyle ki bu çember, eskortluk yapan yahut fahişelik – seks işçiliği yapan kadınlarla sınırlı kalmıyor; tecavüz nedeni, bazen kadının giydiği dekolteli elbiseye, bazen yüksek sesle kahkaha atmasına kadar varıyor. Peki tecavüz etme hakkı nereden doğuyor? Tecavüz bir hak olabilir mi? Tecavüz ve taciz suçunu işleyen erkeğin namusu hangi ahlak anlayışına dahil oluyor? Tecavüz kültürü kendini nasıl üretiyor?
Metis yayınlarından çıkan, Diana Scully’nin, «Cinsel şiddeti Anlamak” (çeviri, Şirin Tekeli) kitabını okumanızı tavsiye ederim. Amerikan hapishanelerinde yatan 114 tecavüzcü erkek ile yapılan görüşmeler üzerinden, tecavüzün erkekler için öğrenilmiş ve ödüllendirici bir davranış olduğunu öne süren bir araştırma. Psikopatolojik bakış açısı, bu “hasta” bireylerin denetlenemeyen bir cinsel dürtünün tutsağı olduğunu savunur. Scully ise, bu araştırmasında tecavüzün erkeğe ait olanın tek ölçüt olduğu ataerkil ideolojiyi sürdürdüğünü vurguluyor.
Diana Scully’nin araştırmasında da tecavüzcü erkeklerin kendilerini savunurken suçu kadında arayan anlayışı görüyoruz. Kitapta tanıdık yargılar karşımıza çıkıyor: “kadınlar hayır derken evet demek isterler”, “kadınlar sonunda gevşer ve bu işten zevk alırlar”, “iyi kızlara tecavüz edilmez” gibi cümleler, tecavüz kültürünün kaynağı olarak beliriyor. Bu araştırmada erkeğin erkeğe olan tecavüzünün ardındaki ruh dünyasını da görüyoruz. Tecavüz, erkekliğin bir güç gösterisidir. Penisin hükümdarlığının ideolojisidir bu! Bu kitapta, tecavüzün öğrenilen bir davranış olduğunu ve erkek egemen sistemin ideolojisinin etkisini görürüz. Yani tecavüz bir hastalık değil bizzat ataerkil ideolojinin bir sonucudur. O halde sorun kadınlık değil erkeklik sorunudur.
Bir başka önemli soru ise bizim ahlakımızı ne belirler? Tabi burada bahsettiğim ahlak anlayışı iki bacak arasına sıkıştırılan ahlak anlayışı değil. Bir başkasının yaşam tarzını, yaptığı işi tasvip etmeyebiliriz ama bu bize, o kişiye taciz ve tecavüz etme hakkını vermez. Şayet bir kişi kendinde bu hakkı görüyorsa sorgulanması gereken o kişinin ahlakıdır. Tecavüze maruz kalan kişinin ahlakını mı tartışmalı yoksa tecavüzcünün ahlakını mı? Korkunç olan şu ki genelde tecavüze maruz kalan kişinin ahlakı ve davranışları masaya yatırılır, yargılanır.
Davranışlarımızı başkalarının yanlışlarına göre mi şekillendiriyoruz? Kendi ahlakımızı belirleyen şey, başkalarının davranışları değil kendi anlayış ve davranışlarımızdır. Ne yazık ki bu çok karıştırılıyor. Ve bir bakıyoruz herhangi bir olayda farkında olarak ya da farkında olmayarak, fiilen tecavüzü meşrulaştıran anlayışlar savunuluyor. Bu koroya her kesimden insan dahil olabiliyor. Genelde “ama” ile başlıyor cümleler. Örneğin ünlü bir kadın aktris, yıllar önce yönetmeni tarafından tecavüze uğradığını açıkladığında çevreden gelen seslere bir kulak kabartın. Ama… Ama… “Ama zaten şöhretin yolu yönetmenin yatağından geçer”, “o zaman niye açıklamamış, niye yıllarca susmuş”… Ama-ların ardından kurulan cümleler tecavüzü meşrulaştıran anlayışa yol alır. Ve bu koro hayli kalabalıktır, büyük bir şuursuzluk halinde tecavüz kültürüne alkış tutarlar. Ve tecavüz kültürü bu şekilde toplumda yeniden, yeniden üretilir.
Devletlerin cinsel politikasından, toplumun her bireyine kadar, el birliğiyle ataerkil sistemin ideolojisine tuğla taşınır. Kate Millet’in, “Cinsel politika, ruhsal yapı, toplumsal yer ve durum açısından her iki cinsin temel ataerkil tutuma göre toplumsallaştırılması yoluyla gönüllü destek kazanır” tespitinin ne kadar isabetli ve haklı olduğunu görürüz.
Son olarak bir önemli hatırlatma, Türkiye’deki kadın hareketinin en önemli kazanımlarından biri, TCK’nın (Türk Ceza Kanunu) 438. maddesinin kaldırılmasıdır. Bu maddeye göre, “hayat kadınlarına”- fahişelere tecavüz suçuna verilen cezalarda indirim sağlanıyordu. Yani fahişelere tecavüz hakkı yasalar tarafından da onaylanıyordu. Bu konuyla ilgili Gülşen Bubikoğlu ve Berhan Şimşek’in oynadığı “Madde 438” filmine bakabilirsiniz. Kadın hareketinin mücadeleleri sonucu 438. madde kaldırıldı.
Yazıyı burada sonlandırırken; cinsiyet eşitliğinin sağlandığı, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinden arınmış, özgürleşen kadın ve erkeklerin olduğu bir dünya umuduyla, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününüzü- günümüzü kutluyorum. Sevgiyle ve farkındalıkla kalın.
- Puslu Havada “Etki Ajanlığı” Yasası - 2 Kasım 2024
- Bahçemizi Yetiştirelim - 12 Ekim 2024
- Toplumsal Yozlaşma - 22 Eylül 2024