Bilim, Tarihin Tanıklığını Önceller, Para ise Cehalet ve Yıkımını Önceller…

Bilimle yol alanlar aydınlığa yürürler. Geleceği doğru kurarlar. Doğayla, tarihle ve kültürleriyle barışık yaşarlar. Tüm önemli değerleri ve güzellikleri geleceğe taşırlar. Bilim, aydınlıktır, adalettir, barıştır, yaşatmadır. Para ise her tür kirliliğin ve kötülüğün kaynağıdır. Para, kazanmak için ne varsa yok etmeyi göze alır. Doğaya, tarihe, kültüre önem vermez ve onları yıkıma sürüklemekten bir sakınca görmez. Her şeyi alınıp-satılan bir meta olarak görür ve gözden çıkarır. Paranın olduğu yerde adalet ve barış olmaz. Varsa yoksa kargaşa ve yıkımdır.

Latmos gerçek anlamda bir tarih, kültür ve doğa hazinesidir. Bu hazinenin korunması, kollanması gerekiyor. Üzerinde yaşanmış uygarlıklar, tarihi birikimi ve doğal bitki örtüsü ile ender yerlerden biridir. Ülkemizin en önemli 122 sıcak alanından biridir. Birçok yabancı arkeolog ve araştırmacının övgüyle bahsettiği, başka bir yerde eşi ve benzeri olmayan dokusu ile yarınlara aktarılması konusunda önerilerde bulunulurken, bizim define avcılarımız ve madden şirketleri tarafından tahrip etmeye devam etmektedirler. Bu önemde bir hazinenin gözümüz gibi korumamız gerekirken, gözleri paradan başka bir şey görmeyen tarih, kültür ve doğa düşmanları tarafından Latmosu delik deşik etmişler. Birçok eşsiz tarihe tanık değer yok edilmiştir.

Birçok araştırmacı ve arkeologun üzerinde hassasça durdukları bu değerlerden hayranlıkla söz ederken ve geleceğe olduğu gibi aktarılmasının önerirken, boşuna demiyorlar. Gördükleri, gözlemledikleri bu eşsiz tarihi ve kültürel öğelerin önemini sürekli vurgulamaktan kaçınmamışlar. Öncelikle bu duyarlılıkları ve hassasiyetlerinden dolayı onlara teşekkür ederiz. Sıra ile o şahsiyetlerin değerlendirmelerini aşağıya aktaracağız.(*)

Avustralya’nın Sydney kentinde yaşayan Celine KAYNARCA, ülkesindeki Uluru Ayersrock Aborigine Kutsal alanını kastederek bir kıyaslama yapıyor:  “Halbuki Latmos oraya göre daha zengin ve daha enteresan özelliklere sahip. Latmos’taki kayalar benim başımı döndürdü. Buradaki kayaların şekillerini her şeye benzetebilir insan. Kayalar sanki gökten yağmış gibi duruyor. Burası ekoturizm yapılacak en güzel alanlardan birisi bence. Ki ben sadece bir bölümünü görebildim. Bir daha ki gelişimde mutlaka diğer alanları da görmek isterim.
Benim yaşadığım ülkede doğaya büyük önem veriyorlar. Özel kanunlarla bu gibi yerler korunuyor. Bir yanlışlık yapılsa bile, duyarlı tüm insanlar ve özellikle basın hemen bunun üzerine gidip, yapılacak hatayı hemen önlüyorlar. Çünkü tahrip edilen doğayı geri getirmek mümkün değildir.”

Alman arkeolog Dr. Anneliese PESCHLOW “Dünyada beni Latmos (Beşparmak) kadar etkileyen başka bir coğrafya yoktur. O yüzden yaşamımın büyük bir bölümünü burada geçirdim. Öylesine dostluklar edindim ki hiç unutamam. Gelemediğim için üzgünüm ancak en çok üzüntüm ise adeta bir açık hava müzesi niteliğindeki bu coğrafyanın, doğal ve kültürel açıdan böylesine etkileyici bir alanın maden ocakları tarafından tahrip edilmesidir. Bu kutsal dağda o kadar önemli yapılar ve eserler var ki, saymakla bitmez. Bunlar insanlık tarihine ışık tutacak dünya mirasıdır. Lütfen burayı koruyun.” Demişti.

Anneliese’nin eşi Urs PESCHLOW Latmos’la ilgili şöyle demiştir. ” Orta Çağ kaynaklarında Latros adıyla geçen Latmos’un anıtlar açısından Bizans Dönemi’nde Anadolu’nun en zengin ve en önemli yerlerinden biri olduğunu hiç kuşkusuz söyleyebiliriz. “

Binlerce yıl sonra bizlere ulaşan Latmos’un ana tapınağı olan Karadere Mağarası’nı Alman arkeolog Dr. Anneliese PESCHLOW şöyle anlatır; “Latmos Türkiye’nin batı kıyılarının doğal güzellikler açısından en etkileyici ve arkeolojik bulgular açısından en zengin yerlerinden biridir. Neolitik Dönem’den, Osmanlı Dönemi’ne kadar uzanan Latmos’taki bulunan eserler arasında, en önemlileri M.Ö. 6./5. Yıllarına tarihlenen kaya resimleridir. Kaya resimleri insanlık tarihinde önemli bir adımı belgelemektedirler. Antik dönemlerdeki gibi tapınakların inşa edilmediği tarih öncesi dönemde, doğal olarak seçilen yerler kutsal alan olarak kullanılmaktaydı. Latmos’taki doğal kutsal alanlardan birisi de, Karadere Mağarası’nın bulunduğu yerdir.”

İstanbul’daki Alman arkeoloji Enstitüsü’nün kurucusu ve ilk müdürü Martin Schede ; 1905 Yılının Eylül ayında yörük çobanlarının klavuzluğunda Latmos’a çıkarak birçok tarihi mekanı keşfeden Theodor Wiegand’ı anma konuşmasında “Menderes Ovası’nı geçenlere, doğuda Latmos’un patlamaya hazır görünen, zikzak çizen kara çehreli doruğu gözdağı verir. Bu dağ, bir gölle işlek yola olan bağları kesilmiş, kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerde, verimli topraklardan yoksun bölgenin eskiden beri en ıssız yeri olmuştur. Birbiri üstüne karmakarışık yığılmış kayaların eşi benzeri olmayan yabanıllığı, bir gezginin yaşayabileceği en büyük doğa yaşantılarından biridir.” Diyerek, Latmos’a olan hayranlığını ifade etmiştir.

 Vanda Osmon, Latmos (Beşparmak) Dağları’nda Karadere Mağarası’nı gördükten ve Alman arkeolog Dr. Anneliese PESCHLOW’dan bilgi aldıktan sonra şöyle demişti “ Dünyadaki ilginç ve tarihi alanları dolaşıyoruz. Buralarda meditasyon yaparak, doğayla bütünleşip, yüksek enerji alıp, o bölgenin ruhunu yaşıyoruz. İlk kez gördüğüm Latmos’un büyüleyici ve insanı dinozorlar çağına götüren manzarasına hayran kaldım. Hele bu mağaradaki resimlerin hikayesini Peschlow’dan dinledikten sonra, girişteki kutsal çukurdan aldığım enerjiyi ve gücü unutamam. Tam o sırada dağın zirvesinde bulutlardan şimşekler çakarak, gök gürlemeleri beni öylesine heyecanlandırdı ki, hayatım boyunca unutamayacağım bir olay meydana geldi. Burası müthiş bir yer, lütfen buraları koruyun.” Demişti.

Alman Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Hermann Parzinger şöyle der;  “Burada en büyük tehlikeyi son yıllarda oldukça yoğunlaşan feldspat çıkarımı oluşturmaktadır. Sürekli olarak yeni devasa maden ocakları açılmaktadır ve bunlardan bazıları da kaya resimlerinin çok yakınlarındadır. Geniş alana yayılan bu maden ve taş çıkarma yerleri sadece doğayı ve yörenin bütün karakterini kayda değer ölçüde tahrip etmekle kalmamakta, resimleri de giderek artan tehlike altına sokmaktadır. Eğer bu faaliyetler durdurulmazsa etkileyici çam ormanlarını, nefes kesici kaya şekillerini, ilginç yerleşme kalıntılarını ve hepsinden önce dünyada eşi benzeri olmayan kaya resimlerini barındıran bu yegane kültür yöresinin yakın zaman içinde geri getirilmez biçimde tahrip edileceği görünürdedir. ” diye endişesini dile getiriyor. O endişesinden de pek haksız değildir.

Günümüzde bu çok önemli tarihi ve kültürel öğelerle dolu bölgede 25 adet madden ocağı faaliyette, yanı sıra sürekli bu şirketler madden alanını genişletmek ve yeni ocaklar açmak için çaba göstermektedirler. Kapasite artırma, kırma ve eleme tesisi adına ÇED olumlu raporları ile yayılmaya ve daha fazla alanı talan etmeye çalışıyorlar. Normal koşullarda bu kadar tarihi, kültürel ve doğal bitki örtüsüyle daha fazla öne çıkarılıp ziyarete açılması büyük avantaj sağlarken, onun yerine çıkarılan hammaddeyi daha çok ihraç ederek, sürekli teşvik destekleri sağlanan şirketler, mevcut dokuyu yok etmek yönünde daha hevesleniyorlar.

İşte devletin resmi verilerinde görülen durum da kısaca şöyledir; Türkiye, yıllık olarak 6 milyon tonun üzerinde üretimiyle feldspat madenciliğinde dünya lideridir. Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre Türkiye 2017 yılı 6.439.995 ton feldspat üretti ve dünya birincisi olmuş. Üstelik bu ham madde ise çok düşük fiyatlarla ihraç edilmektedir. Daha öncesinde ise durum şöyledir; 2010 yılında yaklaşık 20 milyon ton feldspat üç ülke tarafından üretildi: İtalya 4.7 milyon ton ile başta yer alırken, Türkiye 4.5 milyon ton ile ikinci sırada yer aldı ve Çin 2 milyon ton ile üçüncü sırada idi. Bu maddeyi bizden en çok ithal eden ülke ise yine Çin’dir.

Aynı şey Kuvartis maddeni içinde söz konusu. Ülkemizdeki kuvarsit rezervleri 6.3 milyar ton, kuvars kumu potansiyeli ise 65 milyon ton civarındadır. Ve bunu da daha çok ihraç etmek için çıkarılmaktadır. Ancak bu bölgede üretilen bu madenlerle elde edilecek gelir, buradaki tarihi, kültürel ve doğal bitki örtüsüne verilen zarardan daha azdır. Buralar ekoturizme açılarak daha fazla gelir sağlanabilir. Bu kadar tahribat ancak ülkemizin görünümünü olumsuz yönde etkiler. Bir artı sağlamaz.


(*)Arkeolog ve araştırmacılara ait alıntılar EKODOSD ve Bahattin Sürücü beyin paylaşımlarından alınmıştır.