Antep’in sanayi bölgesi Başpınar’da, geceyle gündüzü birbirine karıştıran devasa makinelerin gürültüsü arasında başka bir ses yükseliyor: Yorgun ama inatçı, kırılmış ama boyun eğmeyen bir ses. Burada işçi olmak demek, insanın kendi elleriyle hayatını taştan yontması demek. Sabahı olmayan gecelerde, güneşi görmeyen gündüzlerde, alınterinin nehir olup aktığı o fabrikalarda, insanın kendi emeğine yabancılaştığı bir hayatın içinde sıkışıp kalması demek.
Ama her şeyin bir sınırı var. Açlığa, yokluğa, umutsuzluğa tahammül edebilirsin, ama onuruna, emeğinin hiçe sayılmasına tahammül edemezsin. İşte o eşik aşıldığında, suskunluk yerini bir çığlığa bırakır. Şimdi Başpınar’da olan da tam olarak bu. İnsan yerine konulmak isteyenlerin çığlığı, artık makinelerin gürültüsünü bastırıyor. Çünkü yaşamak için çalışmak başka bir şeydir, hayatta kalmak için tüketilmek bambaşka bir şey. Ve burada, işçiler çok uzun zamandır sadece hayatta kalmaya mahkûm ediliyor.
Bu düzenin işleyişi basit: Patronlar kazanır, işçiler kaybeder. Her sabah, her vardiya, her mesai, insanın biraz daha ezildiği bir düzen. Sigorta primleri eksik yatırılır, fazla mesailer ödenmez, iş kazalarında ellerini, gözlerini, hayatlarını kaybeden işçiler, bir istatistikten ibaret görülür. “Yerine yenisi gelir” zihniyetiyle işçiye bakılan bir dünyada, en büyük hakaret insanın bir makine parçasına indirgenmesidir.
Bir işçi parmağını makineye kaptırıyor. Acıdan bayılacak gibi ama ondan beklenen, ertesi gün işbaşı yapması. Hastaneye gitmek için yol parasını cebinden ödüyor. Düşün, kendi emeğinle kazandığın para, seni hayatta bile tutmaya yetmiyor. Ve biri çıkıp “sabret” diyor. Açlığa sabredilir mi? Çocuklarının gözlerindeki umutsuzluğa sabredilir mi? En temel haklarını isterken cezalandırılmaya sabredilir mi?
Ama işte, her şeyin bir sınırı var. Ve Başpınar’da o sınır çoktan aşıldı. Artık işçiler susmuyor. Onlarca fabrikada direniş başladı. Kimi kazandı, kimi hâlâ direniyor. Ancak hepsi biliyor ki bu sadece bir ücret kavgası değil. Bu, insan yerine konulma mücadelesi. Çelikaslan’da, Has Çuval’da, Yalçın Kardeşler’de, Okkıran’da… İşçiler en temel hakları için, yaşanabilir bir hayat için, hak ettikleri saygıyı görmek için mücadele ediyor.
Patronlar panikte. Çünkü biliyorlar ki işçiler yan yana geldiğinde, onları durdurabilecek hiçbir şey yok. İşçileri yıldırmak için her yolu deniyorlar. Polis kapılara yığılıyor, valilik eylem yasaklıyor, sendika temsilcileri fabrikaya sokulmuyor, gözaltına alınıyor. Ama asıl korkuları bu değil. Asıl korktukları şey, işçilerin birbirine inanması. Çünkü bir kere inanırlarsa, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Ve işçiler artık birbirine inanıyor.
Başpınar’daki bu mücadele, yalnızca bir sanayi bölgesinde olup biten bir olay değil. Bu, her gün, her şehirde, her fabrikada, her atölyede yaşananların bir yansıması. Kimi yerde açık bir direniş, kimi yerde sessiz bir öfke. Ama öfke biriktiğinde, mutlaka bir yol bulur. İşte Başpınar’da olan da bu: Yılların biriktirdiği suskunluğun, artık duvarları çatlatmaya başlaması.
Kimileri hâlâ “bu düzen değişmez” diyecek. Geçin bunları, tarih, sömürü düzenlerinin sonsuza kadar sürmediğini defalarca kanıtladı. Her şey, bir kıvılcımla başlar. Başpınar’da o kıvılcım çoktan çaktı, ateş harlandı. Şimdi mesele, bu ateşin nerelere yayılacağını görmek.
- Putin Modeli: Kontrollü Muhalefet Senaryosu - 17 Şubat 2025
- Başpınar’da Yanan Ateş: Çarkları Durduran Eller - 17 Şubat 2025
- Şiddet Sarmalından Umut Yolculuğu: Korkunun Üstesinden Gelmek - 2 Şubat 2025