Türkiye’de Kürt sorununun barışçıl çözümüne dair savaşın en yoğun olduğu 90’lı yıllardan günümüze barış mücadelesi yürütülmekte. Bu mücadeleler içerisinde sürekliliği olan ve dönem dönem farklılıklar olsa da ortak bir mücadeleyi içeren bir barış hareketi olarak kadınların mücadelesi öne çıkıyor. En zor ve savaş konseptinin en yüksek düzeyde olduğu dönemlerde, savaşa karşı en cesur çıkışları kadınlar yapmıştır. Sadece savaş karşıtlığıyla da yetinmemiştir kadınlar. Kendi feminist bakış açılarıyla toplumsal bir barışın nasıl inşa edileceğine dair tahayyüllerini de ortaya koymaları açısından savaş karşıtı mücadele yürüten diğer hareketlerden farklılaşmıştır. Nüfusun yarısını oluşturan ve savaşı en ağır şekilde yaşayan kadınların barışın inşası için öngördükleri yol ve yöntemlerin var olması toplumda da farklı bir algıyı yaratabilme gücüne sahip oluyor. Uzun zaman önce başlamış olan barış anneleri, gerilla ve asker annelerini bir araya getiren buluşmaların cesurluğu ve kamuoyuna yönelik önemli mesajlar içermesi; bugünlerde orta sınıf, kentli-Batılı, çocuk sahibi genç kadınların “vatan benim çocuğumun kirli bir savaş için ölmesini sağlıyorsa, sağ olmasın” diye seslerini çıkarabilmeleri de geçmişten bugüne kadınların mücadelesinin etkisini ortaya koymakta. 90’lardan günümüze Kürt kadınlarının devlet şiddetine karşı mücadelesi ile feministlerin sistemin dayattığı militarizmi kabul etmeyen yaklaşımları önemli bir barış mücadelesi deneyiminin oluşmasını sağladı. Kadınlar çatışmaların en yoğun olduğu dönemlerde barıştaki ısrarını sürdürdüler. Toplu tecavüzlerin ve cinsel şiddetin pek çok çeşidinin yaşandığı Bosna Hersek-Yugoslavya Savaşı’nda dahi feminist kadınlar yoğun saldırılar karşısında örgütlenerek sokaklarda eylemler yaptılar. Uzun bir mücadelenin sonucunda oluşturulan barış anlaşmasının başarısız olduğu Sierra Leone’de, erkekler tarafından evlerinde oturmaları gerektiği söylenen kadınlar beyaz elbiseler girerek aylarca süren eylemler sonucunda Başbakan’ı kendilerini dinlemeye mecbur bıraktılar.
Dünya barış anlaşmalarında imzacı olarak yer alan kadınların sayısına baktığımızda ise durum hiç iç açıcı değil, imzacı kadınların oranı yüzde 2’nin altında. Oransal olarak daha fazla imzacı kadının müzakere masalarında yer almaları önemli olmakla birlikte, kadınların pek çok ülkede barış mücadeleleri bu oranın çok ötesinde. Afrikalı kadınlar neredeyse hiçbir barış anlaşmasında imzacı olamadılar, ama çok etkili bir kadın barış ağı örgütlediler. Barış süreçlerinde konuşmak istediklerinde erkekler tarafından küçük odalara sıkıştırıldılar ama buna itiraz ederek yaşadıklarını kamusal alanlarda anlatmaya başladılar. Afrikalı kadınların barış mücadelesi sadece kadın hakikatinin ortaya çıkarılmasını sağlamakla kalmadı, aynı zamanda toplumsal cinsiyet algılarının kısmen de olsa yıkılarak taciz ve tecavüze karşı mücadelenin güçlenmesini de sağladı. İrlanda’da barış masasına oturan kadınların mücadelesi ile ilk defa bir kadın partisi kuruldu. Afganistan’da, yabancı bir erkekle kamusal alanda konuşması dahi mümkün olmayan kadınların barış masasına bir temsilci gönderebilmeleri devrim niteliğindeydi. Pek çok çatışma döneminde örgütlenen ve barış mücadelesini toplumsal olarak yürüten kadınlar sonraki süreçlerde parlamento gibi karar alma mekanizmalarında daha çok yer almaya başladılar. Tüm bu kazanımlar kadınların savaşa karşı örgütlendiği ve barışın inşasında yalnızca kadınlar değil, bütün bir toplum için model sundukları bir noktaya gelinmesini sağladı.
Kadın Özgürlük MeclisiToplumsal barışın sağlanması için ise kadınların barış anlaşmalarının en başından itibaren ve her aşamada sürece dahil olmaları oldukça kritik. Afganistan ve başka pek çok örnekte olduğu gibi kadınlar bazen sadece “vitrin” için masalarda var olmasına “göz yumulan” özneler olup, anlaşma sonrası kadınlara dair hiçbir çalışma olmayabiliyor. Ya da bazen “yeter ki kan dökülmesin” gibi acil ve anlaşılır, ancak bir yandan da politik bir tehlike içeren bir talep doğrultusunda kadınların sözleri daha geri plana atılabilmekte. Elbette ki her ülkedeki çatışmanın nedeni, ülkenin demokrasi kültürü, toplumsal ve kültürel yapısı gibi pek çok etken her deneyimi farklı kılmakta. Ancak ortak bir söz söylemek gerekirse, tüm dünya deneyimleri göstermiştir ki kadınların barış sözünü ortaklaştırarak örgütlenmediği zaman, ne yazık ki barış anlaşmaları da toplumsallaşmadan “erkeklerin anlaşması” olarak kalmakta. Hatta daha da ötesi savaşın sona ermesi ve barış anlaşmasının sağlanmasının en başında kadınların örgütlenmemesi çoğu zaman sadece göstermelik olarak bu süreçlere dahil edilmesine yol açmakta. Bu durum, çatışma sonrası demokratik bir rejime geçişte kadın bakış açısının yasal, anayasal ve fiili bir düzleme yansıtılmamasıyla sonuçlanabilmekte. Bu nedenle kadınların kadın özgürlüğü perspektifi ile harekete geçerek, barışın inşasında yer alması oldukça önemli. Türkiye’de 250’ye yakın çok farklı çevrelerden, farklı bakış açılarından kadın aktivistlerin, siyasetçilerin, gazetecilerin, feministlerin, akademisyenlerin bir araya gelerek oluşturduğu Kadın Özgürlük Meclisi’nin (KÖM) değeri bu açıdan baktığımızda daha da fazla ortaya çıkıyor. Doğu ve Batı ikiliğinin şekillendirdiği bir duygusal kopuşun en yüksek noktaya ulaştığı toplumumuzda kadınlar bir araya gelerek barışa dair söylemin kurulması ve barışın toplumsallaşması için her alandaki kadınlara ulaşarak barış talebini yükseltiyor. Üstelik belki de dünya deneyimlerinde içerisinde bir ilk olarak Türkiye’de müzakere görüşmelerinin yürütüldüğü masada kadın hareketini temsilen bir kadın yer aldı. Kadınların ortak üreteceği sözü müzakere masasına taşıyacak bir mekanizmanın olması, kadınlar adına alınacak kararlarda ve hatta tüm toplumun geleceğini ilgilendiren meselelerde kadınların doğrudan müdahil olmasını da sağlayacaktır.
Kadınları bir araya getiren ve mücadelesini yalnız barış süreçlerindeki kadın katılımı üzerinden değil, toplumsal barışın ancak kadınların söylemiyle hayat bulabileceği yaklaşımıyla yürüten KÖM Türkiye’deki kadın barış hareketinin daha da büyümesi, farklı çevrelerden kadınların ortak mücadele yürütmesi için bir zemin oluşturuyor. Müzakere ve barış sürecinin rafa kaldırıldığı bu günlerde kadınlar kendi birikimlerine, güçlerine ve söylemlerine güvenerek, kadın hakikatini ortaya çıkarmakta ve savaş ortamındaki cinsiyetçi, milliyetçi ve militarist politikaları deşifre ederek yeni bir yaşamın inşası anlamında toplumsal barışı savunmaya devam etmekte. Çünkü biz kadınlar biliyoruz ki savaş demek daha çok kadın cinayeti, daha çok evlat ölümü, daha fazla yoksullaşma, bedenlerimiz üzerinde kurulan eril tahakkümün daha çok artması demek. Özetle, biz kadınlar biliyoruz ki demokratik ve eşit bir yaşamın inşası ancak kadınların bir araya gelerek ortak mücadele yürütmesiyle gerçekleşebilecek.
* Bu yazı 21 Eylül 2015 tarihinde www.sivildusun.net web-sitesinde Barış temalı yazılar arasında yayınlanmıştır.
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024