Bir önceki hafta çeşitli rakamlar ve istatistiki verilerle kadınların üstüne yıkılan işlerden, yani bakım işlerinden bahsederek, bakımı merkezine alan bir politika olmaksızın ekolojik yıkımın eşiğindeki dünyada yaşamımızı sürdürecek bir alternatifin de inşa edilemeyeceğini ifade etmiştim. Bakım işleri olmazsa yaşamamızı sağlayan bir ortamın sürdürülmesi imkansız olduğu gerçeğinin, bu işleri hala neredeyse kölece bir emek süreci ile kadınların üzerine yüklendiğini söylemine çok aşna olduğumuzu varsayıyorum. Pek çok araştırma, feodal dönemin mülkiyet yapısına en uygun sosyal düzenleme biçimi olarak heteronormatif ailenin kuruluşunu aktarırken, kadınların bu sosyal disipline uygun davranışları ve ideolojik tutumları içselleştirmesinin uzun süre aldığını aktarır. Zira feodal beylerin kadınların aile içinde tabi konuma getirilmesinde kilisenin egemenliği altında sadece cadı avı yapmadıklarını, kadınların tek sosyalleşme aracı olarak pikniği ve şenliği düzenledikleri de biliniyor. Kapitalist sisteme geçişte ise aile formasyonu, feodal sistem kadar yaşlı olmasına rağmen ezeli ve ebedi tek seçenek olarak boşuna dayatılmadı kadınların önüne.
Böylece kadınların” kadınlıklarının ispatı”na dönüşen her eylemin bakımın içsel tatmini ve içgüdüsel varlığına ikna çabası olması da tesadüfi değil: Kadın çocuk doğurmalı, yemek yapmalı, evi temiz ve tertipli tutmalı ve ailesinin sıcak bir yuva içinde yaşadığına dair her fiziksel ve duygusal ihtiyacı gidermeyi görev olarak önünde görür. Kadın tüm masallarda bir prens aramalıdır, kurbağayı öpmesi gerekse bile. Kadın çocuk doğuramıyorsa “eksiktir”; yemek yapmıyorsa “beceriksizdir”; kadın şiddet görüyorsa, mutlaka hatalıdır; kadın tacize veya tecavüze uğramışsa mutlaka “davetkardır”. Başka kadınların başına gelmeyen istisnai şeyler olarak anlatılır bu durumlar.
Ancak şiddet tesadüfi veya istisna değil; tam kadınların disipline edilmesinin temelinde yatan sistematik araçtır. Ataerkil pazarlık da bu pazarlığın bozulmasının doğurduğu restorasyon da bu fikre dayanır. Daha önce ataerkil pazarlığın doğurulan çocukların bakıma muhtaç olduğu dönemde bakan ebeveynler, kendilerinin bakıma muhtaç olduğu süreçte kendilerinin çocukları tarafından bakılacağını varsayımı olduğunu söylemiştim. Kadının ancak evdeki işleri ihmal etmemesi şartıyla çalışmasına izin verilmesi de, küçük çocuğundan ayrılıp işe giden kadını vicdani gitgeller yaşamasının da nedeni budur. Aynı zamanda bu bakım emeğinin kadınları neden daha fazla ilgilendiriyormuş konuşulduğunu da açıklıyor. Ancak önümüzdeki şartlarda hem kadın hareketinin kadınları erkeklerle eşitleyen talepleri hem e neoliberal kurumlar bu pazarlığı kadınların lehine bozarak, ataerkil sözleşmenin varlığını sekteye uğrattı.
Dünya nüfusunun artık kentlerde yaşayan kısmı kırda yaşayan kısmından kat be kat büyük. Dünya üzerinde kaynakların yüzde 75’inden fazlası kullanılarak yüzde 30’undan azının beslendiği geçtiğimiz günlerde yayınlanan açlık üzerine bir raporda ifade edildi. Daha fazla insan bugün açlıkla karşılaşmamak için yer değiştiriyor, göç ediyor. Daha az toprak üzerinde üretim yapanları geçindiriyor yeni iklim şartlarından ötürü. Daha az su kullanılabilir durumda. Tüm bu süreçlerle kentlerin kalabalıklaşması arasında doğrudan bağ var. Kalabalık kentlerin topraktan ve kendini beslemekten koparılmış yerleşiklerinin ücretli bir işte çalışmaktan başka şansı yok. Dahası giderek küçülen apartman dairelerinde insanların kendileri ve bakmakla yükümlü oldukları çocuklarla birlikte zar zor sığarak yaşadığını düşündüğümüzde, maruz kalınan fiziksel koşullar en az piyasalaşan kamusal bakım hizmetlerinin erişilemezliği kadar etkili bu bakım krizinde. Kadınlar sakatlık ve hastalığı görmezden gelirsek eğer, hayatlarını en az iki defa kesintiye uğratan çocuk doğurma ve bakım ile yaşlı ebeveynlerin bakımı işlerini, gelir elde etmekten feragat ederek yapmak zorunda olduğu için açlık ile karşı karşıya kalıyorlarsa, bu döngü kırılmaya muhtaç. Neoliberal hayat koşulları kadınları böylece parttime işlere ve hayat boyu güvencesizliğe mahkum ederek çalışıyor. Daha öncede yazdığım gibi, kentlerde belediyeler ve devletler bu bakım hizmetlerini altyapı yatırımları adıyla kanalizasyon, yol, eğitim ve sağlık gibi alanlarda yürütüyor ve bütçelendiriyor. Ancak kadınların üstüne yıkılmış olan hiçbir görev, değerli ve görünür olamıyor. Belki yeniden bakımı politikanın temel noktalarından biri olarak düşünmeye başlamak bu yüzden gerekli.
Kadınların eşitlik mücadelesi kadının bedeni, emeği, hayatı üzerinde karar verme hakkını yani koşulsuz insan hakkının peşinde yıllardır çok aşama kat etti. Bugün ABD’deki ve dünyanın çeşitli yerlerindeki kürtaj hakkı ve Japonya’daki ertesi gün hapını partner iznine tabi olmaksızın alma konusundaki politika değişikliği ile alevlenen tartışmalara baktığımızda ataerkil restorasyon denilen sürecin ne olduğuna da açıklıkla görüyoruz. Kadınların hayatları üzerine karar alma hakları, kadınların biyolojilerinin manipülasyonu ile sağlanmaya çalışılıyor. Kadınların hayatı değerli, kadınlar kendi kararlarını verebilir dediğimizde ise sıkça hayat ve inanca dair radikal dinci fikirler veya değersizleştirici söylemlerle savaşmak zorunda kalıyor. En küçük ölçekten büyük ölçekte devlet politikalarına kadar. Bu yüzden bakım emeğini merkeze almadan hiçbir sınıfsal veya cinsiyete dayalı politikada eşitlik imkanı da sağlanamıyor.
- Dış güçlerin seçimi - 25 Nisan 2023
- Yastayız, isyandayız, meydanlardayız - 10 Mart 2023
- Çoklu krizler dönemi - 19 Ocak 2023