Aydınlanmacı Sanat ve Yazın Öğretisi

Hegel, felsefesini ve estetiÄŸini, Aydınlanma’nın bitmeye yüz tuttuÄŸu, romantizmin baÅŸatlaÅŸmaya baÅŸladığı, bu iki akımın kesiÅŸtiÄŸi, karşıtlaÅŸtığı, bütünleÅŸtiÄŸi ve bireÅŸleÅŸtiÄŸi bir zamanda ve ortamda dizgeleÅŸtirmeye baÅŸlamıştır. Bu nedenle, Hegel’in felsefi dizgesi, hem anılan her iki düşün ve yazın akımının fazlalıklarını ve eksikliklerini içerir hem de onları aÅŸar. Dolayısıyla, Hegel felsefesine iliÅŸkin bir irdeleme, Aydınlanma ve romantizm özelliklerini, kazanımlarını ya da noksanlarını hesaba katmak durumundadır.

Hegel’in ilk baÅŸlarda içinde yer aldığı romantik düşün ve yazın akımı, Aydınlanma birikimi olmaksızın yeterince açıklanamaz. Bunun baÅŸlıca iki nedeni vardır: Birincisi, aÅŸağıda daha açık olarak görülebileceÄŸi gibi, romantik kuramcıların büyük bir bölümü, aydınlanmacı düşün ve yazın birikimini ayrıştırıcı bir yaklaşımla üstlenmiÅŸtir. Bunlar kendilerini Aydıqlanma geleneÄŸiyle büyük ölçüde özdeÅŸleÅŸtirmiÅŸ ve onu düşünsel-yazınsal yönden yetkinleÅŸtirmeye uÄŸraÅŸmıştır.

Ä°kincisi, romantik, Aydınlanma’ya bir tepki olarak kendisini tasarımlamıştır. Tepkici tavır, bir yandan romantiÄŸin her yönden özgünleÅŸmesi ve yetkinleÅŸmesine ortam hazırlamış, öbür yandan da karmaşıklaÅŸmasına, bulanıklaÅŸmasına ve çeliÅŸkili hale gelmesine yol açmıştır. Aydınlanma, özü gereÄŸi, insana kendisini, dolayısıyla da toplumu aydınlatma çaÄŸrısıdır. Bireysel ve toplumsal aydınlanma, düşünme eylemiyle aklın özgürleÅŸmesini amaçlar. Ä°nsan, öz-belirlenimi olan düşünme yoluyla kendisini özerkleÅŸtirerek, özgürlüğünün ve yükümlülüğünün bilincinde olan bireye dönüştürür.

ÖzgürleÅŸme ve özerkleÅŸme süreci ve uÄŸraşı içinde birey, tembelliÄŸi ve korkuyu yenerek, aynı zamanda dış bağımlılıklardan da kurtulma olanağına kavuÅŸur. Korkuyu yenme, dış bağımlılıklara yol açan yetkelerin eleÅŸtirilmesine ve sorunsallaÅŸtırılmasına ortam hazırlar. Aydınlanma’nın “Aklını kullanma cesareti göster!”, “Kendi yol açtığın erginsizliklerden kurtul!” çaÄŸrısı, amaçlı bir eylem çaÄŸrısıdır. Bu “amaçlılık” ya da “amaçsallık”, Aydınlanma’nın sanat öğretisine de dolaysız olarak yansımıştır. Aydınlanmacılara göre, sanat, dolayısıyla da yazın, insanın kendi kendisini aydınlatmasına hizmet etmelidir.

Aydınlanmacıların kurguladığı sanat öğretisi, amaçlılık dışında, bir görev ya da yükümlülük de içerir. Aydınlanmacılara göre, sanat/yazın, “halkın öğretmeni olmalıdır!” Johann Georg Sulzer (1720-1779) “Güzel Sanatların Genel Kuramı” adlı yapıtında edebiyatçıyı “peygamber” ile eÅŸ-deÄŸer tutmuÅŸ ve “edebiyatçı, halkın öğretmeni olmalıdır” anlayışını kuramsallaÅŸtırmıştır.[1]

Sulzer’e göre, sanat salt “eÄŸlendirmekle” yetinmemeli, “güzeli ve iyiyi duyumsama yeteneÄŸini de geliÅŸtirmelidir.” Ayrıca, sanat “halkı insan(lık) hakları” konusunda bilinçlendirmelidir. Bu anlayış, aÅŸağıda görüleceÄŸi gibi, Romantikler ve Hegel tarafından üstlenilmiÅŸ ve savunulmuÅŸtur.

Romantiklerin baÅŸlıca eleÅŸtiri konusu yaptıkları sanata/yazma bir görev ya da yükümlülük yükleme, bazı Aydınlanmacılarca da sorgulanmıştır. “Kendini aydınlat!” söylemi, bir buyruk deÄŸil, bir çaÄŸrıdır. Ä°nsanın aklını özgürleÅŸtirmesi ve dünyasallaÅŸtırmasının yanı sıra, bağımsızlaÅŸma ya da özerkleÅŸme idesi ve ülküsünü sürekli vurgulayan bir düŞünseJ devinim. DiÄŸer bir deyiÅŸle, Aydınlanma buyruk veremez, buyruk vermesi söz konusu olamaz. Dolayısıyla, ÅŸimdilerde Aydınlanmanın bir türevi olarak ortaya çıkan sekü1arizm ve modernite/post-modernite gibi akımlarca aydınlanmacı akımın “despotik” ve “otoriter” düşünceye kaynaklık ettiÄŸi savı, temelsiz ve gerekçesizdir.

Aristote1es’in “yazınsal ürünler/yapıtlar, ‘olasılığı’ ya da ‘olabiliri’ anlatır” bulgusunu, erken Aydınlanma döneminin en önde gelen filozofu Christian Thomasius (1655-1728) Von dem Studie der Poesie (Yazın AraÅŸtırması)[2] adlı yapıtında yeniden ele alarak geliÅŸtirmiÅŸtir. Bu bulgu, bugün de yazın kuramının temeli olarak kabul edilmektedir. Kant’a öncülük eden Thomasius, ayrıca insancıl tavrı ve kararlılığıyla “cadı avı”nın ve “iÅŸkence”nin insanlık suçu olarak görülmesine ve Almancanın felsefe diline dönüşmesine de katkıda bulunmuÅŸ bir düşünürdür. Aydınlanma Felsefesinin geliÅŸtirdiÄŸi ikinci sanatsal ilke, “ahlak(sallık)”tır.

Aydınlanmacı sanat kuramcılarına göre, “ahlaksal” öğe olmaksızın, bir sanat yapıtının güzel olarak “beÄŸenilmesi” söz konusu olamaz. Ahlak, aklın kurallarıyla baÄŸlantılı olarak düşünüldüğünden, “yazınsal yaratım” ya da “yazınsal kurgu”, aklın kurallarına uymalıdır. Bu belirlemeden üçüncü yazın-kuramsal ilke olan “kurallı sanat/yazın” ya da “kurallaÅŸtırılmış sanat/yazın öğretisi” türetilmiÅŸtir.

KurallaÅŸtırılmış sanat/yazın öğretisine göre, sanatsal/yazınsal yaratım, kurallara baÄŸlanabilir. Kurallara baÄŸlanınca da sanat/yazın, öğrenilebilir ve öğretilebilir. Aydınlanmacıların önemsedikleri diÄŸer sanat/yazın ilkelerini şöyle sıralamak olanaklıdır: Antik Yunan dönemi sanat/yazın birikimi, “klasiÄŸin” temelidir. Bu nedenle, Aydınlanmacı sanat ya da yazın öğretisi, Antik dönem sanat/yazın anlayışının baÅŸlıca ilkeleri olan ve Aydınlanma idesine ve ülküsüne uygun düşen “yalınlık” ve “biçim arılığı” kavramlarını benimsemiÅŸtir. Bunların yanı sıra Aydınlanmacılarca öne çıkarılan diÄŸer öğreti ilkeleri, “yaratıcılık”, “öznellik”, “tekillik” kavramlarıdır. Kant ve Hegel’in estetik öğretilerinde çok önemsedikleri “dahi”, sanatçının/edebiyatçının “bireysel yaratım yetkinliÄŸi” ve “güzeli, iyiyi ve ahlaksalı duyumsama yeterliliÄŸi” “güzeli, ahlaksalı ve iyiyi estetikleÅŸtirme becerisi” gibi kavramlar da bu kapsamda düşünülebilir. Aydınlanmacılarca geliÅŸtirilen bir baÅŸka ilke bu baÄŸlamda anılmalıdır. Sanat, özellikle de yazın öğretisi açısından hala geçerli bir ilke, Lessing’in Nicolai’ya yazdığı bir mektupla (26 Mayıs 1769) tartışmay soktuÄŸu “sanatın özgünlüğü ve öz-yapısı, malzemesinden türer” ve “yazınsal üretim göstergeseldir”[3] belirlemelerinde somut olarak ortaya çıkar. Bu iki belirlemeden ÅŸu sonuçlar çıkarılabilir: Birincisi, yazın sanatının özgünlüğü, dilsel malzemeden türer.

Dili işleme, bir başka anlatımla, yazınsallaştırma tarzı, yazarın biçemsel özgünlüğünün başlıca kaynağıdır. Dilden başka yazınsal yapıtların öz-yapısının ortaya çıkmasını olanaklı kılan bir etmen yoktur. İkincisi, dilsel malzeme göstergelerden oluşur. Her sözcük ya da kavram, aynı zamanda bir göstergedir. Dilin göstergeselliği ilkesi buradan doğar.

Dilin göstergeselliÄŸi, yazınsal metinlerin çok-anlamlılığının baÅŸlıca kaynağıdır. Yazınsal metinlerin hemen her okumada baÅŸka türlü yorumlanmasının nedeni, dilbilimde kabul gören göstergenin “nedensizliÄŸi” ya da sözcüklerin oluÅŸumundaki “keyfilik” ilkesidir.


[1] 1 Johann Georg Sulzer, Allgemeine Theorie der Schönen Künste; Otta F. Best (yay.), Aufkliirung und Rokoko- Aydınlanma ve Rokoko” içinde, Reclam, Stuttgart, 1978, s. 51-55.

[2] 2 Christian Thomasius, “Von dem Studie der Poesie” (Yazın AraÅŸtırması), Otto F. Best (yay.), Aufkliirung und Rokoko içinde, Reclam, Stuttgart, 1978, s. 47-50. 3 Gotthold Ephraim Lessing, Ãœber den Laokoon, “a.g.e.”, s. 56-60.

[3] Gotthold Ephraim Lessing, Ãœber den Laokoon, “a.g.e.”, s. 56-60.