Artan Enerji İhtiyacının Çözümü Bitkilerde mi Yatıyor?

Zaman zaman bu köşede dünyanın enerji sorununa değiniyor ve çözmek için uğraşan bilim insanlarının bulgularına ve keşiflerine yer veriyoruz.

Bu kapsamda önceki haftalarda özellikle yeşil hidrojen üretimi, metanol ile ilgili çalışmalar, alternatif elektrik üretim teknikleri gibi konulara yer verdik ve örneğin Japonya’da kardan elektrik üretimine ilişkin bir projeyi satırlarımıza taşıdık. Hatta, bu çabanın yaratıcı eğitimin önemini ortaya çıkardığına ilişkin de bir tespitte bulunduk.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden itibaren enerji krizi daha da ciddi bir boyut kazandı. Rusya’ya uygulanan yaptırımlar kapsamında bu ülkeden enerji tedariği azaltıldı ve özellikle Avrupa Birliği, fosil yakıtları terk edip yenilenebilir enerjiye yönelmek konusunda önemli adımlar attı. Sonuç da almış gibi gözüküyor zira Londra merkezli enerji düşünce kuruluşu Ember tarafından yapılan analize göre, Ekim 2022 – Mart 2023 tarihlerini kapsayan kış döneminde AB’nin elektrik üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının payı yüzde 40 ile ilk olarak fosil yakıtları geride bıraktı.

Tabii, yenilenebilir enerjiye olan ihtiyaç arttıkça, iklim değişikliğinin şakası ve acıması olmadığı da gündelik yaşamda rahatlıkla gözlemlenebilir hale geldikçe, enerji ihtiyacını bu kaynaklardan karşılayabilmek adına yürütülen çalışmalar da hız kazanıyor. Son birkaç haftadır, bilim ve teknoloji basınında çıkan bazı haberler de bu anlamda dikkat çekici.

Bilim insanları enerji üretiminde, doğadan esinlenerek (bana göre) çok önemli bir konuya odaklandılar ve enerji ihtiyacının çözümünü burada aramaya başladılar: Fotosentez…

Hepimizin bildiği gibi bitkiler, güneş enerjisinden faydalanarak, bünyelerindeki klorofil aracılığıyla karbondioksit ve suyu basit şekerlere ve oksijene dönüştürüyorlar. Diğer bir ifadeyle güneş enerjisini kimyasal enerjiye çevirerek bünyelerinde depoluyorlar.

İşte bilim insanlarının odaklandığı süreç bu.

Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya’daki bilim insanlarından oluşan ekipler; bitkilerin, alglerin ve bazı bakterilerin büyümek için ihtiyaç duydukları enerjiyi oluşturmak için güneş ışığından yararlandıkları süreç olan fotosentez sırasında oksijenin nasıl oluştuğuna dair mikroskobik ayrıntıları ortaya çıkardılar. Bir bitkinin hücrelerinde fotosentezi başlatmak için sadece dört ışık parçacığı gerektiği bilinmekle birlikte, dördüncü foton emildikten sonra tam olarak ne olduğuna dair detaylar bu araştırmadan önce tam olarak bilinemiyordu. Fotosentezin bu seviyede anlaşılmasının ise, temiz yakıtların geliştirilmesi konusunda yeni imkânlar yaratabileceğini ifade ediyorlar.

PNAS dergisinde yayınlanan bir başka çalışmada ise, Rochester Üniversitesi’nden Kimya Profesörleri Kara Bren ve Todd Krauss konunun bambaşka bir yönüne odaklanarak yapay fotosentez sistemlerine elektron sağlamak için Shewanella oneidensis bakterisinin maliyet efektif ve verimli bir seçenek olduğunu ortaya koydular. Bu mikroorganizmaların benzersiz özelliklerinden nanomalzemelerle birlikte yararlanılması, fosil yakıtlardan hidrojen elde eden mevcut yaklaşımların yerini alma potansiyeline sahip bulunuyor.

Aslında bu yazının ana mesajı çok açık değil mi? İnsanoğlunun ihtiyaçlarının tamamı için çözüm doğada mevcut. İyi gözlemleyebilmek, neden-sonuç ilişkilerini iyi kurabilmek gerekiyor. Bu amaca uygun bir eğitim sistemi ile de entegre edilebilirse, kısa zamanda önemli ilerlemeler kaydetmek mümkün. Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılında bizlerin de bu sürecin dışında kalmamamız gerekiyor. Bir an önce ezberi terk ederek çocukları mantıklarını kullanabileceği, yaratıcı süreçlerini geliştirecek olan eğitim programlarıyla buluşturmamız gerekiyor. Ülkemizden demokratik ülkelere oluşan beyin göçünü sona erdirecek önlemleri de alabilirsek (ki bu  geniş kapsamlı reformlar ve önemli bir vizyon gerektiriyor), bu gelişimden Türkiye’nin de önemli kazanımlar sağlaması olası.

Bir sonraki yazıda görüşene kadar, sağlıcakla kalın.

Özgün ÇINAR