Amerikan Demokrasisi Misyonunu Terk Mi Ediyor?

The Atlantic’te yayınlanan çarpıcı makaleye göre, ABD’nin dış politikasında demokrasi ve insan hakları savunusu ikinci plana itilmiş durumda. Trump’ın ikinci döneminde ise bu gerilemenin ivme kazanması, otoriter liderler için adeta bir ilham kaynağına dönüşmüş görünüyor.

NATO Bombaları ve Belgrad’daki Semboller

29 Nisan 1999’da NATO’nun Yugoslavya’ya yönelik bombardımanı sırasında Belgrad’daki iki savunma bakanlığı binası hedef alındı. Bu saldırılar askeri değil, sembolik bir mesaj taşıyordu: Kosova’daki etnik temizlikten sorumlu olan dönemin otoriter rejimi, insan haklarının lafta kalmadığını, gerektiğinde silahla savunulacağını görmeliydi.

Yıllar geçse de bu binaların harabeleri dokunulmadan bırakıldı. Ancak bu enkazların bulunduğu yere şimdi Trump markalı bir gökdelen inşa edilmesi planlanıyor. Trump Tower Belgrade projesi, Jared Kushner’in Suudi Arabistan destekli yatırım firması Affinity Partners ile yapılan anlaşmayla hayata geçirilecek.

Belgrad’dan Washington’a: Demokrasi Yerine Rant

1999’daki bombardıman sırasında Sırbistan’ın Enformasyon Bakanı olan Aleksandar Vučić, bugün ülkesinin Cumhurbaşkanı. Rusya yanlısı tutumu, basına yönelik saldırgan tavrı ve organize suçla yakın ilişkileriyle gündemde olan Vučić, artık ABD’nin sert eleştirilerine maruz kalmıyor. Tam aksine, Trump’ın dış politika yaklaşımı sayesinde, ABD ile daha yakın ilişkilere sahip.

The Atlantic’in haberine göre bu durum, ABD’nin demokrasi ve insan haklarını önceleyen geleneksel dış politika çizgisinden büyük bir sapmaya işaret ediyor. Trump’ın ikinci döneminde, Amerikan dış politikasının temel direklerinden biri olan demokrasi ihracı neredeyse tamamen terk edilmiş durumda.

Soğuk Savaş’tan Sonra Yükselen Demokrasi İdeali

Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte, Batı dünyası artık bir diktatörün Sovyet yanlısı olup olmamasından çok, demokratik değerlere ne kadar bağlı olduğuna önem verir hale geldi. Bu yeni düzende, seçim gözlemciliği genişledi, insan hakları ihlalleri daha çok cezalandırıldı, yardımlar koşullara bağlandı. Togo, Madagaskar ve Yugoslavya gibi küçük ülkeler, Batı’nın doğrudan baskılarına maruz kaldı.

ABD’nin uluslararası yardımları ve demokrasi yanlısı STK’lara sağladığı destek sayesinde, muhalefet, gazeteciler ve sivil toplum örgütleri güç kazandı. Özellikle Arap Baharı sonrası Tunus gibi ülkelerde milyarlarca dolarlık yardım akışı, demokratikleşme çabalarını hızlandırdı.

Clinton’dan Bush’a, Obama’dan Trump’a Geri Adımlar

Bill Clinton döneminde yükselen demokrasi idealizmi, George W. Bush döneminde Irak ve Afganistan savaşlarıyla büyük darbe aldı. Demokrasi söylemi, artık birçokları için “rejim değişikliği bahanesi”ne dönüşmüştü. Barack Obama ise bu söylemi bilinçli olarak geri plana attı; dış politikayı daha gerçekçi bir eksene çekti.

2024’e gelindiğinde, Freedom House’un verilerine göre dünya 2006’dan bu yana her yıl daha da otoriterleşti. Trump’ın ikinci başkanlık döneminde ise bu eğilim dramatik biçimde hızlandı.

ABD, Demokrasi İhracını Reddediyor

Trump’ın ikinci döneminde Elon Musk liderliğinde kurulan “Hükümet Verimliliği Bakanlığı”, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) başta olmak üzere birçok demokrasi destek mekanizmasını işlevsiz hale getirdi. Ronald Reagan döneminde kurulan National Endowment for Democracy (NED) bütçesi kesildi, Voice of America ve Radio Free Europe gibi medya organlarının başına ise Trump yanlısı isimler getirildi.

Dışişleri Bakanı Marco Rubio, yaptığı açıklamada artık ABD’nin başka ülkelerdeki seçimlerle ilgili yorumlarını kısıtlayacağını duyurdu. Bundan böyle Amerikan yorumları yalnızca “kazanan adayı tebrik etmek” ve “ortak dış politika çıkarlarını vurgulamak”la sınırlı olacak.

Yeni Dönemde Despotlara Yeşil Işık

Bu radikal dönüşümün etkileri çoktan hissedilmeye başlandı. Kamboçya, Tanzanya, Endonezya, Nijerya ve El Salvador gibi ülkeler, ABD’nin kayıtsızlığından güç alarak muhalefeti bastırmaya, hukuku askıya almaya ve özgür basını hedef almaya başladı.

Örneğin Myanmar’daki demokrasi yanlısı gruplara yapılan Amerikan yardımları kesildi. Tayland’daki insan hakları dernekleri fon eksikliği nedeniyle güvenli evlerini kapatmak zorunda kaldı. Bu boşluğu hızla otoriter rejimler dolduruyor.

Carnegie Endowment’ın araştırmasına göre, Elon Musk’ın USAID için “suç örgütü” ifadesini kullanmasından hemen sonra, Macaristan, Sırbistan ve Slovakya’da USAID fonlu STK’lara baskılar arttı.

“Işık Şehri”nden Zindanlara

Ronald Reagan bir zamanlar Amerika’yı “özgürlük arayanlar için ışık şehri” olarak tanımlamıştı. Ancak bugünkü tablo çok farklı. Artık El Salvador’daki insanlık dışı hapishaneler, ABD’nin işbirliği yaptığı sistemler arasında. Trump yönetimi, anayasal sadakatin bir tercih olduğunu ima ederken, yargıçları tutuklayan liderleri alkışlıyor.

Bu geri çekilmeye rağmen, dünyanın dört bir yanında demokrasi mücadelesi sürüyor. Sırbistan’da öğrenci ve işçilerin öncülüğündeki protestolar aylarca devam etti. Ancak bu sefer Beyaz Saray’dan destek değil, tersine, eleştiri geldi. Nisan ayında Belgrad’a gelen Donald Trump Jr., Vučić ile röportaj yaparak protestoları “solcuların işi” olarak nitelendirdi.

Demokrasi Hala Yaşıyor Ama Yetim Kaldı

Pew Research’ün 34 ülkeyi kapsayan 2024 anketine göre, Amerikan demokrasisi artık örnek olarak görülmüyor. Yine de halkların demokrasi talebi bitmiş değil. Ama artık bu talepleri destekleyecek güçlü bir Batı ittifakı görünmüyor.

Amerika bir zamanlar, insan haklarını ve özgürlükleri savunan küresel liderdi. Ancak bugün, despotların gönül rahatlığıyla saraylarında oturmasını sağlayan bir ülkeye dönüştü. Demokrasi ise hâlâ ayakta ama onu savunacak müttefiklere her zamankinden daha çok ihtiyaç duyuyor.