Lenin “Ne Yapmalı’da Pisarev’den “hayal görelim..” diye başlayan bir pasaj aktarır. Lenin için mesele yaratıcı fikirler sahibi olmak, düşünülemeyeni düşünülür hale getirmek ve elbette bu “hayalin” gerçekle temas noktalarını iyi görebilmektir. Komünizm Ütopyası da, ona yürüyüş yolu olarak burjuva demokrasisinden bin kat daha demokratik olacak olan proletarya diktatörlüğü de böyle düşünülemeyeni düşünülür hale getirmenin örnekleridir.
Bazı düşüncelerin üzerine kurulu oldukları kimi temel kavramların kabuklarını kırmadan yeni ufuklara ilerleyebilmesi olanaklı değildir. Hat sanatı kendi içinde ne kadar gelişirse gelişsin resme dönüşemez. Aslana benzeyen, laleyi andıran şekiller bir türlü aslan ya da lale resmi haline gelemezler. Newton mekaniği ile harikalar yaratılır ama bir türlü yıldızların ve atom altı parçacıkların hareket biçimleri anlaşılamaz. Onları anlayabilmek için temel kavramların değişikliğe uğraması gerekir. Bu değişiklik bir öncekini ortadan kaldırmaz ama onu özel bir hale ait konuma getirir. Newton mekaniğine göre ışık hızıyla ilerleyen bir araçtan gönderilen bir ışık sinyalinin, dışardan bakan bir gözlemci için iki ışık hızı olması gerekir. Ama ölçülünce toplam bir ışık hızı olur. Bu artık Newton mekaniğinin yüzde yüz hatalı hale gelmiş olduğu bir durumdur. Newton fiziğine göre tersi doğru olsa da “Bir atom altı parçacığın momentumu ve konumu aynı anda tam doğrulukla ölçülemiyor”. Ya da bir maddenin kütlesi ve hızı bilindiğinde bir saat sonra nerede olacağını bilmenin mümkün olduğu Newton mekaniğine karşın, hakikatte söylediğimiz yerde o parçacığı bulmamız sadece bir ihtimaldir. Kuantum mekaniği de bu ihtimalin ne olduğunu anlatır. İhtimal bir olduğunda Newton mekaniği haklı çıkar ama ihtimal, 0.001 olduğunda gerçeklikle hemen hemen hiç ilişkimiz kalmaz.
İnsanlığın sosyalizm hayali de işte böyle değişik durumlardan geçmiştir. Bir zaman o hayalin ilkel bir biçimi yaşanıyordu. Sonra o hayal özellikle imparatorluk dinleri olan tek tanrılı dinler tarafından öteki dünyaya havale edildi. Ama düşünülemeyeni düşünülür hale getirmeyi iş edinmiş, Karmat, Babek, Bedreddin gibi insanlarca bu dünyada tekrarının yolları arandı. Nihayet K. Marks ve F. Engels o hayale bilimsel bir gerçekleşebilirlik temeli kazandırıp önümüze koydular. Ama önümüze konan da her zaman aynı kalmadı. 1848’lerin ihtilalciliğinden başlayıp, 19. YY’ın sonu ve 20. YY’ın başlarında ekonomizm, 20. YY ilk çeyreğinde Bolşevizm, ve sonra yine ekonomizm kisvelerine büründü. Nihayetinde de birinci ekonomizm gibi dünya kapitalist sistemine entegre olup yapı olarak da ortadan kalktı. Şimdi adlandırılması zor görünse de geriye ÇHC, Vietnam HC, K. Kore HC gibi enkazlar kaldı.
Tüm bu süreçlerde insanlar kullandıkları araçları değiştirip geliştirirken, kendi aralarındaki ilişkileri de hep değişime zorladılar. Bu değişiklikler kimi zaman sosyal devrim boyutuna ulaşırken kimi zamanlarda sistemi yerinde tutan ama onu eskisine göre daha farklı bir yapıya dönüşmeye zorunlu kılan düzeyde kaldılar.
Buhar gücünün makinelerde kullanılmasıyla başlayan 1. sanayi devrimi altını üstüne getirdiği toplumları 1848 devrimlerine taşıdı. Elbette ki sanayinin, araçların, aletlerin kendi kendine yaptığı bir şey yoktu. Gelişimin ortaya koyduğu araçların mülkiyeti ve kullanım biçimi insanların belli biçimlerde davranmasına imkân sağlamaktaydı. O belli biçimler kimi zaman egemenlik bağımlılık ilişkisinin pekişmesi olarak tezahür ederken kimi zaman da eski yapının çerçevesini parçalamaya yöneliyordu.
1848 devrimleri kapitalizmin daha da bir gür biçimde gelişmesinin koşullarını geliştirdi. Takip eden ikinci sanayi devrimi (elektrik motorları, fordist üretim, patlarlı motorlar) dünya için gelişimin, felaketlerin ve kurtuluşun iç içe geçtiği bir çağı başlattı. Dünyanın üçte biri insanlığın ezeli ütopyasına adım atarken ve onların verdiği maddi ve manevi destekle ezilen uluslar emperyalist zinciri birçok noktasında kırarken, iki büyük dünya savaşı ve faşizmler de bu dönemde yaşandı.
İkinci paylaşım savaşının ardından sağlanan refah döneminin 70’lı yıllarda sona ermekte olduğu ve dünya devriminin uzak görünmediği bir dönemde ise her şey beklenenin tersine cereyan etti. Sosyalist ülkeler yıkıldı, kapitalizm neoliberalizm adı altında ideolojik, politik ve ekonomik zaferler elde etti. Yıkılan sosyalist ülkeler ve sosyalizan eğilimli ulusal kurtuluş mücadelelerini başarıya ulaştırmış ülkelerin hemen hepsi kapitalist pazarın parçası haline geldiler.
Dünyanın kırlarında süren geleneksel tarımın planlı bir biçimde yıkıma uğratılması sonucu kentlere akın akın köylüler gelip işçi ordusuna yüz milyonları kattılar. Bu dönem esas olarak bir yandan yoğun emek kullanımının arttığı diğer yandan tam onun karşısında olarak otomasyonun muazzam boyutlara ulaştığı dönem oldu. Dönemi karakterize eden, bir önceki dönemden farklı olarak makinaları insanların yerine bilgisayarların kullanması oldu. Sosyalist ülkeler bu gelişmeye ayak uyduramadılar ve yüzyılın son on yılı içinde ulusal kurtuluş kazanmış ülkelerle birlikte hepsi dünya kapitalist pazarının entegre parçası olma kaderinden kurtulamadılar. Bu üçüncü sanayi devrimi, önceki ikisinden farklı olarak şiddetli sınıf mücadelelerinin burjuvaziyi köşeye kıstırdığı, hatta iktidarından ettiği dönemlerden farklı olarak yüzyıllık kazanımların, iktidar da dahil olmak üzere (aslında sınıf bunun çoktan kaybetmişti ama burjuvazi de henüz tamolarak kazanamamıştı) bir çoğunun kaybedilmesiyle sonuçlandı.
Şimdi dünya yine 2008’den beri bir kriz içerisinde yaşıyor ve üzerinden 11 yıl geçmiş olmasına rağmen krizin kısa sürede sonlanacağına ilişkin bir umut belirmiyor.
Soğuk savaşın bitimiyle birlikte dünya da barışın egemen olacağı ve daha entegre bir dünyada çıkarların gittikçe ortaklaştığı bir huzur döneminin yaşanacağı ilan edilmekteydi. Kapitalizm ve liberal demokrasi artık ebediydi! Ekonomik ve politik dönüşümlerin sonu, hatta tarihin sonu gelmişti! Ama soldan sağdan gelen bu umutvar öngörülere karşın hepsinin tersi çıktı. Savaşlar dört bir yana yayıldı; dünya üzerinde yeni gerilim bölgeleri oluştu; eski nükleer dehşet dengesinin koşullarında birbirine daha tavizkar olabilen, sistemin bekası için, gerektiğinde işbirliğini artırıp krizleri tamponlayabilecek uluslararası kurumlar yaratırken, kapitalist dünya gemisinin yelkenleri birinci ve ikinci paylaşım savaşları öncesinde olduğu gibi artık ticaret savaşlarının rüzgarları ile şişiyor.
Yeni pazarların ele geçirilmesi ve iç pazarların korunması amacıyla özellikle, sistemin tepesinde bir imparatorluk gibi dikilip haraç yiyen ABD, ÇHC ve onunla ilişki sürdüren ülkelere karşı ticaret savaşlarını başlatıyor. Ulus devletler bitti denirken onun en berbat uygulamaları dünya sahnesini kaplıyor. Yarış simgesel olarak resmen Apple ile Huawei’nin düellosuna dönüşmüş durumda.
İkinci paylaşım savaşı sırasında atom bombasının yapılması açısından ABD ile Almanya arasında can alıcı bir yarış sürmekteydi. Almanlar yarışta geç kaldılar. Bombayı yapıncaya kadar zaten savaşı kaybettiler. Ama ya Hitler bu bombayı örneğin en geç 1944’de yapmış olsaydı? Eğer İngilizler, Hitlerin Norveç’teki ağır su (atom bombası yapımında kullanılır) fabrikasını imha etmese, Hitlerin ağır su tanklarını taşıyan gemiyi sivillerin hayatını gözeterek gölün dibine göndermemiş olsalardı, ABD Japonya’ya (aslında Rusya’ya gözdağıdır) atom bombasını atmadan Hitler İngiltere’yi, SSCB’yi ve dahi ABD’yi de atom bombasıyla bitirmiş olabilirdi. Düşünelim o zaman Hitlerin bin yıllık dünya hayalinin bize neyi miras olarak bırakmış olacağını!
Şimdi tam anlamıyla benzer bir durumdayız. Bu kez peşinde koşulan bir kitle imha silahı değil, matematik imha silahı (weapon of mass destruction-weapon of math destruction).
3.Sanayi devrimi makineleri bilgisayarların, bilgisayarları da insanların yönetmesi temeline dayalı olarak üretkenlik artışını muazzam ölçülerde artırdı. Buna ek olarak da işgücünün ucuz olduğu alanlardaki emek yoğun sanayiler sayesinde elde edilen karlarla, genelde düşmüş olan kar oranları yeniden yukarı çekilebildi ve böyle bir üretkenlik düzeyine ulaşamayan reel sosyalist ülkeler de rekabetin ağır baskısı altında çöktüler.
Günümüzde peşinde koşulan mecazi olarak kullandığımız weapons of math destruction, özünde insanın doğrudan müdahalesini olmadan makinelerin dünya çapında hammadde kaynağından son ürüne kadar kendi aralarında haberleşip üretkenliği muazzam boyutlara yükseltmesi ve zihinsel ve duygusal emeğin belli türleri dışındaki emek türlerine ise artık hiç ihtiyacın kalmadığı teknolojik düzeydir. Bu düzeyde yapay zekânın müdahalesi sadece ekonomi alanında olmayacaktır. Şimdiden örneklerini görmeye başladığımız, hukuk, estetik, müzik, eğitim vb de yapay zekânın faaliyetini şu veya bu düzeyde sürdürdüğü alanlar olacaktır. Bu sanayi devriminin altyapısının ancak 2025’de tamamlanacağı söylense de bunun imkanları bugün, moleküler kimya, nanoteknoloji ve yapay zeka sayesinde ortaya çıkmış bulunmaktadır. 2050’ye gelindiğinde var olan “mesleklerin” yüzde 50’sinin ortadan kalkmış olacağı tahmin edilmektedir. Ama üretim düzeyi de bugünkünden yüksek olacaktır.
Bu durum insanlığın karşısına tam bir yol ayrımı dikmektedir ve bunlardan hangisinin seçileceği ise artık geri dönülmez bir rotaya girilmiş olması anlamına gelecektir. Geri dönülemeyecek noktaya ne zaman ulaşırız tam olarak kestirmek zor ama her beş yıl saatli bombanın tık tık’ları gibi çalışacak ve artık 2050’den sonraki yıllar karar yılları olacaktır. Üretici güçlerin denetimi burjuvazinin elinde kalmaya devam ettiği müddetçe bu bomba halkların ortasında patlayacak ve dünya oligarşisi insanlık için akla hayale gelmeyecek felaketleri adım adım sıralayacaktır. Tüm dünyanın bir nezarethaneye dönüşmesi, nükleer bir savaş, ekolojik yıkım, “fazla nüfus” olarak kabul edilecek milyarlaca insanın sefalete sürüklenmesi ve teknolojik yollardan yok edilmesi bu felaketler listesinin ana başlıklarını oluşturuyor.
Böyle bir felakete karşı politik bir devrim yanıtı ise insanlığın tarih öncesinden insanlık tarihine geçişin bütün imkanlarını, bir daha yıkılmayacak olan yeni bir Bolşevik devriminin imkanlarını içinde taşıyor.
Bu yazının başlangıcı ve/veya dizinin birinci yazısı niteliğinde olabilecek yazı, “Bolşevik Köklerimiz Bizden Yeniden Yapılanma İstiyor” yazısına buradan ulaşabilirsiniz…
- Demokrasi mücadelesinin üç temel sorunu - 6 Kasım 2021
- Feodalizmi top yıktı, kapitalizmi de mürekkep! - 21 Haziran 2020
- Virüsler çağında denetim devleti ve devrim - 5 Nisan 2020