“Kadının özgürlüğü, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, yalnızca emeğin, sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla olacaktır”
Clara Zetkin
Pandemi nedeniyle geçen yıldan bu yana 1 Mayıs kutlamaları yasaklandı.1 Mayıs, “Dayanışma ve Mücadele Günü” olarak işçi sınıfı için tatil olmasına rağmen büyük işletmelerde işçiler hala çalıştırılıyor. 17 gün sürecek kapanma sürecinde kapitalizmin kâr çarkları yürüsün diye işletmelerin% 60’tan fazlası sağlıksız koşullarda işçi çalışmaya devam ediyor.
1 Mayıs, İşçi ve emekçiler tarafından dünya çapında kutlanan
“Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü”dür. Ülkemiz dâhil, birçok ülkede 1 Mayıs resmi tatil olarak kabul edilmiştir.
Yılda bir günün proleter günü olarak kutlama ve uygulama kararı ilk kez1856tarihindebir İngiliz sömürge devleti olan ‘Avustralya İşçi Konfederasyonu’ tarafından bir defaya mahsus kutlanmasına izin verildi. Ardından ABD, Avustralyalı işçilerin örneğinde olduğu gibi 1886’da 1 Mayıs’ın evrensel bir iş bırakma günü olmasına karar verdi. 1 Mayıs’ta 200.000Amerikalı işçi, işbaşı yapmayarak,8 saatlik işgünü talebinde bulundu. Daha sonra uygulanan polisiye ve yasal baskılarla, işçilerin bu ölçekte bir gösteriyi tekrarlaması birkaç yıl engellenmesine rağmen1888’dehiçbir değişikliğe uğratılmadan tekrarlanması kararını aldılar ve gelecek gösterinin1Mayıs 1890’dayapılmasını kabul ettiler.
1 Mayıs 1886 tarihinde Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na bağlı işçiler haftanın 6 günü, günde 12 saat olan çalışma koşullarına karşı,8 saatlik çalışma koşuluyla işi bıraktılar. Şikago’da yapılan Gösterilerde 500.000’den fazla işçi katıldı. Kenta ki eyaletinde yapılan gösteride 6.000’den fazla siyahi ve beyaz işçiler birlikte yürüdü. Bu gösteriler 4 Mayıs’ta burjuvazinin düzenlediği “Haymarket Olayı” olarak tarihe geçen bu eylem kanla bastırıldı.14 Temmuz-21 Temmuz 1889’da toplanan İkinci Enternasyonal’de Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada “Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü ” olarak kutlanmasına karar verildi. Böylece ikinci gösteri 1890 yılında yapılabildi. Geçen süre içinde 8 saatlik işgünü birçok ülkede kabul edildi. “Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” bir bayram niteliğini kazandı.
Engels 1 Mayıs 1890’da şunları yazıyordu: “Bugün ben bu satırları yazarken, Avrupa ve Amerika proletaryası ilk kez tek bir ordu halinde, tek bir bayrak altında ve tek bir acil hedef uğrunda, yani… 8 saatlik işgününün yasal olarak tanınması uğrunda seferber olmuş, savaş güçlerini denetliyor. Günümüzün soluk kesici görünümü, bütün ülkelerin işçilerinin bugün gerçekten birleşmiş olduklarını bütün ülkelerin kapitalistlerine ve toprak sahiplerine gösterecektir. Keşke Marx şimdi yanımda olsaydı da, bunu kendi gözleriyle görebilseydi!”
Yakın bir zamana kadar Osmanlı’da düzenlenen ilk 1 Mayıs’ın 1909 yılında olduğu sanılmaktaydı. Ama son dönemlerde çıkan belgelere göre Osmanlı ‘da 1 Mayıs kutlamaları 1906’da İzmir’e kadar uzanan bir kökene sahip olduğu yazılmaktadır.
Türkiye’de 1924 yılından bu yana sürekli kesintiye uğrayan, yasaklanan, işsizler ordusunun işçi sınıfı sayısına yaklaştığı 2021 yılında tek adam yönetiminin üç-beş kapitalistin çıkarı uğruna milyonların feda edildiği, bir insanlık suçu olarak lokavtın ve keyfi işten çıkarmaların meşrulaştığı günümüzde yine her şeye rağmen 1 Mayıs kutlu olsun!
Pandemi nedeniyle geçen yıldan bu yana1 Mayıs kutlamaları yasaklandı.1 Mayıs, “Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak işçi sınıfı için tatil olmasına rağmen büyük işletmelerde işçiler hala çalıştırılıyor.17 gün sürecek kapanma sırasında kapitalizmin kâr çarkları dönsün diye işletmelerin %60’ındanfazlası çalışmaya devam edecek. Buna rağmen işyerlerinde gerekli önlemler alınmamakta, risklerin arttığı bu dönemde patronlar için kâr yaratma aç gözlülüğü devam edecek, ancak yasaklar yüzünden işçiler meydanlara çıkamayacak. Kaldı ki aynı dönemde iktidar partisi kongrelerinin ‘labaleb’ doldurulduğu, ölen bir cemaat liderine hiç bir tedbir alınmadan yapılan ‘lebaleb’ cenaze törenine devlet yetkililerinin de katıldığı halde salgın bahane edilerek işçilere izin verilmedi.
Pandeminin baş gösterdiği geçen yıldan itibaren “Salgın” patronların değil, işçi sınıfının sorunu haline geldi. Sağlıksız koşullarda iç içe çalışan işçiler çalışma bitiminde evlerine gönderiliyor ve monoton bir hal alan sürekli tekrarlanan maske, mesafe, hijyen kurallarına dikkat etmeleri isteniyor. Ama işyerinde, fabrikada işletmelerde yemek yerken bu mesafeler işveren tarafından hiçe sayılıyor. Gerek siyasi iktidar ve gerekse kapitalist sistem, işçilerin insanca yaşam koşullarına değer vermediği, bir neslin geleceğini çaldığını, insan onuruna, sağlığına zerre kadar önem vermediğini Pandemi sebebiyle açık bir şekilde göstermiş oldu. Geçen yazılarımızda belirttiğimiz gibi tüm formlar gibi Pandemi de sınıfsal bir özelliğe sahiptir. Burjuvaziye bulaşmaz, işçi sınıfının, işsizlerin ve yoksul halkın, kısacası Milli Gelir dağılımında alt sınıfları oluşturan kesimin sorunu haline gelmiştir. Alt sınıf gruplarında yoğum bakıma alınanlar, evlerine gönderilenlerden Pandemi bulaşanlar her geçen gün ölüyor, bu sayı durmadan artıyor; üst sınıfı oluşturan elitler ölmüyor, onlara hiç bir şey olmuyor. Salgının sebep olduğu ekonomik yıkımdan en çok etkilenenler Mustafa Durmuş’un dediği gibi “işsiz kalanların ve en fazla yoksullaşanların açlık sorunuyla yüz yüze olanların da işçiler olduğu gerçeğini” değiştirmiyor. Salgın nedeniyle aşı temininde Afrika ülkelerinin de gerisinde kaldık. Aşı yok, yoksullara, işçi ve işsizlere, ev kadınlarına çocuklara sıranın ne zaman geleceği bilinmiyor. Çünkü aşılama işlemi bile sınıfsaldır. Siyasi iktidar ve muhalefet halka güven vermiyor. Sevda Karaca’nın dediği gibi “aşı tatillerinden” boy boy fotoğraflar sosyal medyada utanmazca gözümüze sokuluyor. Ekolojik yıkım için tam kapanmayı fırsat bilen açgözlü şirketler, bütün dava süreçlerini hiçe sayarak jandarma eşliğinde ormanlara dalıyor, dağlarına sahip çıkan köylülerin üstüne taşlar yağdırılıyor.”
Egemen sınıfların sözcüsü konumundaki siyasal iktidar, Salgın döneminde burjuvazinin işçi çalıştırmasına, işten atılmasına ses çıkarmadığı gibi, gerekli önlemlerin alınıp alınmamasına da aldırış etmiyor, kamu bütçesinin tamamını işçilere, işten atılıp sokağa atılanlara, küçük esnafa ve çiftçi yedeği, temsil ettiği büyük sermayeye aktarmakta tereddüt etmiyor.
Kamu ve özel sermaye işbirliği ile yapılan projelerde örneğin köprü, yol, hava limanı ve Şehir Hastanesi müteahhitleri, her ay zammı otomatiğe bağlayan elektrik ve doğalgaz şirketipatronlarına60milyar liralık kaynak aktarması varken, evlerine zoraki tıkılan ve sayıları milyonlarla ifade edilen gündelikli çalışan işçileri, küçük esnafı ve işsiz kalanları insandan saymıyor.60milyarıüç-beş çapulcuya verirken, büyük yığınları oluşturan küçük esnafa 1 milyar 900 milyonu çok görüyor. Emekliye sadaka verir gibi üç yıllık enflasyonu göz ardı ederek, sanki dilenciye verir gibi bayram ikramiyesine 100 liralık lütufta bulunuyor.
İşçi sınıfının varlık gerekçesi bize göstermiştir ki Türkiye dâhil tüm kapitalist sistemle yönetilen dünya ülkeleri iktidarları, işçinin dostu değil, düşmanıdır. İşçi sınıfının dostları, sınıf kardeşleri ve dünyanın halklarıdır. Çünkü işçi sınıfının yoksulluğunu, sıkıntılarını çözmek yerine büyük patronları kurtarmanın, hatta devlet eliyle zengin etmenin derdindeler.[1]Öyle ki, bir avuç milyarderin servetine 15-20milyar dolar daha aktarmış olması yetmiyormuş gibi İstanbul havalimanı işletmesinin 2020 yılına ait kira borcunun silinmesinde tereddüt etmemiştir. Neoliberal haydutluğun Türkiye’ye en büyük katkısı(!)bu olmuştur. Bu dayatmıyor. Otoriter rejimin ülkemizde belediyelerin dağıttığı hijyen ürünleri, gıda ve ekmek dağıtımını engellemekte de tereddüt etmemiştir. Kapitalist dünyada sermaye devleti ve burjuvazi, işçi sınıfının gücünü çok iyi biliyor, neye kadir olduğunun farkındalar ve biliyorlar ki işçi sınıfı olmadan iktidarın hizmette kusur etmediği burjuvazi olmaz, hatta burjuva devleti çöker.
Ortalığı kasıp kavuran Salgın, gerek ücretli olsun, gerekse kayıt dışı, altyapı işlerinde, evlerde ve sanayi üretiminde çalışın işçilerin ne denli önemli olduğunu bir kez daha gösterdi. İşçi örgütlenmesinin önündeki en büyük engel AKP iktidarının yürürlüğe koyduğu neoliberal politikalardır. Ama inanıyoruz ki işçi sınıfının dayanışması bu engeli mutlaka yıkacaktır.
Karl Marx, 153 yıl önce bu durumu görür gibiydi: “Bırakın bir yılı, birkaç hafta süresince çalışmayan bir ulusun yok olacağını çocuklar dahi bilirler. Yine her çocuk farklı ihtiyaçları karşılamak üzere üretilmiş bulunan ürünlerin farklı miktarda toplumsal emeği gerektirdiğini bilir.’ Unutulmamalıdır ki işçi dursa, hayat durur, dünya durur.
İşçi sınıfı tarih boyunca bu merhaleye gelebilmek için çok büyük mücadeleler verdi. Bu mücadelenin bir kısmı başarıyla sonuçlandı ve işçi sınıfının egemenliği ile son buldu. Ancak emperyalizmin dünya çapındaki örgütlü mücadelesi, sahip olduğu teknoloji ve propagandalarla ne yazık ki Doğu Avrupa ve Sovyetler’deki işçi sınıfı egemenliği olan sosyalizmin sona ermesi ile sonuçlandı. Bunda salt dış emperyalizmin maddi ve manevi saldırıları değil, ülkeleri yöneten kadroların kapitalistleşmesi de etkili rol oynadı. Bununla ilgili ayrıntılar ayrı bir yazı konusudur. İnanıyoruz ki dünya proletaryası, 1889 tarihinde yakılan bu ateşi söndürmeden devam ettirecek ve sömürü düzenine son verecektir.
Geçmişten bugüne kadar gelen, geçen tüm siyasal iktidarların içinde hiçbiri AKP kadar burjuvaziye hizmet etmemiş, onun en güçlü radikal partisi, en güçlü devlet adamlığı görevini üstlenmemiştir. AKP, en gerici, en radikal sermayenin rakipsiz temsilcisidir.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)verilerine göre dünyada her yıl 3.200.000 insan iş kazaları ve iş hastalıkları yüzünden ölüyor. Türkiye’de sosyal güvenlik kurumu verilerine göre 2018 yılında toplam 431.000 iş kazası meydana geldi. Ölümcül kaza sayısı1.500’den fazla…Türkiye’de her gün ortalama 4,2 işçi hayatını iş kazası yüzünden kaybediyor. Neoliberalizm, işçinin sosyal güvencesini ortadan kaldırdığı yetmiyormuş gibi sosyal devlet ilkesini de lağvetmiştir.
Bugün dünyanüfusu7.864.665.000 (7 milyar 864 milyon 665 bin)’dir. Bu sayı Nisan 2021 yılına aittir. Çin’in nüfusu 1 milyar 500 milyona yaklaşmıştır. Bu da dünya nüfusunun yaklaşık % 18’i eder. Hindistan’ın nüfusu 1 milyar 400 milyona yaklaşmıştır. Bu da dünya nüfusunun % 17,5’idir. Dünyadaki işçi sınıfı sayısı 3 milyar 500 milyona yaklaştı. Neoliberalizm, orta sınıfı erittiği için işçi sınıfının her geçen gün sayıları artıyor. Ancak ne yazık ki bu sayısal güç, politik biçimde sahneye inememiştir.
DİSK-AR’ın 22 Mart 2021 tarihli raporuna göre geniş tanımlı işsiz sayısı 9.638.000’dır.Bu rakam OECD ülkelerinin ortalama işsizlik oranının yaklaşık iki katıdır. Raporun dikkat çeken kısımları aşağıdaki gibidir.
- Covid-19 etkisiyle yaşanan toplam iş kaybı ve işsizlik (revize) 12 milyon 115 bin.
- Covid-19 etkisiyle iş ve istihdam kaybı oranı (revize) yüzde 34,4
- Geniş tanımlı işsiz sayısı 9 milyon 638 bine yükseldi.
- Geniş tanımlı işsizlik oranı%27,4’e yükseldi.
- İstihdam 2020 yılında 1 milyon 268 bin kişi azaldı.
- Kadınlarda geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 34,8
- Gençlerde geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 41,1 olarak gerçekleşti.
Türkiye’de toplam çalışanların sayısı 26 milyondur. Tam kapanma nedeniyle çalışanların sayısı 16 milyona indi. Yani göz göre16 milyon çalışan ‘ölümüne’ işe gitmeye devam ediyor. 6 milyonu da kısmen çalışacak. Sendikalı işçi sayısı ise 2.069.476’dır. Sendikalara göre dağılımına gelince: Türk-İş’in (Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu) 1 milyon 131 bin 749 üye sayısı ile en çok üyeye sahip Konfederasyon’dur.711 bin 295 üye sayısı ile Hak-İş (Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu) ikinci sırada ve üçüncü sırada193 bin 866 üye sayısı ile DİSK (Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) takip ediyor.
Kamu ve özel teşebbüslerin işçi alımında örneğin 50 kişi alınacak diye ilan verildiğinde on binlerce kişi müracaat ediyor. Her geçen gün işsizlik rakamları artıyor. Salgın gerekçe gösterilerek işlerinde üretim baskısı, cinsiyetçi uygulamalar da giderek artmaktadır. İşyerleri, patronların çiftliği gibidir. Ne hukuk işliyor, ne sağlık koşulları, ne de denetim!
Pandemi zaten tüm ülkelerde patlak veren ekonomik krizi öne çekti. Türkiye ve benzeri ülkeler bundan en çok etkilenen ülkeler kategorisinde yer alıyor. Çünkü devlet bütçesi boş. Mevcut olan da ideolojik ve siyasi yapı itibariyle işçiye verecek beş kuruşu yok, ama öte yandan işverenlere adeta ‘dükkân senindir’ diyebiliyor.
Türkiye, salgın karşısında tam anlamıyla aciz kalmıştır. İnsan yaşamını hiçe saymıştır, kapitalist sisteme entegre olan Türkiye ilaç tekellerinin hırsı, kârlarına kâr katmıştır. Yazının hazırlandığı saatlerdedünyadaCovid-19 vaka sayısı 152,5milyonu geçmişti. Salgın nedeniyle dünyada ölümlerin sayısı 3.166.029 idi. Türkiye’de resmi rakamlara göre vaka sayısı 5 milyona yaklaştı, ölenlerin sayısı 40.524’tür. Bu rakamlar1 Mayıs 2021 tarihi itibariyle dikkate alınmıştır.
İşçi sınıfına ve örgütlü mücadelesine selam olsun!
Yazımı Nazım Hikmet’in “TÜRKİYE İŞÇİ SIINIFINA SELAM” şiiriyle bitirmek istiyorum.
Türkiye işçi sınıfına selam
Selam yaratana!
Tohumların tohumuna, serpilip gelişene selam!
Bütün yemişler dallarınızdadır.
Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir,
haklı günler, büyük günler,
gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan,
ekmek, gül ve hürriyet günleri.
Türkiye işçi sınıfına selam!
Meydanlarında hasretimizi haykıranlara,
toprağa, kitaba, işe hasretimizi,
hasretimizi, ay yıldızı esir bayrağımıza.
Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selam!
Paranın padişahlığını,
karanlığın, yobazın
ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selam!
Türkiye işçi sınıfına selam!
Selam yaratana!
(Nazım Hikmet RAN – 12 Ağustos 1962)
1 Mayıs kutlu olsun!
Bijî Yek Gülan!
[1]Mustafa Durmuş, Salgında 1 Mayıs: Rüyayı gerçeğe dönüştürmek hala mümkün! (1 Mayıs 1921 sosyal paylaşım sitesi)
- Irkçılık - 31 Aralık 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (3) - 26 Kasım 2022
- Azgelişmişlik Üzerine (2) - 12 Kasım 2022