Yüzyıllık esaret

Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında, 16 Mayıs 1916 tarihli İngiltere ve Fransa arasında yapılan gizli “Sykes-Picot Anlaşması” ile Ortadoğu paylaşıldı ve Kürdistan 3 parçaya (4. parça İran sınırları içinde bırakılmıştı) bölündü. 14 Aralık 1918 tarihli İngiliz gizli belgesinde Kürdistan’ın Büyük Britanya için önemi şöyle anlatılmıştı: “Bu ülkeye hakim olan güç Mezopotamya’ya ulaşan stratejik noktaları ve bu toprakların sulanmasının büyük ölçüde dayandığı Dicle su kaynağını kontrol edecektir. Üstelik askeri amaçlar için zengin bir kaynak olabilecek istikrarlı ve dost bir Kürdistan, Yukarı Mezopotamya’daki bir barış için hayati önemdedir. Mezopotamya sınırındaki alçak topraklar, petrol alanlarına ve diğer kaynaklara sahiptir. Petrol, kömür ve tütün üreten Süleymaniye ve Halepçe, büyük gelişme potansiyeline sahip bölgeler olarak değerlendirilmektedir. Kıfri-Kerkük yolu üzerindeki Tuz Hurmatu’da ve bölgenin güneydoğusundaki Siyakur’da da petrol bulunmuştur.”

10 Ağustos 1920’de Sevr Anlaşması ve 24 Temmuz 1923’de Lozan Antlaşması ile Kürdistan yeniden bölündü. Ekonomik, siyasal, askeri ve stratejik konumundan dolayı öne çıkan Kürdistan, İkinci Dünya Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda ve ardından gelen uzun Soğuk Savaş döneminde emperyalist güçlerin ve sömürgeci bölge devletlerin paylaşım mücadelelerine sahne oldu. Başlangıçtan beri bir parçanın diğerini etkileyebileceği ve birinin kurtuluşunun diğerlerinin de kurtuluşu anlamına geleceği için Kürtlerin kendi geleceğini belirleme hakkı, emperyalistler ve bölgenin egemen devletleri tarafından engellendi. Yüzyıl boyunca Kürt sorununu kendi iç sorunları gibi algılayan Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki egemen ulus ve devlet yönetimlerin Kürtlere karşı kutsal ittifak politikaları iflas etti.

Kürt sorunundan Filistin sorununa, siyasal İslam’dan siyonizme, Şii İslam’dan Sünni İslam’a, cetvel devletlerden kadim devletlere kadar, yoğun siyasal güçleri ve çatışmaları barındıran Ortadoğu, 21. yüzyılın başından itibaren devrimci bir fay hattı oldu. Bölgenin kadim halklarından olan Kürtler; ulusal, sınıfsal, etnik, dinsel ve kültürel dinamikleri ile sadece kendilerinin değil, aynı zamanda Ortadoğu halklarının geleceğini belirleyebilecek devrimci bir rol üstlendi. Her parçadaki ulusal ve demokratik mücadeleler yapay sınırları belirsiz hale getirerek, yüzyıllık esaret zinciri kırılmaya başladı.

Sykes-Picot Antlaşması’ndan yüzyıl sonra Ortadoğu’da haritalar, bu kez emperyalistler tarafından değil, Ortadoğu halkları tarafından kendi geleceklerini belirleme hakkı ve talebiyle yeniden çiziliyor. Kürdistan’ın parçalanmışlık ve bölünmüşlük halinin yarattığı somut durumlar; her bir parçadaki ulusal ve sınıfsal potansiyeller, demokratik talepler, siyasal ve örgütsel konumlanışların dikkate alınmasını gerektiren bir dönem yaşanıyor. Bu nedenle Ortadoğu ve Kürdistan’ın geleceğini artık bölgenin egemen devletleri ve emperyalistler tayin edemez. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı için halkın iradesi dışında hiçbir koşul öne sürülemez. Kürtlerin, özerklikten ayrı devlet kurmaya, federasyondan konfederasyona kadar kendi kaderlerini belirleme hakkına hiçbir şekilde karşı çıkılamaz.

Bu bağlamda bazı tarihsel olgulara dikkat çekmek istiyorum: Bir, Ortadoğu’nun yeniden yapılanmasının anahtarı yüzyıllık Kürt sorununun demokratik ve siyasal çözümünde saklıdır. İki, Kürtler şimdiye kadar olduğu gibi onurlu bir barış, eşitlik, özgürlük ve demokrasi temelinde kendi geleceklerini tayin etme kararlılığını sürdürecektir. Üç, her şeye karşın Güney’deki bağımsızlık referandumu, Kürtlerin geleceği için yeni bir süreç başlatacak ve diğer parçaları etkileyecektir. Dört, Birleşik Kürdistan ideali, halkın ortak özlemini ifade etmekle birlikte bu aşamada bölgenin yeniden yapılanması için Rojava’da oluşan demokratik federalizm somut bir modeldir.