Yaşanılan kâbus

“Amerika’nın yaşadığı kâbus, ve bu gerçek bir kâbus, ABD başkanı seçilen kişinin had safhada narsisizmden mustarip olmasıdır. Kompulsif bir yalancı, bir cahil, bir palavracı, öç alma fikriyle yanıp tutuşan iğrenç bir yaratık ve şimdiden biraz bunamaya başlamış biri. Bunları söylerken kusurlarını en aza indiriyorum. Günbegün, davranışları, tecrübesizliği ve kamu önünde dile getirdiği sözlerinin saçmalığı bizi öfkelendiriyor. Bu adamın deliliğinin ülkeyi ve bütün dünyayı sürükleyebileceği tehlikelerin önünde hiçbir engel yok.” Ünlü romancı Philippe Roth, bir hafta önce, Fransa’da Libération gazetesinde yayımlanan söyleşisinde, Donald Trump’ı böyle tarif ediyor. Bu patolojik özelliklere sahip olduğunu iddia ettiği kişi, dünyanın iktisaden ve askeri olarak en güçlü ülkesinin başında. 

Birkaç yıl önce artık roman yazmaya son verdiğini ilan eden Philippe Roth, 2004’te yayımlanan Amerika’ya Karşı Komplo başlıklı romanında, sanal bir kâbusu, 1940’ta ABD başkanı olarak bir aşırı sağcının seçilmesini anlatmıştı. Hitler’i öven bir ırkçı ve antisemitin başkan seçildiği ABD’de yaşananlar herkes için bir kâbustu. Bugün Philippe Roth’un bu romanı, Trump kişisini, temsil ettiği zihniyet dünyasını ve oluşturduğu büyük tehlikeyi aydınlatan kitaplardan biri olarak Amerika’da epey rağbet görüyor. 

Roth’un, Donald Trump’ı tarif ederken saydığı nitelemeler içinde kompulsif kavramı üzerinde düşünmekte yarar var. Psikanaliz, obsesif-kompulsif bozukluk olarak adlandırılan hali, endişenin egemen olmasıyla tanımlıyor. Saplantılı düşüncelerin, hislerin, takıntıların etkisi altında olan kişi, istemediği ama sürekli tekrarlanan bu tezahürlerden kurtulmak için kompulsif, yani zorlayıcı davranışlar sergiler. Bu zorlayıcı davranışlar dışardan bakınca mantıksızdır ama kişinin kendi iç mücadelesinde karşılığı vardır. Bunları yapmadığı zaman olabilecek olanların endişesini savuşturmak için, bu takıntılı eylemleri sürekli yapmak zorundadır. 

Bu zorlayıcı davranışlar, kişinin kendine yönelik olabileceği gibi, kendi dışına yönelik de olabilir. Elinde başkalarına karşı zor kullanma imkânı bulunan kişide, bu davranış bozukluğu çevresi için bir tehlike arz edebilir. Bunun siyasal gücü elinde tutan bir kişide nasıl çok daha büyük bir tehlike oluşturacağını tarif etmeye gerek yok. 

Donald Trump’ın BM’de yaptığı son konuşma, Roth’un söyleşide işaret ettiği özelliklerin birçoğunu toplu biçimde betimliyordu. Bir ülkeyi, yönetiminin özellikleri ne olursa olsun, “dümdüz etmekle” tehdit etmesi, bu kompülsif ruh halinin bir kez daha dışarıya taştığı bir andı. Telafisi mümkün olmayan büyük felaketlerin bazen küçük bir adımla başladığını, bu felaketi engelleyeceği düşünülen kurumların, düzeneklerin tamamen etkisiz kalabildiklerini yakın tarihte gördük. Roth’un işaret ettiği tehlike bir fiksiyon değil. 

Yalnız ABD’de değil, maalesef birçok ülkede benzer kâbuslar yaşanıyor. Öç alma, kin ve hınç üzerinden beslenen, gücü başka ülkeleri dümdüz etmeye yetmediği için, kendi ülkesinde dümdüz etme tehdidini savuran, bunu uygulayan birçok lider var. Taraftarlarına “Kininizi unutmayın!” öğüdü verenler gibi. İktidarı kaybetme endişesinin yarattığı kompülsif siyasal davranışlar, bir ükeyi sonunda felakete sürükleyebiliyor. Saplantılı mutlak iktidar davranışları bu nevrozun bir parçası olarak değerlendirilebilir. Böyle bir nevroz sergileyen kişileri destekleyen, seçen, onunla aidiyet ilişkisi kuran insanların yeterli bir çoğunluk oluşturduğu toplumlarda, felaket herkesin başına gelmeden, demokratik yollarla bununönlenmesi nasıl sağlanır? Öç alma ve hınç döngüsünün esiri olmadan, bu nasıl başarılır? Esas soru budur.

Çizgiler: İsmail Kızıl Doğan