Perinçek 29 Nisan’da Ulusal Kanal’ın websitesinde yayınlanan bir yazısında (“ABD, içinde MHP’nin ve Vatan Partisi’nin bulunduğu bir hükümet istemiyor”) diğer şeylerin yanısıra şunları söylüyordu:
“ABD, içinde MHP’nin ve VATAN PARTİSİ’nin bulunduğu bir hükümet istemiyor.
“… VATAN PARTİSİ’nin ve MHP’nin olmadığı bir AK PARTİ + CHP Hükümeti, kaçınılmaz olarak borç batağında boğulma ve parçalanma programına bağlanır.
“Özetlersek MHP’yi dışlama girişimi ABD merkezlidir.
“Artık AK PARTİ’nin Türkiye’yi tek başına yönetemeyeceği sürece girmiş bulunmaktayız.”
Perinçek kendince ABD’nin ne istediğini söylemiş. Peki Perinçek’in KENDİSİ ne istiyor? Söylediklerinden onun, içinde AKP, MHP, Vatan Partisi’nin yanısıra CHP’nin “ulusalcı” kanadının yer alacağı bir hükümetin kurulmasını istediği anlaşılıyor. Aslında Perinçek bir süredir, içinde Vatan Partisi’nin de yer alacağı bir “milli mutabakat hükümeti” kurulması gerektiğini dile getiriyordu. Örneğin o 3 Nisan’da yayınlanan bir yazısında şöyle demişti:
“Türkiye içine girdiği ekonomik iflas koşullarını ancak Cumhurbaşkanının kuracağı AK Parti’nin yanında, CHP, MHP ve Vatan Partisi’ni de kucaklayan bir Millî Hükümetle aşabilir.” (“Vatan Partisi, Erdoğan’ın vatan bütünlüğü programıyla kuracağı bir hükümette görev almaya hazırdır”, Sputnik Türkiye)
Gelinen noktada Türkiye’nin hiç de imrenilecek bir yerde olmadığı belli. Ekonomik çöküşün eşiğine gelmiş, sanayi kuruluşlarının büyük bir bölümü yabancı şirketlere satılmış, tarım ve hayvancılığı felcedilmiş, yıllardır yürüttüğü saldırgan ve pro-emperyalist, pro-cihadist politikalar nedeniyle Ortadoğu halklarının nefretini kazanmış, alt sınıflarıyla ayrıcalıklı üst katmanı arasındaki gelir ve servet eşitsizliği inanılmaz boyutlara varmış, yandaşları eşi görülmemiş bir hırsızlık ve yolsuzluk batağına batmış, halkının daha yoksul katmanları açlık tehlikesiyle yüzyüze gelmiş, Kürt ve Alevi halkları büyük ölçüde küstürülmüş, eğitim sisteminin dinselleştirilmesi sonucu en azından bir kuşağı harcanmış, görsel ve yazılı medya üzerinde tekel oluşturulmasına bağlı olarak var olan kısmi basın ve anlatım özgürlüğü ortadan kaldırılmış, bilime, kültüre, sanata ve felsefeye düşmanlık nedeniyle aydın ve iyi eğitimli insanları küstürülmüş, yitirilmiş ya da kovulmuş, toprakları IŞİD, Tahrir el-Şam, Müslüman Kardeşler gibi örgütlerin karargahı ve lojistik üssü haline getirilmiş, en az üç çocuk yapması öğütlenen kadınları toplumsal yaşamdan büyük ölçüde dışlanmış ve eve hapsedilmiş, daha önce var olan, grev, gösteri yürüyüşü gibi kısıtlı özgürlükleri neredeyse tümüyle ortadan kaldırılmış, cezaevleri her tür ve renkten muhalifle tıkabasa doldurulmuş, nüfusunun bir bölümü ile diğer bölümü arasında yapay bir gerginlik ve düşmanlık yaratılmış, yasama ve yargısının kısmi ve formel bağımsızlığı ortadan kaldırılmış ve bütün yetkilerin tek bir kişinin eline verilmiş olduğu ve bu kişinin, halkın geniş katmanlarının yoksulluğuyla alay edercesine kendisine saray üstüne saraylar yaptırdığı ve görülmemiş bir lüks içinde gününü gün ettiği bir rejimin yönettiği bir ülkede yaşıyoruz.
Perinçek, bütün bunları ve daha fazlasını, çok daha fazlasını yapan Erdoğan-AKP diktatörlüğünün günah ve suçlarına gözlerimizi kapamamızı istiyor. Dahası o, bu diktatörlüğün bazı rötüş ve makyajlarla ayakta tutulmasını ve desteklenmesini istiyor. Ne adına? Anti-emperyalizm adına. Oysa, yukarda saydıklarımı yapan bir kişinin/ partinin/ rejimin asla anti-emperyalist olamayacağını anlatmaya çalışmak bile abes; bu, okurun zekasıyla alay etmeye kalkışmak demektir. Türkiye’yi bugün içinde bocaladığı siyasal, ekonomik ve toplumsal kaosa, çok yanlı bir çürümenin ve gerçek bir çöküşün eşiğine Erdoğan-AKP diktatörlüğü getirmiştir, nokta. Herhalde bir ilkokul dördüncü sınıf öğrencisi bile, kendi geri ve bağnaz tabanını kandırmak için arasıra ABD ve Batı Avrupa emperyalistlerine atıp tutan Erdoğan’ın, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin bu eşbaşkanının hiçbir zaman anti-emperyalist olmadığını, olamayacağını bilecektir. Hal böyleyken Perinçek’in, Türkiye’yi gerçekten de bir beka sorunuyla, hatta ülkeyi gerici temelde bir iç savaş, bölünme ve parçalanma tehlikesiyle yüzyüze getiren, ülkeyi “borç batağında boğulma ve parçalanma programına” (Perinçek) göre davranan Erdoğan kliğiyle bir ortak hükümet kurma önerisi ne anlama gelir? Bu Perinçek’in, AKP’nin pro-emperyalist çizgisini onadığını gösterir. Ve bu Perinçek’in, Erdoğan-AKP diktatörlüğünü kurtarmak için yeni bir hamleye giriştiğini gösterir. Neden? Çünkü böyle bir durumda Erdoğan kliği, eşiğinde bulunduğumuz ekonomik çöküşün faturasının bir bölümünü/ önemli bir bölümünü CHP’nin sırtına yıkma olanağı bulmakla kalmaz; kendisinin yıllardır işlediği ve işlemeye devam ettiği suçları da CHP ile “paylaşma” olanağı bulur. Ve tabii, Kürt halkına, Suriye ve Ortadoğu halklarına karşı işlediği ve işlemeye devam ettiği suçları da “yeni ortakları”nın sırtına yıkma olanağı bulur. Zaten kendisi de -çeşitli gerici tarikatları, MHP’ni, BBP’ni, Hüdapar’ı, İslami terör örgütlerinin bir bölümünü ve bazı mafya gruplarını kucaklayan- bir tür koalisyon iktidarı olan Erdoğan-AKP diktatörlüğüne Vatan Partisi’nin ve olanaklı olursa eğer, CHP’nin bir kanadının eklenmesi ise hiçbir şeyi değiştirmez. Vatan Partisi’nin, aslında gizli bağlaşığı konumunda olduğu bu uğursuz iktidar korosu içinde resmen yer alması Perinçek ve ortaklarını Erdoğan kliğinin açık suç ortakları haline getirecek ve bu bay ve bayanların sahte anti-emperyalizmini ve gerçek pro-emperyalizmini bir kez daha sergileyecektir.
Eğer, kurulma olasılığı milyonda bir mertebesinde olan böyle bir “milli mutabakat hükümeti”nin kurulması olanaklı olmazsa, Perinçek’e daha gerçekçi iki seçenek önerebilirim. Bunlardan birincisi Vatan Partisi’nin, sahte cumhurbaşkanına başvurarak 1100 odalı sarayda kendilerine de bir oda ayrılmasını istemeleri ve görevlerini böyle “stratejik” bir konumdan yerine getirmeye devam etmeleridir. Eğer bu olanaklı olmazsa Perinçek ve arkadaşları, kendi dükkanlarını kapatarak -duruşunu pek beğendikleri- MHP’ye katılmayı düşünebilirler. Böylelikle, ABD’nin MHP’ni “dışlama girişimi”ni engellemeye de katkıda bulunmuş olacaklardır.
- 1 Mayıs 1977 Tartışması: Aydınlıkçılık, Liberalizm ve Devrim - 3 Mayıs 2020
- Bolton Giderken… - 16 Eylül 2019
- Quo Vadis AKP Türkiyesi? - 27 Ağustos 2019