Ütopya

Ütopya, var olmayan, tasarlanmış olan ideal toplum ve devlet şekli anlamı taşır. Latince ‘utopia’, siyasi bir ideali ifade etmek için tasarlanan hayali ülkedir.

Ütopya, İngiliz yazar ve siyaset adamı Sir Thomas More’un 1516 yılında tamamladığı aynı adlı eserle ünlenmiştir. İsim, Yunanca eu-’ iyi’ ve –topos ‘yer’ kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşmuştur. Ütopyalar, ideal düzen arayışlarının tasarlanmış tipik örnekleridir. Daha çok, insanın refah ve mutluluğunu sağlamayı amaçlayan ‘ideal düzen’ tasarımlarıdır. Platon’un ‘Devlet’i, Fârâbî’nin ‘Erdemli Şehir’i (İdeal Devlet), Francis Bacon’un ‘Yeni Atlantis’i, Thomas More’un ‘Ütopya’sı ve Campanella’nın ‘Güneş Ülkesi’ ütopya örnekleridir.

Tarih boyunca ‘Ütopya’ terimi, düşünürlerin tasarladıkları ideal toplum oluşturma etkinliklerini anlatır.

Bilinen ilk ütopya olan Platon’un Devlet adlı eserinden ve yaygın olarak bilinen Fârâbî’nin İdeal Devlet (El-Medinetü’l-Fazıla ya da Fazilet Şehri) adlı eserinden bahsedilebilir.

Platon’un ve Fârâbî’nin ütopyaları, iki farklı kültürün ideal devlet anlayışlarına olan yaklaşımları açısından ilgi çekicidir. Bu iki düşünürün “ütopik devlet” anlayışlarının tekrar gün yüzüne çıkarılması, vasıfsız yöneticilerin mezarlıklara gömmek istedikleri toplum istençlerine karşı, bu istençleri yeni bir başkaldırı felsefesi yaklaşımıyla tekrar diriltme çabası olan ütopyaların, insanlık tarihinde ne kadar önemli bir yere sahip olduklarını gösterebilir. Dolayısıyla tarihteki ütopyalara kaynaklık edebilecek ve konusu ideal bir devlet olan iki temel ütopik eser denildiğinde ilk akla gelen, bir Batı klasiği olan Platon’un ütopyası ve bir Doğu klasiği olan Fârâbî’nin ütopyasını ele almak yerinde olur.

Platon’un ‘Devlet’ Ütopyası

Platon (M.Ö. 427 – M.Ö. 347), antik klasik Yunan filozofu, matematikçi ve Academia’nın kurucusudur. Dokuz yüz yıldan fazla süreyle ayakta kalan bu okul, Avrupa’nın ilk üniversitesi ve günümüzdeki modern üniversite oluşumunun başlangıcı olarak kabul edilir.

Platon’un felsefesini beş önemli kuram içerisinde toplamak mümkündür. Bunlar, ‘bilgi’, ‘idealar’, ‘ruhun ölümsüzlüğü’, ‘evrendoğum’1 ve ‘devlet’ ile ilgili kuramlarıdır. Platon, yaşamı boyunca hocası Sokrates’ten edindiği ilham ile gerçek bir ahlâkçı olarak kalmış, tüm bu kuramları, etik ağırlıklı görüşlerle irdeleyerek geliştirmiştir. Sokrates ve Platon’a göre felsefenin ana ereği, mutluluğun ve insanın yetkin yaşamının sağlanmasıdır. Yetkin bir yaşam, ancak erdemli bir hayat sürdürmek ile elde edilebilir. Erdem’in temeli ‘bilgi’, özü ‘idealar kavramı’, gerekçesi ‘evrendoğum’, güvencesi ‘ölümsüzlük’ ve yaşamsal sığınağı ‘Devlet’tir. Platon’un idealar öğretisine göre, her maddenin bir ideası vardır. İnsan edimleri bu ideaya yaklaştıkça doğru ve uygun bir değer kazanır.

Tarihin en önemli düşünürlerinden Platon, memleketi Atina’nın da içinde olduğu “Peloponez Savaşı” sırasında yaşamıştır. Savaş ve devlet gözlemleri onun devlet hakkında yazmasına etki etmiştir.

Devlet kavramına önem veren Platon, devleti, erdemin yaşamsal sığınağı olarak tanımlamıştır ve devlet ile ilgili düşüncelerini de Devlet (Politeia) adlı kitabında toplamıştır. Platon’un bu eserinin “Diyaloglar” arasındaki en büyük eser olduğunu söylemek mümkündür. Platon’un Devlet’i, bugün insanlık adı altında topladığımız değerlerin kaynaklarından biri olarak görülmektedir.

Doğu’da ve Batı’da Hristiyanlık ve Müslümanlık’tan önce, kutsal değilse bile, en önemli kitap ‘Devlet’ti. Kaldı ki, ilk Hristiyan ve Müslüman aydınları, kendi felsefelerini bu kitabın değişik yorumları üstüne kurdular.

Platon, diyaloglarının en tanınmışı olan Devlet adlı eserinde, ‘iyilik’, ‘eşitlik’, ‘güçlülük’ ve ‘haklılık’ gibi insanlık durumlarını irdeleyerek düşlediği en iyi devleti anlatmış ve bu temel yapıt, ister yanında ister karşısında olsunlar, 2000 yılı aşkın süredir ortaya konan bütün devlet kuramı ya da toplum düzenlerinin en önemli başvuru kaynağı olmuştur.

Devlet, Sokrates‘in sağlıklı ve mutlu bir toplum hayatı için düşündüğü devlet modelini anlatır. Günümüzdeki devlet felsefesi üzerinde temel kaynaklardan biri olması açısından da önemlidir. Aynı zamanda ‘mutluluk felsefesi’ üzerine yazılmış bir metindir. Devlet, Platon tarafından yazılmış olsa bile, Platon bu eserinde, hocası olan Sokrates’i konuşturmuştur.

Platon

Platon Devlet’te, ideal devletin nasıl olacağını belirtmiştir. Bu devlette insanlar, çalışanlar (işçiler, çiftçiler, zanaatkârlar), bekçiler (askerler) ve yöneticiler olarak üç sınıfa ayrılmıştır. İşçi sınıfı, çalışıp üretimde bulunarak devletin maddi ihtiyaçlarını karşılar. Bekçiler sınıfı, toplum içinde güvenliği ve dışarıya karşı devletin varlığını savunur. Yöneticiler sınıfı ise devleti yönetir.

Platon, daha yirmili yaşlarında Sokrates’in en parlak öğrencisidir. Sokrates’in ölüme mahkûm edilmesi ve baldıran zehri içerek idam cezasını bizzat infaz etmesi, Platon’u adalet kavramını ve ideal devlet düzenini araştırmaya yöneltir. Sokrates’leri öldürmeyecek bir devlet düzeni arayışı ona Devlet’i yazdırır.

Platon’un Devlet’i, ideal bir devletin ilk modeli olmasının yanı sıra, insanın mutluluğu ile de aynı yoğunlukta ilgilenir. Ama Devlet’in önemi, biraz da ondaki düşünce zenginliği, düşünce üretme, üretilen düşünceleri gerekçelendirme, sorular sorarak adım adım kanıtlama, karşısındakini adım adım ikna etme ve gerçeği ona buldurma yöntemidir. Yani Platon’un, hocası Sokrates’ten öğrendiği ve diyaloglarında kullandığı, soru cevap esasına dayanan o ünlü tartışma yöntemi olan ‘diyalektik yöntemi’ Devlet’te zirveye ulaşır. Diyalektik, doğru bilgiye ulaştıracak bir köprü olan varsayımları çıkış noktası olarak aldıktan sonra, bunlardan yukarıya, ideaya doğru yükselir. Sonra buradan salt düşünce, içine hiç duyum karıştırılmamış düşünce yolu ile kavramları ayırt ederek yeniden aşağıya iner. Platon için, Sokrates gibi, ortalıkta dolaşan doğrulukları, yanlışlıkları ve eleştirilmemiş görüşleri çürütmek esastır. Bu nedenle ruh, nihai olarak diyalektik vasıtasıyla ‘iyi’ ideasına ulaşabilir. Bu sonuç noktasında  duyuların yardımına herhangi bir ihtiyaç duymaz, akıl yürütmede yalnız kavramları kullanır ve böylece ‘iyi’ ideasına ulaşır.

Platon’un kendi itiraflarına bakılacak olursa, memleketi olan kentte aktif politik faaliyetler için imkân bulamamıştır. Üç kez gittiği Sicilya’da da, Dionysios hanedanlığının Tiran yönetimi altında politik faaliyetin imkânsızlığını kavramıştır.  Baba ve oğul Dionysios’ların sarayı bir tiranlık, bugünün kavramıyla bir ‘diktatörlük’ merkeziydi. Gelgelelim ustası Sokrates’in, bu dünyanın özünde kötü olamayacağına ilişkin inancı, Platon’un politika ile ilişkisini belirlemeye yetmiştir. Sokrates’e göre bu dünya kötü olamazdı, çünkü dünyayı tanrılar yönetmekteydiler ve tanrılar, tanım gereği kötü olamazlardı. Dünyada kötü olan ise Tanrı’ya aykırı, maddesel ve somut olandı. Aynı zamanda bir ruhsal yanı da bulunan insanda ise, hem ‘iyi’ hem de ‘kötü’ bir arada bulunmaktaydı. Platon da bu kanaati paylaştığı için, politika konusundaki olumsuz görüşlerine ve bu alandaki kişisel başarısızlığına rağmen, bu dünyadan umudu kesebilecek ve ‘iyi’nin imkânsızlığına inanıp teslim olabilecek biri değildi. Ustası Sokrates gibi ‘iyi’yi savunmalı, korumalı ve gücü yettiğince ‘kötü’yü önlemeye çalışmalıydı. Bunu yapabilmesi için de en başta ‘kötü’nün nedenlerini bulup ortaya çıkarmak şarttı. Bu arayışı Platon’u, yine kendi açıklamalarına göre, hemen yolun başında toplumun törelerine, âdet ve geleneklerine yöneltti. Onun döneminde, insanların, tanrılara, yurtlarına ve birbirlerine nasıl davrandıkları, hareket motivasyonlarının neler olduğu, anlaşılması gereken ‘kötü’nün kaynağına inmeyi sağlayacak soruları oluşturmaktaydı.

Platon Devlet adlı eserine ‘doğruluk’ kavramını irdeleyerek başlar. Doğruluk, sofistlerin iddia ettiği gibi ‘güçlüye göre şekillenen’ değil, adalet ve ahlâkın temelidir. Platon bu eserinde, devletin nasıl ortaya çıktığına ilişkin fikirlerini, devletin niteliklerini ve devletin ideal özelliklerini sıralamıştır.

Platon’a göre devleti oluşturan doğal neden, insanın tek başına kendi kendine yetmemesi, bu nedenle de ihtiyaçlarını karşılamak için başkalarının yardımına muhtaç olmasıdır. Onun için devletin ödevi, insanları erdemli kılarak, birlikte mutlu bir şekilde yaşamalarını sağlamaktır. Bu, ancak, toplumsal yaşamın ahlâki bir anlayışa göre düzenlenmesi ile gerçekleşebilir.

Platon’a göre devlet, bir organizma gibidir. Yani toplumu oluşturan insanların birbirine ihtiyaç duyması ve iş birliğidir. Hayatta kalmak için insanların bir araya gelme eğilimi vardır. Platon insanın yapısının belli kısımlardan oluşması gibi, toplumu da kısımlara ayırır. İnsanın ruhundaki üç ayrı bölüm, devletteki üç sınıfa karşılık gelir. Ruhun ‘arzu’ ve ‘istek’ yönü işçiler sınıfına, ‘öfke’ ve ‘tutku’ yönü askerler sınıfına ve ‘akıl’ yönü yönetim sınıfına denk gelir. İnsan ruhunda madde ve duyguya yatkın yeti, itaati ve üretimi; cesarete yatkın yeti, korumayı ve savaşmayı; akla yatkın yeti ise yönetme ve bilgi edinmeyi içermektedir. İtaat ve üretime karşılık işçi, köylü ve zanaatkârlar; korunma ve savaşmaya karşılık bekçiler yani askerler; yönetme ve bilgi edinmeye karşılık yöneticiler ve bilgeler sınıfı oluşur. Ruh bölümlerinin birbirlerinden üstün olması gibi, toplum bölümleri de birbirinden üstündür. Toplumun en üst kademesinde yöneticiler bulunur. Sınıflı toplum, adaletli toplumdur. Platon’un ideal devletinde sınıflar arasında yöneticilerin ve savaşçıların çıkarları bir, amaçları bir, duyguları mümkün olduğu kadar bir olacaktır.

İşçiler, bekçiler ve yöneticiler olmak üzere üç sosyal sınıftan oluşan ideal devlette, işçiler çalışarak üretimde bulunurlar ve devletin maddi ihtiyaçlarını karşılarlar. Bekçiler, içte ve dışta devletin varlığını korurlar. Yöneticiler ise kanunları yapar ve devleti yönetirler. Devleti meydana getiren yurttaşlar erdemli olmalıdırlar. İşçilerin  erdemi ‘çalışkanlık’, bekçilerin erdemi ‘cesaret’, yöneticilerin erdemi ise ‘bilgelik’tir. ‘Ölçülülük’ ve ‘adalet’ ise sosyal erdemler olup, her insanda bulunmaları gerekir.

Devlet aynı zamanda bir eğitim kurumudur. Bütün yurttaşlar yeteneklerine göre eğitilirler. Eğitim, devletin yurttaşlarının tümü için sağlanır. Herkese kendini tanıtlamak için, yaşamdaki en yüksek konumlara ulaşabilmek için eğitimde fırsat
eşitliği tanınır. En yüksek konumlar, en nitelikli olanlara düşer. Platon, üç aşamalı olmak üzere; felsefe, beden eğitimi, bilim ve sanat temelli bir eğitimden bahseder.

Bu ideal devlet anlayışı, bekçiler ve yöneticiler sınıfı için özel mülkiyeti ve aileyi yasaklar. Ancak işçiler sınıfı için böyle bir yasak yoktur.

Platon, devleti doğal bir düzen olarak bir canlı organizma gibi düşünmektedir. Ona göre devlet, canlı bir organizmadır çünkü devletin her organı ancak bütün bir yapı içinde yaşamını sürdürebilir. Bütünden ayrı bir devlet veya sivil kurum yaşamını sürdüremez. Bir organ ancak bedene bağlı olduğu sürece canlılığını korur. Bu nedenle, Platon’a göre birey, toplum dışında var olamaz.

Platon, devletinde, her sınıfın ne yapmaları, nasıl bir eğitim almaları, ne tür mal ve mülk edinmeleri ve kimlerden oluşmaları gerektiği gibi konuları ideal bir tasarımla belirlemiştir. İşçi, köylü ve zanaatkârların temel erdemi itaat etmek ve çalışmak olduğu için, bunlar üreten sınıftır. Devleti besler, doyurur ve giydirirler. Bu grup, devletteki en büyük çoğunluğu oluşturur. Üreten bu sınıf, üretime yönelik el sanatları, beceri ve tarım gibi bilgilerle eğitilmelidirler.

Platon’un ideal devletinde ‘cesaret’ erdemiyle donatılmış sınıf, beden ve ruhça sağlam bekçiler veya askerler sınıfıdır. Askerlerin iyi eğitimi elzemdir. Zira toplum sınıflara ayrılacaktır ve yöneticiler askerlerden çıkacaktır. ‘Yanlış’ ve ‘kötü’, bilgi eksikliğinden gelir. İnsan, bildiği ölçüde doğrudur. Askerler hakikati bilmelidir ve böylelikle toplum doğru yönetilir.

Devleti korumak ve varlığını sürdürmek görevini üstlenen bekçiler, önemli bir sınıftır. Bu sınıfın seçimi ve eğitimine Platon ayrı bir önem verir. Platon, kadın ve erkek eşitliğini savunur. Bekçilerin hem erkek hem de kadınlardan olabileceğini ifade ederek, kadınlara da erkeklere uygulanan askerî eğitimin uygulanabileceğini öne sürer.

Platon, çocukların doğar doğmaz anne ve babalarından uzakta, onları tanımadan, toplumun veya devletin ortak malı olarak büyütülmeleri gerektiğini öne sürer. Böylece çocuklar herkesi kendi anne ve babası, herkes de her çocuğu kendi çocuğu sayacağı için, farklılıklar ve kıskançlıklar ortadan kalkacaktır.

Yönetici sınıf, aklı, bilgiyi ve adaleti temele alarak devleti yönetmelidir. Bu nedenle
onların özel mülkiyet ve evlenme hakları elinden alınmıştır. Çünkü yönetim işine özel mülkiyet gibi para hırsı karışırsa, yönetici adaletli ve eşit yönetimde bulunamaz. Platon, bekçiler gibi, yöneticilerin eğitimine de önem verir. Çocuklar küçük yaşlarda iyi huylu, yumuşak başlı ve erdemli olmalarını sağlayacak masal ve öykülerle eğitilmelidir. Sonra müzik ve beden eğitimi gelir. On beş yaşları civarında, basit aritmetik ve geometri problemleri öğretilmelidir. Yetenekleri daha fazlasına izin verenler devam etmeli, vermeyenler ise üretici ve bekçiler sınıfı için eğitilmelidir. Yetenekli ve az sayıda olanlar için uzun bir eğitim yolu düşünülmüştür. Çünkü bunlar yönetici adaylarıdır. Elli yaşına kadar hem eğitime devam edilmeli hem de toplum ve devlette çeşitli iyilikler ve görevler için çalışmalıdırlar. Felsefe eğitimi alan kişiler, ancak elli yaşından sonra yönetici olabilirler. İşte, Platon’un “Yönetici filozof, filozof da yönetici olmalıdır,” iddiası bu anlayışa dayanmaktadır.

Platon’un devlet anlayışı, devleti tek bir yöneticiye değil, felsefe eğitimi almış ve tüm bedensel arzu ve zevklerden uzaklaşmış birçok olgun aristokratın yönetmesini önerir. Platon’a göre eğer devlette her sınıf kendi erdemine uygun görevleri yerine getirirse, her birey, toplumun her kesimi ve böylece tüm toplum mutlu olur. Platon, devletinde, aristokrasiyi savunmasıyla demokrasiye karşı çıkar. Çünkü öğretmeni olan Sokrates, bir demokrasi yönetimi tarafından, suçsuz olduğu halde ölüme mahkûm edilmiştir. Bu nedenle, Platon demokrasiyi, iyi hükümetlerin en kötüsü, kötü hükümetlerin en iyisi olarak tanımlamıştır.

Toplumsal yapı, evrensel ilkelerle işlemelidir. Bunları da filozoflar bilir. Mutlu bir hayat için filozoflar devletin başında olmalıdır. Evlilik, meslek ve çocuk sahibi olma kararları devlet tarafından verilir. Mutluluk, devletin etkinliğiyle mümkündür.

Platon’un Devlet adlı eserinde, hem devlet felsefesi hem de mutluluk felsefesi göze çarpar ve adaletin, devletin ve bireyin niteliklerini diyaloglarla anlatır. Platon bu eserinde, idealara ulaşmaya çalışan insana yol gösterir. İdeayı ararken ise, ‘gerçek’ten kopmaz ve demokrasinin sıcaklığından ziyade teknokrasiyi¹ yeğler.

Platon, yaşlılık döneminde yazdığı Yasalar (Nomoi) adlı eserinde ideal devlet anlayışında bazı değişikliklere gitmiştir. Bekçilere ve yöneticilere evlenme ve özel mülkiyet hakkı tanımıştır. Ayrıca yöneticilere Devlet eserinde verdiği sınırsız yetkiyi kaldırarak, yöneticilerin de yasalara bağlı olduklarını ifade etmiştir.

Devlet’te filozofun kişisel yöntemlerinin yerini Yasalar’da bürokrasi, felsefenin yerini ise gelenek ve yasalar alır. Devlet’te yönetici sınıf için zorunlu gördüğü mal ortaklığı fikrinden vazgeçer ve devletin mülkiyetini kendi elinde tutacağı, ancak kullanım hakkını vereceği toprağın, yurttaşlara eşit olarak dağıtılması gerektiği görüşünü savunur. Yasalar’ın önemli özelliği, teknik anlamda politik yapıya ve onun belli başlı kurumlarına, örneğin; anayasa, anayasal organlar, yasama, yürütme, yargılama kurumu ve uygulamalarına eğilen bir eser olmasıdır.

Platon’un tam anlamıyla planlı bir ekonomi, planlı bir kültür ve planlı bir yaşam betimlediği söylenebilir. Platon’a göre mutlu olmak için erdemli olmak gerekir. Erdem iyiliğin, iyilik de insanın ve toplumun en yüksek amacı olan mutluluğun gerçekleşmesini sağlayacaktır. Erdemli olmak için sadece ruhun düzenlenmiş olması değil, insanın devlet içinde doğru işi yapıyor olması da gerekir. Mesleki iş bölümü ve iş birliği onun düzeninde temel öğedir.

Platon’un açtığı ütopik devlet anlayışı yolu, gelecekte hem doğu hem de batı felsefelerinde temsilciler bulmuştur. Böyle bir ütopik devlet anlayışını doğu felsefesi içerisinde Fârâbî’de görmekteyiz.

Fârâbî’nin ‘İdeal Devlet’ Ütopyası 

Fârâbî (M.S. 870 – M.S. 950), Türk İslam filozofu, gökbilimci ve müzisyendir. İslam’ın altın çağının en önemli isimlerden biridir. Fârâbî yüksek öğrenimini Bağdat’ta tamamladı. Zamanın ünlü bilginlerinden ders aldı. Aristoteles’in ve Platon’un eserlerini inceledi, bu iki filozofun felsefelerini İslam’la bağdaştırmaya, bu sayede İslam dinine felsefi bir nitelik kazandırmaya çalıştı. Felsefeye mantık ile başlayıp metafizik üzerinde durdu. Felsefenin, dil, siyaset, doğa ve zihin ile ilgilenen dallarında eserler verdi. Müzik aletleri geliştirdi, müzik ve psikoloji konularında yazdı. İslam felsefesinin gelişmesini ve korunmasını sağladı.

‘İdeal Devlet’, Fârâbî’nin ideal devleti anlattığı eseridir. Eser, Fârâbî’nin felsefesini tüm açılardan yansıtır. Platon’dan etkilenen Fârâbî, bu eserinde ütopik bir devlet tasarlamıştır. Ona göre, insanlar yardımlaşarak bir arada yaşamalıdır. Sağlıklı bir organizmada bütün organlar nasıl uyumlu bir şekilde çalışıyorsa toplum da böyle olmalıdır.

Erdemli şehirde, ‘gerçeklik’, ‘doğruluk’, ‘iyilik’ ve ‘güzellik’ birleşirler. Bunu sağlayan, bu şehrin yöneticisidir. Yönetici, peygamber ile filozofun erdemlerini kendinde toplayan kişidir ve bu özeliklerini topluma yayarak devleti yönetir. Bireylerin de yöneticinin bilgilerine katılmasıyla mutlu bir şehir doğar.

Fârâbî

Eserde, ‘ilk var olan’ın nitelikleri, diğer varlıkların nasıl meydana geldiği, varlıkların dereceleri, bunun organlardaki karşılığı, bir beden gibi işleyen şehri ve toplumu yönetecek kişinin nitelikleri, şehir ve toplum türleri ve her birinin güçlü ve zayıf yanları ele alınır.

Fârâbî’nin ‘İdeal Devlet’i, genel olarak, biri ‘varlık felsefesi’, diğeri ‘siyaset felsefesi’ olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Filozof, Tanrı’nın varlığının kanıta gerek kalmayacak derecede apaçık olduğuna inandığı için deliller üzerinde durmaz. Tanrı’nın sıfatlarını ele alır ve Tanrı’yı, ilk varlık, ilk sebep, bir ve ezeli olarak niteler. Daha sonra, O’nun ortağı, benzeri ve zıddının bulunmadığını belirtir. Tanrı’nın zâtı ile birliğinin özdeş olduğuna dikkat çeker. İnsanların, maddeden tam soyutlanıp bilfiil akıl haline geldiklerinde O’na daha yakın olacaklarını ve O’nu tam olarak anlayabileceğini söyler. İnsan, nefsi maddeye ihtiyaç duymayacak kıvama gelince olgunlaşır ve ebedi mutluluğa kavuşur. Bu düzeye gelmek için, insan iradesinin ve teorik düşüncesinin önemli rolü bulunduğu gibi, iyiye, güzele ve mükemmele yönelik erdemli davranışlarının da payı büyüktür.

Fârâbî, insan topluluklarını sınıflandırırken kriter olarak ihtiyaç, iş bölümü, dayanışma ve ahlâki erdemleri gerçekleştirme olgusunu göz önünde bulundurur ve bu açıdan insan topluluklarını ‘gelişmiş’ ve ‘gelişmemiş’ olarak iki kısma ayırır. Gelişmiş olanlar, küçük (şehir), orta (devlet) ve büyük (birleşik devletler) olmak üzere üç grupta incelenir. Gelişmemiş olanlar, aile, sokak, mahalle ve köy topluluklarıdır. Ahlâki erdemlere bağlılık açısından devlet şekillerini erdemli olan ve erdemli olmayan olarak iki kategoriye ayıran Fârâbî’ye göre, erdemli devletin sadece bir şekli bulunmaktadır. Bu devlet, ahlâki erdemleri ilke edinmiş, iş bölümü ve sosyal dayanışmanın en mükemmel düzeyde gerçekleştiği, hukukun ve sosyal adaletin tam olarak uygulandığı ve bilgelerin başkan olduğu bir devlettir. Erdemsiz devlet şekillerini ise, sapık, fasık, değişebilen ve cahil olmak üzere dört grupta değerlendirir. Cahil devletin de altı ayrı şekli bulunduğunu belirterek bunların niteliklerini ayrıntılı biçimde açıklar.

Fârâbî’nin devlet felsefesinin merkezinde devlet başkanlarının rolü büyük önem taşımaktadır. Aslında devletin şeklini belirleyen, başkanın zihni kapasitesi ve ahlâki yapısıdır. Bu açıdan filozof, devlet başkanında bulunmasını öngördüğü on iki üstün niteliği maddeler halinde sıralar. Bir topluma ancak bedenen ve ruhen sağlam, zeki, öğrenme ve öğretmeyi seven, dürüst, kendine güvenen, Tanrı’ya inanan, çalışkan kimse başkan olmalıdır. Organları tam olmalıdır, anlayışlı olmalıdır, belleği güçlü olmalıdır, akıllı ve ince görüşlü olmalıdır, güzel konuşmalıdır, öğrenmeye gönüllü olmalıdır, yiyeceğe, içeceğe ve eğlenceye tutkun olmamalıdır, doğruluğu sevmeli, yalancılıktan kaçınmalıdır. Ayrıca, nefsini yüksek tutmalıdır, kendisinden kuşkulandıracak şeylerden
çekinmelidir, dindar olmalıdır, dünyevi kaygılarda gözü bulunmamalıdır, adaletli olmalıdır, kötülük yapmaktan çekinmelidir ve işinde arzulu olmalıdır.

Bu özelliklere sahip bir başkan bulunmadığı takdirde devleti iki kişi yönetecektir. Bunların sahip olması gereken altı nitelik vardır ki aralarında ‘bilgelik’ vazgeçilmez bir özelliktir.

Ana fikir olarak, Fârâbî’ nin erdemli toplum meydana getirmek üzere tasarımını verdiği ideal devletin Platon’un sözünü ettiği ütopik devlet anlayışının izlerini taşıdığı görülmektedir.

Doğal ihtiyaçların etkisi ile bir araya gelerek toplumu oluşturan bireyleri, bilge ve erdemli kişiler yönetmelidir. Bu özelliklere sahip yöneticiler, yönettikleri kişileri bilgi bakımından yükseltirler. Toplum yaşamında iyiyi, doğruyu ve güzeli gerçekleştirmek suretiyle insanların mutluluğunu sağlarlar. Fârâbî’ye göre, yöneticiler bu niteliklere sahip olmadıkları takdirde, yönettikleri kişiler mutsuz olur. Mutluluğa ulaşmak için kurulan her şehir erdemli şehirdir. Fârâbî buradan yola çıkarak, mutluluğa erişmek amacıyla el ele vererek çalışan bir millete ‘Erdemli Millet’, bütün milletleri mutluluğa ulaşmak için el birliğiyle çalışan bir dünyaya da ‘Erdemli Dünya’ der. Böylece, erdemli milletlerden ‘Erdemli Dünya Devleti’ne ulaşılır.

Fârâbî, yeryüzü ve gökyüzü tabirleri yerine ‘ay altı’ ve ‘ay üstü’ tabirlerini kullanır. Ay altı âlem, akıl ve irade sahibi insanın yurdudur. Burada düzenin kurulması onun elindedir. Burada kurulacak olan bir erdemli şehir, kendisi başlı başına bir erdemli düzeni oluşturan ay üstü âleminin ilâhi düzlemde bir bütünleyeni olacaktır. Ay üstü âlemde mükemmel bir düzen hâkimdir, ay altı âlem ise madde ile karıştığından mükemmellikten uzaklaşmıştır.

‘Akletmek’ yetisi sahibi olan insan, ruhi yönü ile gerçek saadetin peşinde iken, maddi yönü itibariyle, servet, şöhret ve şehvet gibi kuvvetlerin etkisi altındadır.

İnsan, tabiatı itibari ile toplum içerisinde yaşamaya mecburdur. Öyle ise onun gerçek mutluluğa ulaşması da yine bir toplumsal düzen içerisinde mümkün olacaktır. İşte insanın gerçek mutluluğa erişmesini sağlayan bu düzenin adı ‘Erdemli Şehir’dir.

Fârâbî, ‘İdeal Devlet’ adlı eserinde erdemli şehri detaylarıyla açıklarken, erdemli şehrin karşıtını erdemsiz şehir olarak nitelendirir. Fârâbî’ye göre erdemli şehir tek bir şehirdir ancak erdemsiz şehrin birçok türleri vardır. O bütün erdemsiz şehirleri ortak bir özellikle ‘cehalet’ kavramı ile nitelendirir. Bir şehrin erdemli olup olmadığını ayırt etmenin temel kıstası, ilk başkan ve onun uyguladığı siyasettir. Eğer ilk başkan erdemli bir kişi ise ve yönetimi de erdemli bir yönetim ise, bu şehir erdemli bir şehirdir ancak ilk başkanın yönetimi cahil bir yönetim olursa, bu şehir, cahil bir şehirdir.

Platon ve Fârâbî için en önemli olgu, insanların tümünün yaşamda ve yaşam sonrasında mutlak mutluluğa ulaşmalarını sağlayabilecek bir devlet şeklini ortaya koymaktır. Fakat bu devlet şekli ortaya koyulurken, her ne kadar devlet ve hukuk tanrılar tarafından vaaz edilmese de, mutlak saadete ulaştırabilecek devleti yöneten kişinin Tanrı’nın seçtiği kişi olma gerekliliği, iki filozofta da ortak görüş olarak belirir.

İnsanlara gerçek adaleti veren ve herkese bölüştürebilenlerin hakkını verebilen tek güç tanrısal güçtür. İki eserde de bu ütopik devlet yapılanmalarını sahiplenebilecek Tanrı’ya yakın insanüstü varlıkların, birinde ‘filozof’ diğerinde ise ‘peygamber’ olduğu
görülür. Böyle olmasının asıl nedeni ise ‘tanrısal akıl’ ile ilişki kurabilen yegâne ve biricik insanların filozof ya da peygamber olmasından kaynaklanmaktadır. Hem Fârâbî hem de Platon’un ortaya koyduğu devlet yapılanması tanrısal bir şeklin topluma yansıması olarak kabul edilmekte ve bunu avama ileteceklerin, filozof ya da peygamber özelliği taşıyan bir ‘başkan’ın olduğu görülmektedir.

Bu iki eserin anlatımından sonra şu soru sorulabilir. Herkesin mutlu olabileceği bir devlet ya da en azından bir şehir mümkün müdür? İnsanlar tarih boyunca binlerce ütopya hazırladı. Birçok kişi hayallerinde mutlu olunabilecek yerler tasarladı. Çoğumuz, hala böyle yerler hayâl ediyoruz. Tarihte birçok girişim, ideal devleti ya da en azından kenti kurmak için yola çıktı. Çoğu dış dünyaya karşı ayakta kalamadı ve başarısız oldu. Hepsi de insanların uyum içinde yaşayabileceği ‘sürdürülebilir’ bir gelecek içindi.

Ütopyalar insanlık tarihinde daima yer aldı. Adı ütopya olmasa da insanlar ‘daha iyi yaşanabilecek’ yerleri hayal etti. Çağımızın muazzam teknolojik gelişmeleriyle, bu daha da kolaylaştı. Arabistan çöllerinden Avrupa’nın ve Amerika’nın şehir merkezlerine uzanan eko-şehir ve sürdürülebilir şehir projeleri var. Platon, 2000 yılı aşkın bir süre önce başarısız olsa da, o ve ardından gelen ütopyacılar, modernitenin de nimetleriyle, belki de başarıya ulaşabileceklerdir.

1 Evrendoğum: Evren’in nasıl oluştuğunu, onu oluşturan ilk nedenin ne olduğunu ve yaratılışını anlatan kuramların ortak adı. (Cosmogonie, Cosmogony)

2 Teknokrasi: Devlet yönetiminde ve ekonomide son sözün, seçimle yönetime gelen siyasilerde değil, devletin üst düzey yöneticileriyle iş adamlarında ve ekonomi uzmanlarında olmasına dayanan siyasal düzen.


Kaynakça:


Platon, Devlet,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları – Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi-
Çevirenler: Sabahattin Eyüboğlu – M. Ali Cimcoz.


Farabi, İdeal Devlet,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları – Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi- Arapça
Aslından Çeviren: Ahmet Arslan.


Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)


Anadolu Üniversitesi Felsefe
Ders Kitabı


Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf Felsefeye Giriş ve 3. Sınıf
Çağdaş Felsefe Tarihi Dersi Ders Notları, Sosyolog Ömer Yıldırım.


Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tez Çalışması, Mesut Yılmaz.

– books.google.com.tr

– wikipedia.org

– felsefe.gen.tr

– pinterest.com

– dmy.info

Defne ÖZDEMİR
Latest posts by Defne ÖZDEMİR (see all)