Ukrayna Üzerindeki Emperyalist Plan

ABD emperyalizminin hegemonik tutumu nedeniyle Ukrayna çevresinde gerginlikler tırmanıyor. NATO’yu genişletme ve Ukrayna’yı bu askeri grubun bir üyesi olarak kaydetme hamlesi, bunu bir tehdit olarak gören Rusya tarafını tedirgin ediyor. ABD ve müttefikleri, Rusya’nın Ukrayna’yı ‘işgal etmek üzere’ olduğunu ve binlerce askeri sınıra taşıdığını iddia ediyor. Yaklaşan ‘savaş bulutları’ adına, ABD ve İngiltere Ukrayna’daki elçilik personelinin bir kısmını geri çekti ve bu ülkede ikamet eden / gezen vatandaşlarına uyarı yayınladı. Rusya ve ABD arasında bir dizi görüşme yapıldı, görüş alışverişinde bulunuldu, ancak her ikisinin de pozisyonlarına bağlı kaldığı görüldü. Tüm bunlar, ABD ve Rusya’nın sofistike silahlara sahip iki ülke olması ve buna nükleer cephaneliğin de dahil olmasıyla bölgedeki gerilimin korkutan boyutunu işaret etmeyi haklı çıkarıyor.

Mevcut durumun nedenlerini anlamak için, özellikle Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra bazı tarihleri anımsamak gerekiyor.

Ukrayna ve Rusya ortak tarihi ile uzun bir geçmişten gelen bağlara sahip 1922’de Sovyetler Birliği’nin kurulması sürecinde, çeşitli eyaletler arasındaki sınırlar, çeşitli milletleri Birliğe entegre etme hedefiyle sabitlendi. Sonuç olarak, Bazı Rusça konuşan bölgeleri de Ukrayna’ya eklendi. 1990’larda Sovyetler Birliği‘nin çöküşüyle, Birliği oluşturan çeşitli eyaletler bölündü ve bağımsızlıklarını ilan etti. Bu tür ülkelerin sınırları Sovyet döneminde belirlendiği gibi kaldı.

ABD emperyalizminin Sovyetler Birliği’nin çöküşündeki rolü, diğer çeşitli hayati iç faktörlerle birlikte birçok kez tartışıldı. Bu ayrıntılara girmeden, Ronald Regan‘ın ABD başkanı olduğu dönemde SSCB’ye karşı yoğun bir propaganda savaşı yürütüldüğü burada hatırlatılmalıdır. Özgürlük Radyosu adına, Ukrayna bölgesinde yalan haberler yayıldı ve milliyetçi duyguları kışkırtıldı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Kızıl Ordu’nun rolü kötülenirken Nazileri destekleyen ve Yahudilerin yok edilmesi çağrısında bulunan yerel güçler ve örgütlenmeler övüldü. Bu şekilde, Moskova’ya karşı milliyetçi hoşnutsuzluk yaratmak için bir plan uygulamaya konmuştu. Bu çabalar karşılık buldu ve geleneksel olarak Rusya ile yakın ilişkilerden hoşlanan Ukrayna’nın Batı bölgeleri ile Doğu kesimleri arasında bölünmeler yaratılmasına yardımcı oldu.

SSCB’nin çöküşünden hemen sonra, ABD Başkanı olan, George H W Bush, Rusya’ya NATO’nun ‘Doğu’ya bir santim bile taşınmayacağına’ dair söz verdi. Bu, Doğu Berlin’in bir santim doğusuna genişlemeyeceği anlamına geliyordu. Herkes NATO’nun dağılmasını bekliyordu, çünkü oluşumunun arkasındaki sözde hedef, SSCB’nin varlığı sona ermişti. Dahası, NATO’nun oluşumuna karşı koymak için kurulan Varşova Paktı, SSCB ve diğer sosyalist Doğu Avrupa ülkelerinin çöküşüyle sona ermişti. Nükleer yığınakları kademeli azaltma, silahsızlanma anlaşmaları imzalandı. Bu nedenle, NATO gibi askeri bloklara ihtiyaç duyulmadığına dair doğal bir his vardı. Ama emperyalizmin başka planları vardı. NATO’yu dağıtmak yerine, birçok Doğu Avrupa ülkesine doğru genişlemeye gidildi.

Bu politika Bill Clinton‘ın başkanlığı sırasında ilgi gördü. Rusya’nın o zaman başkanı olan Boris Yeltsin ile Clinton arasında yapılan yazışmalar, NATO’nun değişen dünyadaki rolüne atıf yaparak Rusya için bir tehdit oluşturmadığı ileri sürülüyordu. Açıkça, bu yazışmalarda, ABD’nin birkaç yıl önce verdiği sözlerin unutulduğu, kale direklerini kaydırmaya başladığı ortaya çıkıyordu. ABD politikası, ‘bir santimden‘ ‘NATO’nun yavaş genişlemesine’ dönüşmüştü. Yeltsin, bu sözden memnundu ve daha önceki genişlememe sözüne bağlı kalmayı istemekte ısrar etmedi. Ancak herkes Yeltsin ile aynı fikirde değildi, Rusların çoğunluğu gelişmelerden hoşnutsuzluklarını dile getirip güçlü bir şekilde ifade etti.

ABD verdiği her sözü çabuk unutmaktan yanaydı, çok geçmeden NATO, Polonya, Çekoslovakya ve Macaristan’ın da eklenmesiyle 1990’ların sonundan itibaren hızla genişlemeye başladı. NATO‘nun doğuya doğru genişlemesinin sadece Rusya sınırlarında duracağı, Gürcistan ve Ukrayna’nın da askeri ittifaka dahil edilmesiyle yavaş yavaş ortaya çıktı. Rusya bu hamlelere şiddetle itirazını dile getirdi. ABD, AB’yi de yanına alarak, NATO’yu ve mali gücünü, bu ülkelerin tercihlerinden bağımsız olarak, ‘sosyo-ekonomik modelini ihraç etmek’ için kullanıyor. Aynı oyunu tüm Doğu Avrupa ülkelerinde devreye sokuyor. Bu, Rusya’yı istikrarsızlaştırmak ve bağımsız gelişmesini engellemek, daha fazla büyümesini veya güçlü bir ülke olarak yükselmesini önlemektir.

Bununla birlikte, Rusya’nın göreceli iyileşen ekonomik durumu, ABD‘yi zayıflatan ekonomik krizler ve Çin’in doğuda bir güç olarak ortaya çıkması, Rusya ile yakınlaşmasıyla jeopolitik dengelerde hızlı değişim. ABD’yi aksiyon almaya itiyor.

2008 yılında Rusya, NATO‘nun genişlemesine karşı olduğunu kesin bir şekilde ilan etti ve Gürcistan ile Ukrayna’nın ittifaka dahil edilmesi konusunda ‘kırmızı çizgi’ çizdiğini açıkça ilan etti. Bu kırmızı çizgiyi görmezden gelen ABD, Ukrayna’yı NATO’ya katılmaya zorlamak için milyarlarca dolar harcamaktan geri durmadı. ABD, Rusya yanlısı iktidarları devirmek için içişlerine karışma ve ‘renkli devrimler’ süreçleri yaşanırken aktif rol almayı sürdürdü.

Uzmanlar, Ukrayna’nın Batı ittifak sistemine girmesinin, ABD füzelerinin Moskova’yı 5 dakikada vurarak Rus hava savunma sistemlerini etkisiz ve demode hale getirebileceği anlamına geldiğine işaret ediyor.

SSCB’den ayrılışından bu yana, Ukrayna’nın başta Batı ve Doğu bölgelerinde değişik milletler arasında dengelenen siyasetinde bir iklim değişimi yaşandı. Ayrılık sonrası senaryoyla sonuçlanan ekonomik sıkıntılar, artan eşitsizlik, işsizlik, yoksulluk, Sovyet dönemi sosyal güvenlik sistemlerinin çökmüş olması insanlar için hayatı zorlaştırdı. Bu, ülkede ekonomiyi kontrol eden zengin oligarkların hayatlarının tam tersi. Ardışık hükümetlerin bu sorunları ele almaması, çözümsüz bırakması halk arasında hoşnutsuzluk oluşturdu. Bu hoşnutsuzluklar, emperyalist güçler tarafından, özellikle Ruslara karşı, çeşitli milletler arasında kışkırtıcı bir dille etkili bir şekilde kullanıldı.

Bu arka planda, Rusya yanlısı Viktor Yanukovych’i devirmek için yapılan renkli devrim ABD ve AB tarafından açıktan desteklendi. Yanukovych, Ukrayna ve Rusya arasındaki ilişkilerde ısrarı, Rusya’ya daha yakın duruşu, Avrupa Birliği ve IMF‘den ‘kemer sıkma politikaları’ koşuluyla verilecek kredileri reddetmesi sonunu hızla hazırladı. Bütün bunların yanı sıra,  Yanukovych iktidarının gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış olması, insan hakları konusunda kötü sicili kitlelerin sokağa çıkması, direnmesini sonucu, 2014 yılında ülkeden kaçmak zorunda kaldı.

Onun yerine aşırı sağcı milliyetçiler, neo-Nazi gruplar iktidara geldi. Avrupa ve NATO yanlısı pozisyonlar alan en az Yanukovych kadar otoriter, emperyalist bir hükümetler bir birini izledi. Ukrayna’da yaşayan Ruslara saldırılar düzenlendi. Ukrayna Komünist Partisi’nin (KPU) ofisleri saldırıya uğradı, Genel Sekreter de dahil olmak üzere liderleri tutuklandı. Demokratik haklar kısıtlandı. KPU‘nun işleyişi ciddi şekilde kısıtlandı. Ukrayna’da Rus uyruklulara yönelik saldırılar, Rusya’nın Rus hakimiyetindeki Kırım’ı ‘özgürleştirmek’ ve Donbas bölgesinde savaşanlara yardım elini uzatmak için askerlerini göndermesi için bahane sağladı.

2019 seçimlerinde Volodymyr Zelensky, Rusya ile yakınlaşma için çalışacağı ve Ukrayna’ya barış ve istikrar getireceği vaadiyle devlet başkanlığı seçimlerini kazandı. Ancak, sözünü tutamadı. İki ülke arasındaki gerginlik devam etti.

Emperyalist ABD’nin Ukrayna üzerindeki artan etkisini ekonomik çıkarlarına zarar olarak değerlendiren Rusya, Avrupa ülkelerine doğal gaz sağlamak için Nord II doğal gaz boru hattını hayata geçirdi. Bu boru hattının rotası Ukrayna’yı devre dışı bırakıyor. Yani, Ukrayna’dan geçen Nord I boru hattından farklıdır. Rotadaki bu değişiklikle Ukrayna sadece ekonomik olarak kaybetmekle kalmayacak, Rusya’ya şantaj yapmak için kullanılan (gaz arzını kesmek ve pazarına erişimi kesmekle tehdit etmekle) şimdiye kadar sahip olduğu stratejik avantajı da kaybetti.

Emperyalizmin Ukrayna üzerindeki hesapları stratejik konumuyla doğrudan ilintili. Rusya, Avrasya ülkelerinden oluşan bir ittifak kurmak istiyor ve Ukrayna’nın böyle bir ittifakta olması kesinlikle ekonomik gücünü artıracaktır. Bu ülkelerin çoğu hem Rusya hem de Çin ile dostane ilişkilere sahip. Ukrayna’nın böyle bir ittifaka katılması ve/veya bu tür ülkelerle dostane ilişkileri sürdürmesi sadece Rusya ve Çin’i güçlendirmekle kalmayacak, aynı zamanda emperyalizmin bu bölgede ayağını basacağı zemini tamamen kaybedeceği anlamına da gelecektir. Afganistan’da alınan yenilgi göz önüne alındığında, Ukrayna’yı kaybetme hegemonik tasarımlarına bir başka büyük darbe anlamına gelir. ABD bu değişen gerçekliği kabul etmeye hazır değil.

Dahası, Başkan Biden’ın ABD’de salgını kontrol etmedeki ve artan enflasyon gibi ekonomik meseleleri ele almadaki başarısızlığı, düşen görev onayını gözlerden uzak tutmak için, ‘Amerika’nın yeniden döndüğünü’ göstermek için kaslı dış politikasını öne çıkarmaya çalışması dikkatleri başka yöne çekme çabası olarak değerlendiriliyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmek üzere olduğu yönündeki üst perdeden yapılan aldatıcı açıklamalar, yapılan propaganda eşliğinde ABD askerleri ve silahları hızla Ukrayna’ya gönderilmekte…

ABD’nin tüm NATO müttefiklerini harekete geçirme çabaları, Almanya ve Fransa’nın Rus işgali fikrine kanmaması nedeniyle direnişle karşı karşıya. Her ikisi de daha önce Ukrayna’yı NATO ittifakına dahil etme kararına karşı veto etmişti. Avrupa ülkelerinin çoğu Rusya’nın sağladığı ucuz doğal gaza bağımlıdır ve bu nedenle onunla ilişkilerinden vazgeçmeyi göze alamazlar. Ayrıca Ukrayna’daki neo-Nazi güçlerinin artan tehdidi ve yozlaşmış, gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış, insan haklarına saygılı olmayan otoriter rejimin farkındalar. Ayrıca ABD ve Rusya arasında askeri bir çatışmanın sonucunun kıta Avrupası için yıkıcı sonuçları olacağından korkuyorlar. Çünkü, Rusya hala yüksek dereceli askeri teknolojiye sahip nükleer bir savaş gücüne sahip. Bu sadece Avrupa ülkeleri için değil, tüm insanlık için bir felaket olabilir.

Mevcut çıkmazın tek yolu yine de, Rusya, Ukrayna, Fransa ve Almanya arasında imzalanan Minsk anlaşmasına bağlı kalmaktır. Bu anlaşma BM Güvenlik Konseyi tarafından oybirliğiyle kabul edildi ve bu ABD’yi de kapsıyor. Bu anlaşmadaki başlıca hükümlerden bazıları Arasında Ukrayna’nın NATO’ya dahil edilmemesi, ayrılıkçı Rus yoğunluklu bölgenin (Donbas) silahsızlandırılması ve Rus güçlerinin ‘gönüllülerin’ geri çekilmesi; Rusya sınırının kontrolü de dahil olmak üzere Ukrayna egemenliğinin restorasyonu. Donbas için bir bütün olarak Ukrayna’da ademi merkeziyetçiliği bağlamında tam özerklik. Ancak ne Ukrayna ne de ABD bu anlaşmayı uygulamaya yanaşmıyor. Aksine, üzerinde anlaşılan bu ilkeleri görmezden gelerek bölgede krizin derinleşmesine yol açıyor.

Deniz Çınar