Türkiyelileştirilebilmek…

HDP’nin Şubat ayında toplanan 4. Olağan Kongresi’nde  dile getirdiği Türkiyelileşme  fikri döndü dolaştı, bir temenni, bir politik argüman hatta bir (ne yazık ki) belagat olmaktan taşıp, sanki yaşadığımız tüm sorunların müsebbibiymiş gibi telakki edilmeye başlandı. Covid-19’da Türkiyelileşememekten, enflasyon da; dolar da  Türkiyelileşemekten artıyor…

Nedir Türkiyelileşmek?  Bir kavram olarak nasıl tanımlayabiliriz, bir tanım yapacaksak neyi bu tanımın içine koyacağız neleri dışarıda tutacağız? Zorlamayın kendinizi,  bu haliyle “Türkiyelileşme” kavramını  “ne olduğu” ile tanımlamanız neredeyse imkansız, onu ancak “ne olmadığı”ndan hareketle tanımlayabilirsiniz.  “Kürt partisi olmak”; HDP’nin kendisinin de, HDP’yi eleştirilenlerin de en belirgin endişesi, kızgınlığı. İşte “Türkiyelileşmek” kendi içinde bir anlama sahip olmasa da “Kürt Partisi olmamak” denilen  “şeyin” tersini ima ediyor.

Aydın Engin, Tırmık’ta (T24, 25.02.2020) ne güzel ifade etmiş, zaten bu haliyle 20 küsur yıldır Kürt siyasal hareketinin savunageldiği bir düşünce ve bu haliyle hiç de yeni değil.  Engin’in yazsını “Türkiyelileşmek: güzel tınısı olan ama belagat yüklü bir kavram” diye özetlesem?

Bu noktada durmayıp devam edelim. İster bir belagat, bir retorik olarak ele alalım ister Türkiye’yi içinde bulunduğu politik polarizasyondan kurtaracak mucizevi bir çözüm, ister AKP-MHP kolisyonunu yerinden edecek bir geniş-cephe; Türkiyelileşmek’e ister müspet yaklaşalım ister menfi,  ben derim ki ilk önce kavramı tersiyle bir arada ve zıddıyla bir bütün olarak düşünelim; onu HDP’nin mücavir alanından çıkarıp Türkiye’nin geneli için yeniden kurgulayalım: Nitekim, Türkiyelileşmek denilen şeyin,  halihazırda  “Bir Kürt partisi olmak”ın zıddından başka bir anlamı da yok. Öyle bir algı yaratılıyor ki, HDP ne kadar “Türkiyelileşirse” o kadar  “Kürt  partisi olmak”tan çıkacak. Ne kadar Kürt partisi olursa da o kadar Türkiyelileşemeyecek.

Buraya kadar hemfikir miyiz? Öyleyse özetleyelim, HDP ekseninde yürüttüğümüz “Türkiyelileşme” tartışmalarının bizi götürdüğü nokta şudur:  Bir siyasi partinin kendini etnik temelde tanımlaması onun Türkiyelileşmesine (farklı toplumsal kesim ve sorunları diye okumak yanlış olmaz diye düşünüyorum)  engeldir; Parti(ler) Türkiyelileştikçe,  etniklikle (Kürtlük, Türklük…) bağını gevşetecek, milliyetçilik dolayımı ile tesis ettiği bağları yurtseverlik (patriotism) üzerinden tesis etme yolunu tercih edecektir.

Türkiyelileşmek tartışmasını HDP’nin “dahi” yıllardır tartışa geldiği bir  Kürtçü-Türkiyeli ekseninden kurtarıp, milliyetçi-yurtsever eksenine taşıdığımızda, bu çukurda sadece  “Kürtçü” olmakla (kendi kendini de) eleştir(il)en, sorunları etnik merkezli görmekle eleştir(il)en HDP’den başka partilerin de debelenmekte olduğunu görürüz -ki onlar da sorunları hep “Türkçü” çerçeveden ele almaktadırlar.

O zaman yazımızın temel sorusunu yineleyelim mi: Türkiyelileşmek,  ancak tersiyle (Kürt partisi olmak) anlamlı boş ama hoş- bir belagat midir, yoksa milliyetçilik-yurtseverlik ekseninde şekillenen bir etnik olanın sınırlarını aşma, ulusala ulaşma düşüncesinin manivelası mıdır? İkincisi ise, HDP’nin de ama  elbette diğer partilerin de  -başta da (ama asla sadece onların değil) AKP-MHP bloğunun da- yemesi gereken fırın fırın ekmekleri olduğunu unutmamak gerekiyor.

Türkiye bu “neo-90’lar” Türkiye’sine  2015 Haziran seçimlerinden sonra döndü.  Tarihi olsa olsa 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar geri götürmek mümkündür. Unutmayalım, Türkiye bu seçimlerde kazanı değil (Tayyip Erdoğan) kaybedeni, hem de ikinci sırada (Ekmeleddin İhsanoğlu) kaybedeni bile değil, %9,76 oyla en son sırada kaybedeni  (Selahattin Demirtaş) konuşmuştu.

Selahattin Demirtaş’ın aldığı oylarda, şu meşhur “Türkiyelileşmek” diye tartışılıp duran kavramın etkisinden bahsedebilir miyiz? Elbette! Peki, 2015 Haziran seçimlerinde  uzun zaman sonra ilk kez, parti örgütü içinde seçimlere katılma kararı alan HDP’nin  aldığı %13,12 oyu Türkiyelileşmek’in bir merhalesi olarak okuyabilir miyiz?

Okuyabilirdik ama okumadık; okumamak için de ısrar ettik: Seçimler iptal edildi, kan gövdeyi götürdü, Kasım’da yapılan yeni seçimlerde,  şimdi HDP’yi Türkiyelileşmemekle eleştirenlerin de içinde yer aldığı bloğun çabalarıyla kayıplar(!) tahkim edildi ama HDP’nin oyu yine de %10’un altına düşmedi.

O gün bugündür, yerel seçimlerde seçilen HDP’li belediyelere kayyım atansa da seçim yasalarındaki değişikliklerle ittifakların vb. yolu açılarak HDP’nin barajı geçmesinin müesses nizamda, resmî ideolojide yarattığı “tahribat!” (işte bunu tam olarak Türkiyelileşmek olarak da okuyabilirsiniz)  tadil edilmeye çalışılsa da artık güneş balçıkla sıvanmıyor.

HDP’nin Türkiyelileşmek’e dair söylem ve politikalarını, 20 küsur yıldır devam eden bir belagat olarak ele almak mümkündür. Eğer kavram “Kürt partisi olmamak”a indirgenip oraya hapsedilecekse belagattan da öteye gidemez; gidemiyor da zaten. Ama Türkiyelileşmek, HDP’ye yönelen eleştirileri (Kürt Partisi olmak)  savacak bir panzehir olarak  değil de HDP’yi de Kürt’ü de aşan yeni bir “toplumsallaşma” düşüncesi olarak ele alınacaksa hepimiz için yeni fırsatlar taşıyor demektir. Türkiyelileşmek, şimdiki dar anlamından çıkarılırsa, milliyetçiliği aşan ve bizi yurtseverlikte birleştiren bir düşüncenin mihenk taşı olabilir. Bunun olabilmesi için de sadece HDP’nin değil, tüm siyasi partilerin ellerini taşın altına koyması gerekmektedir. HDP kendi doğal sınırlarını biraz zorladığı anda şiddete başvuran, HDP’yi sistemin dışına itmeye çalışanların Türkiyelileşme ile ilgili olarak söyleyecekleri çok şey olmasa gerektir.

Keyifli Pazarlar

Mete Kaan KAYNAR