Sovyet ekonomisi neden çöktü

SSCB, dünyadaki ikinci endüstriyel güçtü, ancak tuvalet kâğıdı veya salam satın almak için uzayan kuyruklar vardı. Sovyet yurttaşlarının her zaman yeteri kadar parası vardı, ama nasıl harcayacaklarını bilmiyorlardı.

Sovyetler Birliği 69 yıl boyunca kapitalist ülkelerde uygulanan piyasa ekonomisi yerine planlı ekonomiyi uyguladı. Her şey planlandı: ihtiyaç duyulan üretilen her şey beli bir plan dahilinde üretildi, çivi sayısından iç çamaşırına, tuvalet kağıdından, konut, süt ve arabaya kadar her şey bir plan çerçevesinde üretildi. Peki, bütün bunları dünyanın en büyük ülkesinde yapmak nasıl mümkün oldu?

Sektörler ve bölgeler arası bütçeye dayanan ve on binlerce sayfadan oluşan bu planlar, yapılan hesaplar hiçbir zaman tutmadı. Fakat, devlet inatla buna sürdürdü.

Sovyet ekonomisini tek bir kelimeyle açıklamak gerekseydi: “Gosplan” demek yeterli olurdu.  ” Gosudarstvennyj komitet po planirovaniju“; Sovyetler Birliği’nde ekonomik planlamadan sorumlu kurum, “Devlet Planlama Komisyonu”. Gosplan, ülkedeki her bir fabrikada, işletmede ne kadar üretim yapılacağını, kaça mal edeceğini planlayan, karar veren tek kurumdu.

Bu, pratikte, bir bakanlığın ve/veya kurumun bünyesindeki üretimin baştan sona planlanması anlamına geliyordu.  Örneğin, Ulaştırma Bakanı, her sabah masasına kaç tren tekerleğine ihtiyaç duyulduğuna dair bir rapor alır ve ay sonuna kadar planına uymak için gerekli önlemleri alırdı. Daha sonra, fabrikaların yöneticileri ve her birimin başkanı hiyerarşide ki yerine göre aşağı doğru palanı uygulamaya sokardı.

Ancak Gosplan’ın sorunu, halkın gerçek ihtiyaçlarına göre belirlemek yerine, çoğunlukla bürokratların masa başında belirlediği alanlar ve miktarla şekillendi. Bu alınan kararların çok katı ve hiçbir esnekliği olmadığını ve tüketicilerin talebini göz önüne almadığını çok sayıda tanığı ve yaşayanı dile getirmiştir.

Ekonomik büyümenin ana itici gücü ağır sanayiydi. SSCB, gelecekteki bir savaşa hazırlığı içinde olan ve bu beklenti içinde olan bir sistemdi. Bu nedenle askeri sanayi, materyali ve savaş kazanmak için kullanılabilecek her şeyin önceliği vardı. GSYİH’nın en büyük bölümünü buna gidiyordu. Halk için tüketim malları üretmek, sıralamada hep geri planda kalıyordu.

Sovyet vatandaşları için kaç çorap, bot, sabun, pantolon, gömlek, etek gerektiğini belirlemek hiç de o kadar kolay değildi. Ve bu yöntem başarısız oldu. Planlama o kadar başarısız yürütüldü ki, sonunda planlamanın “talebi düzenleyen temel unsur olan piyasanın olmaması, üretiminin düşmesi ve ürün dar boğazı yaratır” öngörüsünde bulunanları haklı çıkardı.

Üretilen mallar sabit bir fiyata piyasaya sürüldü ve yaygın bir şekilde dağıtılamadı. Ürünlerin piyasadaki fiyatları hiçbir zaman gerçek fiyatları olmadı. Planlamada öngörülen fiyat, üretim sürecinde farklılık gösterdiği halde dikkate alınmadı. Ürünler çoğu zaman üretim fiyatının altında zararına satıldı. Üretilen ürünlerin dağıtımı da ayrı bir sorundu. Ürünler için özel şehir ve bölgeler vardı. Askeri veya teknolojik gizlilik nedeniyle kapalı olan şehirlere ürünler önce gönderildi ve hiçbir şey eksik olmazı; diğerlerinde büyük emtia açıkları olurdu.

Moskova’da, genellikle çok olmasa da, her şey bulunur ve başkentte ülkenin dört bir yanından alışverişe gelenler olurdu. Hantal brokettik yapı üretimi planlayamadığı gibi dağıtımı da planlayamadı ve hiçbir zaman adil bir dağıtım ağı oluşturamadı.

Sadakat ve devlet yardımı 

Para eksikliği Sovyet insanı için bir sorun değildi: SSCB’de insanlar harcayabildiğinden daha fazlasını kazandı, tüketimi tetikleyecek piyasa da çeşitlik ve zenginlik yoktu. Ürünlerin sadece %14’ü mağazalara ulaşırken, geri kalan %86’sı başka idari yollar ve yöntemlerle tüketiciye ulaşıyordu.

Örneğin, yasal yollardan sıraya girip yedi sekiz sende alabileceğiniz bir otomobili karaborsadan hemen satın alınabiliyordu.  Aracı kurumlara kayıt olmak, listeye girmek bile bazen yeterli olmuyordu. Bu kurumlar parti bürokrasiyle sıkı ilişki içinde olanların elinde ve devlete en sadık olanları hep öncelerdi.

İşletmelere gelince, bunların hiçbirinin başarısız olması söz konusu değildi. İflas yasası 1932 gibi erken bir tarihte kaldırıldı. Üretimi kârlı olmayan hiçbir firmayı kimse bildirmeye cesaret etmedi. Bir firmanın karlılığı ve üretiminin gereksiz hale gelmesi ancak endüstri sabotajla mümkün olur inancı hakimdi. Kimse bu suçlamaya muhatap olmak istemedi. Ceza Kanunun 58-7 maddesine göre bu suçtan hüküm giyen biri, ağır hapis cezası, mallarına el konma, sürgüne gönderilme ve/veya kurşuna dizilmeydi. Bu yüzden herkes susmayı, depoları süsleyecek malların üretimine devam etmeyi yeğledi.

Her şey çöktüğünde 

1930’lardan sonra Sovyetler Birliği, Batı’ya satılabilecek her şeyi düşük fiyatlarla satmaya başladı. Fiyatların genellikle çok düşük olduğunun herkes farkındaydı. Ancak yapacak başka bir şey yoktu. Çünkü ülkenin yabancı kredilere ve para birimine ihtiyacı vardı.

SSCB’nin kaynakları sınırlıydı, 1987’de, ülkedeki ürünlerin sadece %24’ü tüketim mallarıydı: geri kalanı benzeri görülmemiş bir militarizsyona dönüktü. Sistemin çökme tehlikesi altında olduğu 1960’ların ortalarına doğru görülmeye başlanmıştı. “Pravda” gazetesi “Elmaslarla kasayı aç” başlıklı bir yazı yayınladı. Burada şirketler için ana kriterlerin karları ve karlılıkları olması önerildi. SSCB Bakanlar Konseyi Başkanı Aleksej Kosygin, işe yarayan düzeltici önlemler aldı ve kısa sürede bu önlemler olumlu sonuçlar vermeye başladı: milli gelir %42 arttı!

Ama sonunda, bu küçük çaplı piyasa reformunun karşısında duranlar kazandı. 1968 Prag Baharı da, estirdiği korku ile katı bir planlamadan yana olanların elini güçlendirdi.

Hızla geri dönüldü.

“1973 yılında petrol fiyatlarını yılda dört kez artırmaya karar veren Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü OPEC kuruldu. Sovyetler Birliği ham petrolden önemli gelir elde etmeye başladı. (1967-1968’de Batı Sibirya’da yeni zengin petrol sahaları keşfedildi.) Petrol gelirleri uzun zaman Sovyet sistemini finanse etti ve ayakta kalmasını sağladı.

Daha sonra, sistemin tamamen çöküşü kaçınılmaz oldu. İç ve dış ekonomik koşullar, sistemin kendini onarma gücünü elinden alması bir yana, halkın sistemle bağlarını koparmış olması çöküşü kaçınılmaz kıldı…