İktidar, 7 Haziran 2015’te genel seçimlerde yaptığı operasyonu, 2019’da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri üzerinden gerçekleştirme peşinde. Ancak, aynı derede ikinci defa yıkanılmayacağını unutmuş galiba. CHP “bile” aynı oyuna ikinci defa gelmediğine göre, bizim Aydın’lı (Efes, Selçuk) bilgemiz Herakleitos Dede haklı olmalı: Halkın verdiği, Canan Kaftancıoğlu’nun saydığı, Ekrem İmamoğlu’nun pişirdiği, CHP’nin semeresini yediği İstanbul seçimlerinde AKP’ye “hani bana, hani bana” demek düşünce, seçimlerin tekrar edilmesine karar verildi. Lakin 23 Haziran’da yapılacak seçimlerin, yeni bir “1 Kasım 2015” seçimleri olmayacağı ayan beyan.
Bu yazı seçimlerin yenilenmesi üzerine değil, CHP’nin Ekrem İmamoğlu’na destek için başlattığı ₺20 kampanyası ile ilgili bir şeyler yazmak istiyorum.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Muharrem İnce ile başlamıştı bu uygulama. O, tam da kendi üslubuna münasip şekilde “Su değil benzin yakıyoruz, ateşleyin biraz!” şeklinde para topluyordu; İmamoğlu’nunki biraz daha eli yüzü düzgün bir kampanya olacak gibi. Ama hem Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Muharrem İnce’nin seçmenlerde para istemesi, hem de şimdi İmamoğlu’nun yenilecek yerel seçimlerdeki kampanyası için para toplaması “seçmenleri söğüşlüyorlar” kabilinden dile dolanmaya devam ediyor. Muharrem İnce için de “Seçmenlerden topladığı parayla lüks otellerde içki içiyor.” dedikoduları çıkarılmıştı. Bakalım, bu sefer İmamoğlu için ne inciler yumurtlayacaklar. Belki de yeni nefret öznemiz Canan Kaftancıoğlu için dedikodu çıkartacaklardır. Öyle ya, Kaftancıoğlu hem kadın, hem sosyalist. Daha mı nefret edilmesin!
Para verirsiniz, vermezsiniz bilmem ama siyasi partilerin, adayların seçim kampanyaları için destekçilerinden, müstakbel seçmenlerinden para toplaması işi gayet olumlu bir uygulama. Bakmayın siz Sabah gazetesinin “CHP Seçimin Faturasını Seçmene Çıkardı” diye başlık atmasına. Bu vesileyle siyasi partilerin finansmanı konusunda biraz daha yakından bakalım istedim.
Türkiye’de siyasi partilerin en önemli gelir kalemi, devlet destekleridir. Seçimlerden önce siyasi partilere ödenen meblağlar çoğunlukla eleştirilir. Oysa dünyadaki uygulamalara baktığımızda siyasi partilere yönelik (doğrudan para yardımından, posta, iletişim, ulaşım gibi hizmetlerden indirimli yararlanmalarından, doğrudan maddi yardıma kadar çeşitli) kamusal desteklerin yaygın bir uygulama olduğunu görürüz.
Cem Duran Uzun’un Siyasi Partilerin Finansmanı (SETA Kasım 2014 Sayı 110) çalışmasından yararlanarak şunları söylemek mümkün:
Günümüzde siyasi partilerin kamusal finansmanı, demokratik ülkeler için doğal bir uygulama halini almıştır. Toplam 111 ülke üzerinde yapılan bir araştırmaya göre bu ülkelerin 65’inde (yüzde 59) siyasi partilere yönelik kamusal destekler söz konusudur.12 Bunun yanında, 52 demokratik ülke üzerinde yapılan bir başka araştırmaya göre, 39 ülkede (yüzde 75) siyasi partilere devlet yardımları yapılmaktadır.13 Bu oran, “yerleşik demokrasi” olarak kabul edilen 22 ülkede yüzde 77 olarak tespit edilmiştir. Avrupa’da İngiltere ve İrlanda dışında neredeyse tüm ülkelerde siyasi partilere devlet yardımı yapılmaktadır. Sonuç olarak, siyasetin kamusal finansmanı yeni olmakla beraber, hızlı bir şekilde ve geniş bir coğrafyada kabul görmüş ve yerleşmiş bir uygulama halini almıştır.
Aynı kaynakta devlet yardımları konusunda Batı demokrasilerinde belirginleşmiş iki tutumdan bahsedilebileceği de belirtiliyor: Anglo-Sakson uygulaması, partilerin seçim harcamalarına bir sınır koymak suretiyle seçimlerdeki rekabet şartlarını korumayı amaçladığından, genellikle doğrudan devlet yardımları ya hiç yoktur ya da sınırlı düzeyde kalmaktadır. Kıta Avrupası geleneğinde ise, partilerin karıştığı yolsuzluk ve rüşvet türü uygulamaların önüne geçmek amacıyla, partilere yapılan devlet yardımları hayli yaygındır. Latin Amerika, Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerinin, Kıta Avrupası geleneğinin etkisinde olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye’de siyasi partilere devlet yardımı 1965 yılından itibaren düzenlenmeye başlar. Bu tesadüf değildir. Çünkü bu tarihten önce, Osmanlı dönemi de dâhil olmak üzere bu coğrafyanın siyasal ikliminde siyasi partilere münhasır bir hukukî düzenleme mevcut değildir. 13 Temmuz 1965 tarihinde kabul edilen 648 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu bu konudaki ilk düzenlemedir. Siyasi partilerin gelirleri kanunun 3 kısmında Mali Hükümler başlığında düzenlenir. Buna göre siyasi partilerin gelirleri
Madde 65 — Siyasi partilerin sağlıyabilecekleri gelirlerin çeşitleri aşağıda gösterilmiştir: 1. Parti üyelerinden alınan giriş aidatı ve yıllık veya aylık aidat; 2. Partiye mensup Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinden alınan aidat; 3. Adaylık için başvuranlardan önseçime veya yoklamaya girmeden önce alınan özel aidat; 4. Parti yayınlarının satış bedelleri; 5. Parti bayrağı, flaması, rozeti ve benzeri rumuzlarının satışından sağlanan gelirler; 6. Parti hüviyet cüzdanlarının v e parti makbuz, defter ve kâğıtlarının sağlanması karşılığında alman paralar; 7. Parti lokallerinin işletilmesinden elde edilen gelirler; 8. Partice tertiplene n balo, eğlence, müsamere, konser, spor müsabakası ve konferans gibi faaliyetlerden sağlanan gelirler; 9. Partinin tertiplediği piyango gelirleri; 10. Parti mamelekinden elde edilen gelirler; 11. Bağışlar; 12. Krediler; 13. Kanuna veya yasam a meclisler i içtüzüklerine göre Devletçe sağlanan yardımlar .
1980 Darbesinden sonra çıkarılan 22 Nisan 1983 Tarih 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanununda ise siyasi partilerin gelirleri şu şekilde düzenlenir:
Madde 61 – (Birinci fıkra Ek: 12/8/1999 – 4445/6 md.) Siyasi partilerin gelirleri amaçlarına aykırı olamaz. Siyasi partiler aşağıda belirtilen gelirleri elde edebilirler: a) Parti üyelerinden alınacak giriş aidatı ile üyelik aidatı, b) Partili milletvekillerinden alınacak milletvekilliği aidatı, c) (Değişik: 31/3/1988 – 3420/6. md.) Milletvekili, belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği ve il genel meclis üyeliği aday adaylarından alınacak özel aidat, (Bu aidatlar 64 üncü maddedeki esaslar dahilinde siyasi partilerin yetkili merkez karar organlarınca tespit ve tahsil olunur.) d) Parti bayrağı, flaması, rozeti ve benzeri rumuzların satışından sağlanacak gelirler, e) Parti yayınlarının satış bedelleri, f) Üye kimlik kartlarının ve parti defter, makbuz ve kağıtlarının sağlanması karşılığında alınacak paralar, g) Partice tertiplenen balo, eğlence ve konser faaliyetlerinden sağlanacak gelirler, h) Parti mal varlığından elde edilecek gelirler, i) Bağışlar. j) (Ek: 27/6/1984 – 3032/1 md.) Devletçe yapılan yardımlar.(2) (h) bendinde yazılı parti mal varlığından elde edilen gelirler hariç olmak üzere, diğer bentlerde yazılı kaynaklardan elde edilen gelirlerden hiçbir surette vergi, resim ve harç alınmaz.
Türkiye’de siyasi parti gelirlerinin en önemli kaleminin devlet yardımları olduğunu söylemeye bile gerek yok sanırım. 1970’li yıllardan 1990’lara hatta azalarak da olsa 2000’lere kadar, parti rozetleri, parti amblem ve/ya genel başkanının resminin basılı olduğu, bardak, flama, kravat iğnesi, çakmak, kalem… gibi ürünlerin satışlarının da önemli bir gelir kalemi ve propaganda malzemesi olduğunu belirtmek gerekiyor. Gerçekten, bu ürünler sadece o siyasi partiye gelir elde etmekle kalmaz, partinin propagandasının da bir malzemesi haline gelirlerdi. Mensup olunan siyasi partiye ait bardak kullanılmaz, Anadolu evlerinin vazgeçilmesi selamlıktaki (salondaki) vitrinde teşhir edilirdi.
Belki de Muharrem İnce ile gündeme gelen, Ekrem İmamoğlu’nun kampanyasıyla da iyiden iyiye oturmaya başlayan yardım kampanyalarını 70’lerin 80’lerin çakmak, rozet, kalem satışlarının güncellenmiş hali olarak düşünebiliriz.
Vazgeçtik, parti üye aidatının düzenli ödenmesini, parti il, ilçe merkezlerinde içilen çaya para ödenmesinin bile yadırgandığı ülkemizde, seçim kampanyaları için para toplanmasının yadırganması gayet normal. Oysa Batı kültüründe vergi ve yurttaşlık arasında kurulan pozitif bağ, siyasi parti özelinde üyelik aidatı ve parti kimliği bağlamında kurulmakta. Belki de bizde bir vergi kültürü, vergi ile yurttaşlık arasında tesis edilmiş bir kültürel bağ olmadığından olacak, partiye üye olmakla onu maddi anlamda desteklemek arasında da bir ilişki kurmak istemiyoruz.
Ama ne diyordu İnce, “Ateşleyin bakalım!”
Keyifli Pazarlar…