Şiir tarihine özellikle Türk şiir tarihine baktığımızda birçok sorunsalın çeşitli sanatçılar, teorisyenler ve eleştirmenler tarafından tartışıldığını görürüz. Bu tartışmaların ilk akla geleni klişeleşmiş olan “sanat toplum için midir yoksa sanat için mi” sorusu etrafında dönmüştür. Toplumsal çizgide ilerleyen şiir dönemlerinde sanatın toplum için olduğu savunulurken, diğer dönemlerde ise sanatın şahsi ve muhterem ; öznel yani bireysel olduğu üzerinde durulmuştur. Bu yazıdaki amacım sanatın sanat için mi yoksa toplum için mi olduğuna yönelik tartışmayı sürdürmekten ziyade bu sorunun altında yatan unsura dikkati çekebilmek.
Bu soruya bakıldığında ilk olarak sanatın kime hizmet etmesi gerektiğini, sanatın görevinin ne olduğunu sorgulayan bir tartışmayla karşılaşsak da bu sorunun sanatın estetik bilincini yaralayan veya alışılmamış bağdaştırma yaparak söylersek “estetik ahlakı” nı zedeleyen bir tutum takındığını düşünüyorum. Estetik felsefesinde “güzel”in yani estetik olanın ne olduğu üzerine sorulan sorulara verilen en genel tanım estetik olanın hoşa giden, haz veren bir niteliğe sahip olmasıdır. Yani bir sanat eseri sadece haz verdiği için güzeldir. Sanat bir olgu olarak toplumu değiştirme, dönüştürme ve geliştirme gücüne sahiptir. Sanatçının da aynı zamanda bir sorumluluğu vardır: Bireye duyumsanamayanı duyumsatabilmek. Ancak şairin bu sorumluluğu da şiirini geliştirmesine bağlı olarak oluşan olgusal bir durumdur. Öyleyse “Sanat sanat için mi yoksa toplum için mi” sorusuna tekrar baktığımızda bu sorunun sanata bir araç olarak mı yoksa bir amaç olarak mı bakılması gerektiği sorusunu ortaya çıkardığı fark edilmektedir. Bana göre bu soruyu soran kesimin çoğunluğu ise sanatın topluma hizmet etmesi gereken bir araç olarak kullanılması gerektiği görüşündedir.
Kişinin, ilk insandan bu yana oluşturduğu değerlerin günümüz insanında da görüldüğü kanısındayım. İlkel insanlardaki, nesneleri araçsallaştırıp amaçlarına uygun kullanma isteğinin günümüz toplumunda da bulunduğunu söylememiz mümkündür. Öyle ki günümüz toplumunda sadece somut nesneler değil soyut nesneler bile amaca uygun olarak kullanır hale gelmiştir. Sanatın görevi noktasında başlatılan tartışma da bunun en önemli örneğidir. İlkel insanlar her nasıl doğada buldukları nesneleri araç haline getirerek, ateşi, yemeği veya başka bir unsuru bulmayı amaçlıyorsa; günümüzde de birtakım sanatçılar soyut bir nesne olan sanatı araçsallaştırıp bir amaca hizmet eden nesne haline getirme çabasındadır. İşte tam bu noktada estetik ile ahlak kavramlarını birleştirerek Immanuel Kant’ın Ödev Ahlakı’nı hatırlamamız gerekir. Evrensel ahlaki değerler üzerine düşünen Kant, tüm insanlar için doğru olan davranışların nasıl kategorize edilebileceği üzerine kafa yorar ve Ödev Ahlakı’nı öne sürer. Ödev Ahlakı’na göre bireyin yaptığı eylemlerin amacı o eylemi yapmak olmalıdır. Kant’a göre bu noktada koşullu buyruk ve koşulsuz buyruk göze çarpar. Koşullu buyruk belli bir amaç güden davranışlarken, koşulsuz buyruk herhangi bir çıkar ilişkisi gözetmez. Ödev Ahlakı’nın koşulsuz buyruk ilkelerine bakıldığında sanata da hangi açıdan bakılması gerektiği görülecektir. Öyle ki bence Ödev Ahlakı, sanattaki “estetik ahlakı” nın ölçütü olabilir düzeydedir. Evrensel ahlaki ilkeler oluşturmayı amaçlayan koşulsuz buyruk ilkelerinin konumuzla ilişkili olan maddesi ise “İnsanlığı, kendinde ve başkalarında, bir araç olarak değil de her zaman bir amaç olarak görecek şekilde davran!” şeklindedir. Bu ilkeye bakıldığında hayatın özünün bu ifadede yattığını gözlemleriz. İlk insanın değerlerini ve akıl yürütmelerini bünyesinde taşıyan insan, insanı da amaçlarına ulaşabilmek için kullanılabilecek bir araç olarak görmektedir. Oysa bu ahlaki değerlere aykırı bir davranıştır. İlişkilerde de bir insanın bir başka insana sırf yalnızlığını gidermesi, kendisini eğlendirmesi veya başka bir fiziksel veya duygusal ihtiyacını karşılaması için yaklaşması Kant’ın Ödev Ahlakı ilkelerine aykırıdır. Bu, insanın araçsallaştırılmasıdır. Ona göre insan amaç olmalıdır. Bir insanla kurulan dostluk ve sevgililik yalnızlıktan kurtulma veya ihtiyaçlarını gidermek için değil o insana değer verebilmek o insanın hayatında yer alabilmek için kurulmalıdır. Yani insan bir araç değil bir amaç olmalıdır. Örneğin birine edilen yardımın sebebi vicdan rahatlatması veya başkaları tarafından onaylanmak değil, o insana gerçek anlamda yardımcı olma kaygısı taşımalıdır.
Ödev Ahlakı’na bakıldığında evrensel ahlak ilkesinin en önemli ilkesinin insanın tüm ilkelliğine rağmen karşısındakini araç olarak değil amaç olarak görme maddesi taşıyor olmasıdır. İşte sanatın da bir araç mı yoksa bir amaç mı olduğunun bu çerçevede düşünülebileceğini sanıyorum. Sanatın önemini tek cümle ile vurgulayabilmek adına önceki yazılarımda da olduğu gibi Mahmud Derviş’in bir sözünden yararlanmak istiyorum: “Şiir bir savaş uçağını düşüremez ama o uçağı kullanan pilotun düşüncelerini değiştirebilir”. İnsanın hayatını değiştirecek bir güce sahip olan sanatın bir araç olarak düşünülmesi ise bana göre çelişkilerin en büyüğüdür. Sanat içinde taşıdığı derinlikle toplumu zaten olgusal olarak eğitebilecek bir niteliğe sahiptir. Bu nedenle sanatın değerini, işlevini ve anlamını yitirmemesi için ona araçsal olarak değil amaçsal olarak bakılması gerektiğini savunuyorum. Sanata birilerini eğitmek, birilerine anlaşılır gelmek veya bunun gibi başka amaçları yerine getirebilmek için değil, sanata sanat olduğu için bakılması gerekir. Öyle ki “Estetik ahlakı” da sanatın bir araç olmaktan çıkıp bir amaç haline gelmesiyle sağlanabilecektir.
- Aşk Şiirlerinde Özne Yaratımı - 21 Mart 2021
- Şiirde Toplumsallık ve Anlaşılma Kaygısı - 21 Şubat 2021
- Şairler ile Çocuklar Arasındaki Benzerlik - 7 Şubat 2021