Avrupa’nın büyük petrol devleri, beş yıl önce verdikleri “yeşil enerji” sözlerinden hızla geri adım atıyor. TotalEnergies, Shell ve BP gibi fosil yakıt devleri, çevre yatırımları yerine artık gözlerini Wall Street’e dikmiş durumda. Çünkü Avrupa’da yükselen çevre bilinci ve düzenlemelerle baş etmek yerine, kuralsız yatırım alanlarına yönelmek daha kârlı. Bu durum, fosil yakıt şirketlerinin iklim krizine dair vaatlerinin büyük ölçüde bir illüzyon olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.
Shell’in BP’yi satın alacağına dair çıkan haberler – ki bu söylentiler şirketler tarafından açıkça yalanlanmadı – sektördeki sarsıntıyı daha da görünür kılıyor. Shell, rakibi BP’yi satın almak için uygun anı kollarken, BP’nin değeri son bir yılda yüzde 30 azaldı. Eğer bu birleşme gerçekleşirse, 1990’ların sonundaki petrol devlerinin birleşme dalgasının bir tekrarı yaşanmış olacak. Fakat bu defa, “yeşil geçiş” vaadiyle halkı kandıran şirketlerin yeniden fosil düzene döndüğü bir dönemden geçiyoruz.
Sermayenin Rotası: Doğadan Uzağa
BP, 2010’daki Deepwater Horizon felaketinden bu yana toparlanamamış durumda. 11 işçinin hayatını kaybettiği ve Meksika Körfezi’ni yıllarca kirleten felaketin ardından şirketin itibarı zedelenmiş, hisseleri yüzde 55 değer kaybetmişti. Bugün benzer bir kriz olmasa da, şirketin yaşadığı ekonomik çöküş, küresel fosil kapitalizmin içinde bulunduğu çalkantının bir sonucu. Shell’in BP’yi satın alma hazırlığı, aynı zamanda enerji şirketlerinin giderek daha fazla “yeşil enerji” vaatlerini terk ettiğini gösteriyor.
Shell’in 174 milyar euroluk piyasa değeri BP’nin neredeyse üç katı. Bu da, büyük balığın küçük balığı yutacağı klasik kapitalist senaryolardan biriyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. BP’nin özellikle ABD’deki varlıkları ve kâr makinesi olan enerji ticareti departmanı Shell için cazip hedefler. Ne doğa, ne işçiler, ne de çevresel sürdürülebilirlik… Tek ölçüt, yatırımcının kısa vadeli kârı.
“Yeşil Dönüşüm” Masalı Sona mı Erdi?
Avrupa’daki petrol şirketleri 2019-2020 döneminde kamuoyunun artan baskısı ve Paris İklim Anlaşması’nın etkisiyle yenilenebilir enerjiye yöneldiklerini ilan etmişti. Bu çerçevede bazı yatırımlar yapılmış, karbon ayak izinin azaltılacağına dair vaatler verilmişti. Ancak bugün geldiğimiz noktada, bu sözlerin çoğunun yatırımcıyı ve kamuoyunu yatıştırmaya yönelik olduğu anlaşılıyor.
Shell, TotalEnergies ve BP, çevre dostu görünmek için zamanında yeşil maskeler takmış; fakat şimdi o maskeleri çıkarıp asıl yüzlerini gösteriyorlar. Tıpkı Chevron ve ExxonMobil gibi Amerikan şirketlerinin yaptığı gibi, Avrupa devleri de ABD piyasasına yönelerek çevresel sorumluluklardan kaçmanın yollarını arıyor. Çünkü ABD finans piyasalarında çevre, sosyal adalet ya da karbon nötrlüğü gibi kavramlar, hâlâ ikincil öneme sahip. Sermayeye göre “önemli olan hissedar değeri”dir; bu ise doğrudan fosil yakıt üretimi demektir.
Sermaye, Devlet, Kriz Üçgeninde Fosil Diriliş
1990’ların sonunda yaşanan petrol şirketi birleşmeleri – BP’nin Amoco’yu alması, Exxon’un Mobil’i yutması, Total’in Elf ve Petrofina’yı bünyesine katması – enerji tekellerinin nasıl büyüdüğünü göstermişti. Ancak bu birleşmeler, enerji kaynaklarının gerçek sahibi olan ulusal petrol şirketlerini (örneğin Suudi Aramco’yu) tahtından edememişti. Bugün de benzer bir süreç yaşanıyor: enerji tekelleri kendi içlerinde birleşiyor, ama küresel gücün hâlâ devlet destekli dev şirketlerin elinde olduğu unutulmamalı.
Bu bağlamda, yaşananlar sadece şirket stratejisi değil, aynı zamanda kapitalist devletlerin fosil düzene bağımlılığının bir göstergesi. Avrupa devletlerinin yeşil dönüşüm söylemleri, ekonomik çıkarlarla çeliştiği anda rafa kaldırılıyor. Shell ve Total gibi şirketlerin, kamuoyuna verdikleri iklim vaatlerini tutmamaları bu açıdan bir tesadüf değil; aksine sistemin işleyiş mantığının doğal bir sonucu.
Alevler İçinde Bir Gezegen ve Gözünü Kâr Bürümüş Şirketler
Jean-Michel Bezat’ın Le Monde’daki analizinde dediği gibi: “Ev yanıyor, ama petrol şirketleri gözlerini Wall Street’e dikmiş durumda.” Bu, hem mecazi hem de gerçek anlamda bir durumu ifade ediyor. İklim krizi derinleşiyor, aşırı hava olayları artıyor, dünya ekosistemi çöküyor. Fakat enerji devleri, bu yangına su taşımak yerine, daha fazla benzinle dönüyor sahneye.
Yeşil geçiş vaatleri birer halkla ilişkiler manevrasıydı; şimdi bu yanılsama dağılmaya başladı. Kapitalizmin krize verdiği tepki, daha fazla birleşme, daha fazla fosil üretim ve daha fazla kâr arayışı. Gezegenin geleceği mi? O, şirketlerin bilançosunda bir dipnot bile değil.
Elbette, işte haberin sonuna Türkiye bağlamını ekleyen, özgün ve sosyalist bir alt başlıkla genişletilmiş bölümü:
Türkiye’de de Manzara Farklı Değil: Fosil Yatırımda Israr, Yeşil Geçişte Oyalama
Avrupa’nın enerji devlerinin “yeşil dönüşüm” aldatmacasından vazgeçip Wall Street’in kâr vadeden sahnesine geri dönmesi, Türkiye’deki enerji politikalarını da aydınlatan bir örnek teşkil ediyor. Zira Türkiye’de de benzer bir stratejik kayıtsızlık ve çevresel sorumluluktan kaçınma söz konusu. Kamuya ait ya da özel büyük enerji şirketleri – özellikle Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), BOTAŞ ve Cengiz Holding, Limak, Kalyon gibi iktidara yakın sermaye grupları – hâlâ fosil yakıtlarda ısrar ediyor. Doğalgaz ve kömür yatırımları teşvik edilirken, yenilenebilir enerji alanında yapılan yatırımlar hem yetersiz hem de rant merkezli.
Yerli ve milli söylemi altında yürütülen enerji politikası, aslında çevre düşmanı bir kalkınma modelinin kamuflajı niteliğinde. Akkuyu Nükleer Santrali gibi çevresel ve güvenlik açısından tartışmalı projeler hayata geçirilirken, yerel halkın, çevre örgütlerinin ve bilim insanlarının uyarıları sistematik olarak görmezden geliniyor. Enerji üretimi ve dağıtımı, doğayı hiçe sayan bir sermaye birikimi aracı olarak görülüyor.
Üstelik bu durum sadece ekonomik değil, politik bir tercihi de yansıtıyor: Türkiye’deki iktidar, enerji sektörünü hem uluslararası pazarlarda jeopolitik bir koz olarak kullanmakta, hem de içeride sermaye gruplarını besleyerek kendi iktidarını tahkim etmektedir. Bu yönüyle Türkiye, Shell’in BP’ye uzanma hamlesinde olduğu gibi, enerji sektöründe kârı maksimize etmeyi çevre ve halk sağlığının önüne koyan küresel eğilimle örtüşmektedir.
Avrupa’da yaşanan yeşil maskenin düşüşü, Türkiye’de hiçbir zaman gerçekten takılmamıştı. Burada doğrudan, açık bir şekilde, doğaya, emeğe ve geleceğe düşman bir fosil enerji stratejisi yürürlükte. Ne iktidarın “2053 net sıfır” söylemi, ne de özel sektörün çevre dostu kampanyaları bu gerçeği örtebiliyor: Türkiye de yanmakta olan evin içinde, yangına benzin taşıyanlardan biri olmaya devam ediyor.
- NHY / Le Monde, Bloomberg Haber Ajansı