5-7 Mayıs 2025 tarihlerinde gerçekleştirilen 12. PKK Kongresi’nde örgütün kendisini feshettiğini ve silahlı mücadeleyi sonlandırdığını ilan etmesi, Türkiye siyasal tarihinde yeni bir dönemin kapısını araladı. Ancak bu kararın ardında hangi tarihsel kırılmalar, hangi siyasal basınçlar ve hangi sınıfsal güç ilişkileri yatıyor?
52 Yıllık Silahlı Direnişin Ardından: Tarihsel Bir Dönemeç
PKK’nin 12. Kongresi’nde alınan fesih ve silahlı mücadeleyi sona erdirme kararı, yalnızca bir örgütsel yeniden yapılanma kararı değil; Türkiye ve Ortadoğu’daki sınıfsal ve ulusal mücadelelerin geleceğini yakından ilgilendiren bir dönüm noktasıdır. 1978’den bu yana Türkiye’nin en uzun soluklu silahlı hareketi olarak hem devlete hem de Kürt halkının inkârına karşı direnen PKK, artık örgütsel varlığına son verdiğini açıkladı.
Bu kararla birlikte, Kürt halkının özgürlük mücadelesi içinde devrimci bir silahlı özsavunma çizgisinden, “demokratik siyaset” zeminine geçişin önü açıldı. Ancak bu geçişin ne denli gerçek ve yapısal olacağı, sistem içi entegrasyonla mı sınırlı kalacağı, yoksa halkların devrimci birliğini ve sosyalist dönüşümünü amaçlayan yeni bir mücadele evresine mi evrileceği henüz belirsiz.
Derin Devletin Gölgesinde Kapanan Bir Sayfa
Sonuç bildirgesinde özellikle 1993 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Kürt meselesinde siyasal çözüm arayışının derin devlet tarafından sabote edildiği vurgusu, sistem içi çözüm arayışlarının neden başarıya ulaşamadığını gözler önüne seriyor. PKK, 1993’te tek taraflı ateşkes ilan ettiğinde, Kürt halkının iradesini siyasal alana taşımaya çalışmış; ancak bu hamle, Özal’ın şüpheli ölümüyle boşa çıkarılmıştı. Derin devlet, savaş ekonomisinin devamını ve Türkiye kapitalizminin güvenlikçi tahkimatını tercih etmişti.
Bugün aynı derin yapının değişip değişmediği belirsizliğini korurken, Öcalan’ın yürüttüğü yeni paradigmanın bu yapılarla ne ölçüde bir çatışmaya ya da uzlaşmaya dayanacağı sorusu da güncelliğini koruyor.
Lozan ve 1924 Anayasasına Eleştiri: Eşit Yurttaşlık ve Ortak Vatan Vurgusu
Bildirgede Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’na yapılan eleştiri dikkat çekici. Öcalan’ın “Demokratik Türkiye Cumhuriyeti” ve “Demokratik Ulus” yaklaşımları, ulus-devletin tekçi kodlarına bir itiraz içeriyor. Bu eleştiriler, Türkiye’de solun da yıllardır dile getirdiği sınıf temelli eşit yurttaşlık talepleriyle kesişiyor.
Ancak bu çağrının siyasal sistem tarafından nasıl karşılanacağı, Erdoğan rejiminin otoriter ve milliyetçi yapısında ne kadar yer bulacağı da ayrı bir tartışma konusu. Kürt halkının “demokratik siyaset”e çekilmesi, rejimin merkezileşmiş tahakküm aygıtları tarafından bir entegrasyon operasyonuna mı dönüştürülecek, yoksa halkların demokratik ittifakının bir yapıtaşı mı olacak?
Devletle Müzakere Zemininde Yeni Bir Süreç mi?
Fesih kararının zamanlaması, Bahçeli’nin Ekim 2024’te yaptığı çağrı, ardından Öcalan ile 28 Aralık’ta gerçekleşen İmralı görüşmesi ve hemen ardından başlatılan DEM Parti temasları, devletle örtük ya da açık bir yeni müzakere sürecinin başlatıldığını düşündürüyor. Bahçeli’nin daha önce DEM Parti’nin kapatılmasını savunmasına rağmen DEM yöneticileriyle tokalaşması ve Öcalan’a “TBMM’de konuşma” çağrısı yapması, Kürt sorununda yeni bir dizayn arayışının işareti olabilir.
Öcalan’ın “Sayın Bahçeli ve Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya katkı sunmaya hazırım” demesi, bu sürecin yalnızca Kürt halkının değil, aynı zamanda devlet aklının da biçimlendirmeye çalıştığı bir süreç olduğunu gösteriyor.
Sol ve Sosyalist Güçlere Tarihi Sorumluluk Çağrısı
PKK’nin bildirgesi, Türkiye’nin sosyalistlerine, sendikalarına, kadın ve gençlik örgütlerine, devrimci yapılara doğrudan bir çağrı içeriyor: “Barış ve Demokratik Toplum Süreci”ne sahip çıkın. Ancak bu çağrının içeriği dikkatle tartışılmalı.
Barış süreci, sadece silahların susmasıyla değil; ezilen sınıfların hakiki kurtuluşunun örgütlenmesiyle, halkların eşitliğinin ve emekçilerin özgürlüğünün güvence altına alınmasıyla anlam kazanır. Aksi halde barış, statükonun restorasyonu ve sistem içi uzlaşma zemininde kalmaya mahkûmdur.
Dolayısıyla sosyalist güçler açısından mesele, barışın biçimsel bir süreçten çıkarılıp sınıfsal ve yapısal dönüşümle nasıl buluşacağıdır. Bu, halkların kardeşliğini şovenizme karşı örerken; aynı zamanda neoliberal sömürüye, sermaye birikiminin militarist aygıtlarına ve tek adam rejimine karşı mücadeleyle mümkün olabilir.
Uluslararası Emperyalist Güçlere Eleştiri Yetersiz
Bildirgede uluslararası güçlere “çözüm sürecine katkı sunun” çağrısı yapılırken, emperyalizmin Kürt coğrafyasındaki tarihsel rolüne, kapitalist bölgesel paylaşım planlarına yönelik doğrudan bir eleştiri yer almıyor. Oysa Ortadoğu’da süregiden savaş ve yıkım, doğrudan emperyalist çıkar çatışmalarının ürünü. Kürt halkının özgürlüğü de bu çatışmalar arasında sıkışmış durumda.
Bu nedenle, demokratik modernite çağrısı, ancak anti-emperyalist bir mücadele çizgisiyle, halkların ortak enternasyonal direnişiyle gerçek bir karşılık bulabilir.
Fesih Kararı Tarihi ama Yeterli Değil
PKK’nin fesih ve silahlı mücadeleyi bırakma kararı, tarihi bir adımdır. Ancak bu kararın halkların özgürlüğü lehine mi, yoksa devletin yeniden yapılandırdığı bir çözüm mimarisine entegrasyon amacıyla mı şekilleneceği henüz belli değildir. Demokratik siyaset vurgusu önemli olmakla birlikte, Türkiye’deki mevcut rejimin otoriter yapısı, Kürt halkına, işçilere, kadınlara ve yoksullara eşit siyasal katılım zemini sunmaktan oldukça uzaktır.
Bu nedenle, Türkiye’nin tüm ezilenleri ve devrimcileri açısından kritik soru şudur: Bu süreci halkların özgürlükçü, sosyalist birliğine mi dönüştüreceğiz; yoksa sermaye düzeni içinde yeniden biçimlenen bir “yumuşatma” politikasına mı yedekleneck?