Parti adını değiştirmek neyi değiştirir?-1

ÖDP’nin adını “Sol Parti” olarak değiştirmesini bir kaç yazıyla irdelemek istiyorum. Önce,10 yıl önce ÖDP’den ayrılan bir grubun öncülüğünde aynı adla bir parti kurulmaya çalışıldığını hatırlatarak bir giriş yapmak istiyorum. Bu konuda 8 Aralık 2009’da Günlük Gazetesi’nde yazdığım “Sol Parti ile nereye?” başlıklı yazımı üzerinde hiçbir değişiklik yapmadan yayınlıyorum. Bu yazı şöyleydi:

“Sol Parti ile nereye?

Siyasal ve toplumsal süreçlerin birlik ve ayrılık momentleri konjonktüreldir. Bu nedenle “Birlik”, “Ayrılık” ve son yılların popüler deyimiyle “yeni oluşum” süreçlerinin hangi siyasal ve toplumsal koşullarda gerçekleştiği önemlidir. Bazen “Birlik”, bazen de “Ayrılık” süreçleri tarihsel olarak önem kazanabilir ve her ikisi de devrimci bir tutum olarak ele alınabilir.  Ancak, ulusal, sınıfsal, cinsel ve kitlesel dinamiklerden bağımsız ve toplumsal değişimin/dönüşümün ihtiyaçlarından ayrı ele alınmamalıdır. Tersi bir durumda sorun daraltılır, kişiselleştirilir, hiyerarşi ve yönetsel sorunlar düzeyine indirgenir. Birbirinin ikiz kardeşi olan “Sekterizm” ve “Tasfiyecilik” de bu süreçlerde gelişir ve çoğu kez de birbiriyle örtüşür.

Solun ve sosyalist hareketin makus tarihi yoğun bölünmeler ve parçalanmalar tarihidir. Siyasal arenada örgütler/partiler ya değişerek/dönüşerek varlıklarını sürdürüyorlar ya da tarihen yok olup gidiyorlar. Türkiye bu konuda büyük bir örgütler mezarlığına sahiptir.

Siyasal ve örgütsel bölünmelerden sonra ortaya çıkan yeni oluşumlar, içinden geldikleri geleneğin devamcısı olabilecek düzeyde bir potansiyele sahip olamamışlarsa, süreci devam ettirme ve gelişme şansları olmuyor. Bu bağlamda içinden geldiği hareketi aşabilen ve yeni bir kulvarda geleneği devam ettirebilen örgütler/partiler yaşayabiliyor.

Türkiye yeni yıla iki yeni parti kuruluşuyla giriyor. Biri ‘Türkiye Değişim Hareketi’. Diğeri de, adı tam olarak konulmamış ama ‘Sol Parti’ olarak tanımlanan yeni oluşumdur. Sol Parti’yi ÖDP’den ayrılan ve başını Ufuk Uras’ın çektiği Özgürlükçü Sol Hareket, 10 Aralık Hareketi, SHP ve Alevi-Bektaşi Federasyonu ile bazı aydınlar kuruyor.

Yeni bir parti ile kendilerini taçlandırmaları bu bileşenler için kuşkusuz önemli bir durumdur. Ancak böyle bir oluşumun hangi siyasal ve toplumsal koşullarda gerçekleştiği unutulmamalıdır: ÖDP, EMEP ve Özgürlükçü Sol Hareketi’n çeşitli bahanelerle süreçten çekilmesi ile “Çatı Partisi”  (yeni adıyla Demokratik Birlik Hareketi) girişiminin akamete uğratıldığı, genel seçimlerin 2010 sonbaharında yapılacağı beklentilerinin yoğunlaştığı, Anayasa Mahkemesi’nin Demokratik Toplum Partisi (DTP)’nin kapatılma görüşmesine başladığı ve Kürt sorununun demokratik ve siyasal çözümünün kritik bir sürece girdiği koşullarda gerçekleşmektedir.

Bu yeni girişimin öncüleri ve ön planda görünenlerin çoğunluğunu sol ve sosyalist kesimden gelen kişiler oluşturuyor. Sol ve sosyalist örgütlerde umduklarını bulamayan ve yenidünyalara yelken açan bu insanlar, şimdi başka kapılarda ikbal peşinde koşuyorlar. Geniş bir siyasal yelpaze oluşturan girişimcilerin birinci öncelikleri, genel seçimlere yönelik bir uzlaşma ve güç oluşturma ise; ikinci öncelikleri de Kürt özgürlük hareketinden ve demokratik birlik mücadelesinden uzak durmalarıdır.

Her şeye karşın bu yeni oluşum devletten ve sermayeden bağımsız bir politik hatta sahip olacak mı? Dahası sol ve sosyalist hareketin “turnusolu” olan Kürt soruna karşı tutumları nasıl olacak? Bu iki sorunun yanıtı onların politik hattının belirleyeni olacaktır. Partiyi oluşturan bileşenlerin siyasal argümanlarını incelediğimizde, 28 Şubat sendromundan derin izlerin olduğunu ve ayrıca Kürt sorununa ve demokratik siyasal çözümüne ilişkin somut bir öneri veya mücadele perspektifi bulunmadığını görüyoruz.

Alevi-Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız, Milliyet gazetesine verdiği röportajda, “Hangi partiye alternatif olacaksınız?” sorusuna verdiği yanıtta “Ne AKP’ye ne CHP’ye ne MHP’ye ne de DTP’ye; hepsine. Çünkü biz düzene alternatif olacağız” demiştir. Bu anlayış yeni sol partinin ortak dilini ve siyasal yönelimini gösteriyor.

Kürt özgürlük hareketinden ve demokratik toplum mücadelesinden uzak durarak siyaset yapmaya çalışmak, demokratikleşmenin önündeki en büyük engel olan ret cephesinin değirmenine su taşımaktan başka neye yarar ki?”

Bu yazıdan da anlaşılacağı gibi 10 yıl önceki partileşme anlayışı ile bugünkü anlayış aynı çabayı içeriyor. O günlerde amaçlanan “Sol Parti” kurulamadı, ancak onun yerine “Sol gelecek ve Yeşiller Partisi” kuruldu. Bu oluşumu ÖDP’nin ikinci bölünmesine tekabül ediyordu. Sonraki süreçte ÖDP bir grubun yönetiminde kendi yoluna devam etti. Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ve sonrasında oluşan Halkların Demokratik Partisi (HDK) süreçlerine katılmadı. Gezi Direnişi’nden sonra ise TKP ile birlikte Haziran Hareketi örgütlenmeye çalışıldı, ancak bu oluşumda tutmadı. Şimdi ÖDP isim değiştirerek yeni bir mecraya giriyor. Bu durum ÖDP’nin üçüncü kez kendisini yenilemesi değil, yeniden tanımlaması anlamına geliyor.

Kamuoyuna açıklanan deklarasyon da ÖDP’nin yaşadığı bu uzun sürecin özeleştirisini içermiyor. Özellikle de Geleceği Birlikte Kuralım Hareketi (GBKH) parti girişimini, Birleşik Sosyalist Parti (BSP) ile birleşmeyi ve özellikle de bu partinin “Özgürlük ve Danışma” adını almasında gösterilen ısrarı, Kürt sorununa duyarsızlık ve sosyal şoven politikaları, parti yönetiminde çoğunluğu sağladıktan sonra GBKH’nin BSP’yi altın tepside kendilerine sunan Kurtuluşçuları tasfiyesini vb birçok şeyi anlatmıyor. Sonraki yazılarda bunları irdeleyeceğim.

 

Şaban İBA