Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Kürt sorununa ilişkin son açıklamaları, partisinin milliyetçi duruşunu pekiştirirken, Türkiye’nin temel sorunlarından birini inkar eden politikalarını da yeniden gözler önüne serdi. Bahçeli, çözüm süreci tartışmalarını kesin bir dille reddederek, Türkiye’nin “Kürt sorunu” olmadığını, asıl meselenin bölücü terör örgütü PKK olduğunu savundu. Ancak bu yaklaşım, meseleyi yalnızca terör boyutuyla sınırlayan bir bakış açısına hapsolmuş durumda. Bahçeli’nin, Kürt halkının taleplerini görmezden gelmesi ve sorunu yalnızca güvenlik ekseninde değerlendirmesi, gerçek bir çözümün önünde büyük bir engel teşkil ediyor.
Milliyetçi Duruş: Sorunu Görmezden Gelmek
Bahçeli, konuşmalarında sık sık “Kürt sorunu” ifadesini tehlikeli bulduğunu ve bu sorunu dile getirmenin, Kürtleri bir “sorun” olarak görmek anlamına geldiğini öne sürüyor. Bu tür açıklamalar, Kürtlerin Türkiye’nin eşit vatandaşları olarak karşı karşıya kaldıkları kültürel, siyasal ve ekonomik sorunları sistematik bir şekilde göz ardı eden milliyetçi bir söylemi yansıtıyor. Bahçeli’nin yaklaşımı, Kürtlerin kimlik ve hak taleplerini meşru siyasi bir tartışma zemininden uzaklaştırıp, sadece terörle özdeşleştiriyor. Oysa Kürt sorunu, yalnızca PKK ile sınırlı bir güvenlik meselesi değil; Türkiye’nin çok kültürlü yapısı içerisinde, eşit vatandaşlık talepleriyle bağlantılı derin bir toplumsal mesele.
Tecrit ve Umut Hakkı Tartışması: Çözüm Yerine Daha Fazla Sertlik
Bahçeli, Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit uygulamasını kabul etmekle birlikte, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin “umut hakkı” kararını şartlı olarak değerlendiriyor. Öcalan’ın tecridin kaldırılması ve TBMM’de örgütün sona erdiğini açıklaması durumunda, bu hakkın kullanılabileceğini öne sürüyor. Ancak bu açıklamalar, Kürt sorununu daha da derinleştirebilecek sert ve koşullu bir yaklaşımı yansıtıyor. Öcalan’ın tecridine yönelik uluslararası eleştiriler ve AİHM’in kararları görmezden gelinirken, Bahçeli bu süreci yalnızca PKK’nın tasfiyesine endeksleyerek meseleyi çözümsüzlüğe itiyor.
Bu noktada, Bahçeli’nin milliyetçi çizgisi, Kürt halkının temel hak ve özgürlük taleplerini baskı altında tutmaya yönelik bir politika izliyor. “Ortak akıl” vurgusuyla dış baskılara kapalı bir Türkiye yaratma iddiası taşıyan Bahçeli, aslında Kürt meselesini diyalog ve uzlaşmadan uzak, tek taraflı bir güvenlik politikası çerçevesinde ele alıyor. Bu tutum, Türkiye’nin uzun vadeli barış ve huzur arayışlarına zarar veriyor.
Gerçek Sorunlar Gözardı Ediliyor
Bahçeli’nin milliyetçi söylemi, Kürtlerin yaşadığı ekonomik ve kültürel marjinalleşmeyi yok sayıyor. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki eşitsizlikler ve baskılar, sadece terörle mücadele perspektifiyle çözülemez. Bahçeli’nin sorunu yalnızca PKK ile ilişkilendirmesi, Kürt halkının meşru siyasi taleplerinin üzerini örtüyor. Kültürel hakların tanınması, dil özgürlüğü, yerel yönetimlerde daha fazla yetki gibi temel talepler, milliyetçi söylemin sert duvarına çarpıyor ve sonuçta siyasi çözüm imkânları giderek daralıyor.
Milliyetçilik ve İnkâr Politikaları Çözüm Değil
Devlet Bahçeli’nin Kürt sorununa ilişkin milliyetçi tutumu, meselenin temel dinamiklerini anlamaktan uzak bir yaklaşımı temsil ediyor. PKK ile mücadeleyi merkeze alan ve Kürtlerin siyasi taleplerini kriminalize eden bu anlayış, sorunun kökenine inmek yerine güvenlikçi politikalarla geçici çözümler üretmeyi hedefliyor. Bahçeli’nin, Kürt sorununun inkarına dayanan politikalarının, Türkiye’de barış ve toplumsal uyumu sağlamaktan ziyade, daha fazla kutuplaşma ve gerginlik yarattığı açık.
Türkiye’nin, kalıcı bir barış ve toplumsal bütünleşme sağlamak için Kürt halkının taleplerine kulak vermesi, Kürt sorununu sadece terör bağlamında değil, insan hakları ve eşit vatandaşlık perspektifiyle ele alması gerekiyor. Bahçeli’nin milliyetçi söylemi ise bu yönde ilerlemek yerine, mevcut durumu daha da karmaşık hale getiriyor.