Müzik ve Resim ilişkisi üzerine notlar

Müzik yazmak, müzik yapmak, resim yapmak şeklinde kullandığımız güncel tabirleri incelerken, müzik ile resim yapmak, ya da müziği renklerle boyamak, notalardaki fırça darbeleri ile müzik ve resim konularına değinmek istedim.

Belkide bir çok kişinin karşı çıktığı, ya da olumsuz baktığı bu konuya biraz açıklık getirip, ayna görevi yapabilirsem ne mutlu bana.

Yazıma, İtalyan ressam Luigi Russolo’nun (1885-1947) sözleri ile başlamak isterim. Diyor ki:

”Eskiden yaşam sessizdi. 19. yüzyılda makinelerin devreye girmesiyle gürültü doğdu. Yalnızca müzikal seslerden oluşan bu kısır döngüyü artık kırmalıyız. Gelin kulaklarımızı ve gözlerimizi dört açarak büyük, çağdaş bir kentte gezinelim. Su, hava ve metal borulardan çıkan gaz seslerini, motor, piston, dişli gürültülerini, tramvay sesini ve güneşliklerin rüzgarla çıkardığı sesleri duyalım. Pencere kapı gürültülerini, insan yığınlarını, tren istasyonunu, makinelerinin gürültülerini orkestralamanın hayli eğlenceli olacağından eminim.”

Yaşamın seslerini orkestralamak, günümüz çağdaş bestecilerinin çokça başvurdukları bir yol. Bazen şişeleri, çöp kutularını birbirlerine vurarak, çıkarttıkları sesler ile (bana göre) kakafoni yarattıklarını duymuş olabilirsiniz.  Nasıl günümüzün reprödüksiyonları, eserlerin gerçek dokusunu bozuyorsa, bu tarz eserleri ben bozuk buluyorum. Ama bu tamamen benim kişisel fikrim. Ayrıca, beğenenlere saygımın sonsuz olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Bu konu hakkında yorum yapmadan önce, Beethoven, Debussy ve Mussorgsky’i iyi anlamış olmak gerektiğini düşünüyorum.

Beethoven altıncı senfonisi olan Pastoral senfonisinde, doğanın renklerini müziğe aktarmaya çalışmıştır.

Köy hayatı hakkında yaşanmışlıkları olanlar, altıncı senfoniyi dinlerken kır yaşamının renklerini izlenimleyebilirler. Bu eseriyle aslında Beethoven notalar ile bir tablo yapmıştır demek hiç yanlış olmaz.

Ormana gittiğimizde aldığımız o derin nefesin hazzını, pastoral senfoniyi dinlerken almak, uçan kuşların cıvıltılarını kemanlarda, rüzgarın uğultusunu nefesli sazlarda duymak mümkündür.

Müzik ve resim ilişkisini en güzel aktarmış olan bestecilerden biri de Claude Debussy’dir. Müzikteki empresyonizm (izlenimcilik) akımının öncülerindendir. Aslında İzlenimcilik, resim sanatı ile öne çıkmış bir akım olmasına rağmen Debussy gibi besteciler müzikte de bu akımı yenilik olarak kullanmışlardır.

Debussy o dönemin ressamlarından Monet, Cezane, Degas ve Renoir gibi izlenimci ressamlar ile çok yakın arkadaştı. Birlikte sanat sohbetleri yapar yemek yerler, birbirlerinin sanat anlayışlarına katkıda bulunurlardı.  1874’te Monet ve diğer ressamların ortak açtıkları sergiye Impression (izlenim) adını vermişlerdi.

İzlenimci ressamlar kapalı alanları reddediyor, açık havada doğanın resmini yapmayı seviyorlardı. Aynı mekanın resmini, günün her saatinde tekrar tekrar çizerek, ışığın objeler üzerinde yarattığı renk oyunlarını üstüste bindirmeyi seviyorlardı.

Debussy bunun sebebini merak etti. Aynı mekanı, neden farklı farklı zaman dilimlerinde çizdiklerini sorduğunda, aldığı yanıttan çok etkilenerek, renkleri üstüste bindirme, ışığın saat saat objeler üzerinde yarattığı görüntüyü müziğe uyarlayarak, kendine has bir üslup oluşturdu ve izlenimci müziğin öncü bestecilerinden biri kabul edildi.

Debussy’nin teknik olarak notaları nasıl dizdiğini, armonileri hangi yöntemler ile birleştirdiğini anlatmayacağım. Fazlaca detaya girmek yerine, herkesin bilmesi gereken genel kültür konusu, sadece Debussy’nin nasıl izlenimci olduğunun hikayesidir ve bu hikaye resim ile müziğin bir araya geldiğinde, çok büyük eserlere imza atılmış olmasının kaynağıdır.

Günümüzde fotoğraf sanatında kullanılan HDR (High Defination Range) tekniği 1800’lü yılların emprestyonist ressamlarının bakış açılarıyla oluşmuş olabilir. Fotoğrafların exposure değerlerini -5’ten +5’e kadar kaydederek, aynı fotoğrafı üst üste bindirdiğinizde ortaya çıkan renk vurgusu ile, Monet’nin Nilüferler tabloları arasında bir fark göremiyorum ben.

Bir ressam ile çok yakın arkadaş olmak, ressamın fırçasındaki renkleri notalarda arayıp orkestraya uyarlamak, Mussorgsky gibi, ‘’Bir Sergiden Tablolar’’ isimli eseri besteleme düşüncesinde olmak, sanırım günümüz Türkiye’sinin, yani yeni Türkiye’nin üretimsiz müziğinde, hepimizden çok uzak evet.

Ben herşeye rağmen yine de;

Resimleri müziklemek, müzikleri boyamak, ya da notalar ile tablo yapmak konusuna itiraz eden, bu konunun saçma olduğunu düşünen değerli sanatçı arkadaşlarıma, anlattığım bu hikayeler ile umarım farklı bir bakış açısı katabilmişimdir.

Yapabildiysem eğer, ne mutlu bana diyorum…

Gülnur ÜNLÜTÜRK
Latest posts by Gülnur ÜNLÜTÜRK (see all)